BİZE NE OLDUYSA AZAR AZAR OLDU

Raif KOÇAKraifkocak@gmail.com

 

 

 

İçtimâî değişimler ve dönüşümler süratli olmuyor. İster müsbet mânâda ister menfî mânâda olsun; bu değişimler tedrîcen, yavaş ve sinsice yürütülüyor. Bu sinsiliğin sebebi; cemiyetin üzerinde vukû bulması istenen değişimin, birden ve hızlı olması hâlinde, hem istenen karşılık alınmıyor, hem de tepkiye sebep olabiliyor. Bu sebepten dolayı; toplum mühendisleri, bu değişimlerden evvel, gerek medya yolu ile gerek reklâmlar gerekse farklı yayın organları ile insanların zihinlerini, bu değişime müsait hâle getirip sonra adım atıyorlar. Bu metot ile bir bakıyorsunuz ki; inancı, kültürü ve dünya görüşü zıt olan insanlar bile aynı yerde buluşup, aynı şeyi yapabiliyor ve aynı dili kullanabiliyorlar.

 

Şimdilerde böyle bir içtimâî operasyonu canlı olarak müşâhede ediyoruz. Yaz aylarında, okulların kapanması ve bayramın bir araya gelmesi ile yoğun bir tatil programının yaşandığını görüyoruz. Tatil mefhumu; insanlık tarihi kadar eski bir mefhum ve tarih boyunca çeşitli şekillere, kalıplara girerek günümüze kadar gelmiş. Kimi insan toplulukları; inanç ve ibâdetlerini daha güzel ve husûsî olarak yerine getirmek için haftanın belli bir gününü veya günlerini tatil etmişler, kimi topluluklar dinlenmek, kimileri ise ticaret hayatının devamını ve düzenini sağlamak amacıyla bazen haftanın bir gününü, iki gününü veya üç gününü tatil etmişler. Bunu yaparken, çeşitli denemeler yapmışlar ve bu tecrübelerden sonra gördükleri olumsuz hususları değiştirip, yeni uygulamalar getirmişler ve tatil mefhumu gele gele bugünlere kadar gelmiş. 

 

Diğer memleketlerde olduğu gibi, bizim memleketimizde de hafta tatili çeşitli merhalelerden geçmiş. Bu mefhum; belli bir süre sadece ilmiye sınıfına ait bir mefhum olmuş, haftanın belli günlerinde ders yapılmayıp, talebelerin ilmî araştırma yapmaları için kütüphânelere gitmelerine fırsat verilmiş. Bazen, devlet memurlarının çalışma sistemini düzenlemek için belli bir gün veya günler tahsis edilmiş, fakat sonradan bunun bazı aksaklıklara sebep olduğu görülerek değiştirilmiş… Tabiî bu değişimler, her zaman iyi niyetli olmamış. Zaman dönüp devran değişince; bu sefer batıya uymak, daha medenî ve modern görünmek için batılıların uyguladığı bugünkü düzene geçilmiş.

 

Bu değişim, cemiyetin çeşitli kademelerinden târizlere sebep olmuş, o günkü cemiyetin sözcüsü durumunda olan şairlerden biri; 

 

Bize bir nazar oldu, cumamız pazar oldu;

Ne olduysa, hep bize azar azar oldu. 

 

diyerek bu hâli yadırgadığını beyan etmiş.

 

İnsanoğlu her hususta terakkî hâlinde. Tatil hususunda da eskinin uygulaması olan iki günle yetinememiş; ona yaz tatili, kış tatili, yılbaşı tatili, bayram tatili derken takvimde bir sürü kırmızı ile yazılan günler eklenmiş. Tabiî bu terakkî, cemiyetin hepsinin dâhil olduğu bir husus değil. Zira evvelki insanların, kır hayatında yaşarken tatil gibi bir dertleri ve lüksleri yoktu. Üretim toplumunun temeli diyebileceğimiz bu insanlar; senelik tüm ihtiyaçlarını bedenen çalışarak ve zamanı geçmeden üretme ve yetiştirme telâşı ile sürekli olarak çalışıyorlar; «Tatil yapayım…» veya; «Dinleneyim…» gibi bir derde düşmüyorlardı. Havanın güzel olduğu zaman ekinleri ile meşgul oluyor, havanın yağışlı olması hâlinde evde yapacak işleri programlıyor, hava iyi olunca çifti çubuğu ve tarlası ile meşgul oluyor, dışarıdan neredeyse hiçbir şey almadan hayatlarını idâme ettiriyorlardı. Onların aklına; «Tatil yapayım…» veya; «Dinleneyim…» gibi bir şey gelmiyordu. 

 

Zaman değişip, şehirler insanlara câzip hâle getirilince; üreten insanlar daha rahat bir hayat için, ait oldukları yerleri terk edip, şehirlere göç ettiler. Üreten insanlar tüketmeye ve her şeyin hazırını almaya alıştı. Bu değişim, sadece maddî imkânlarla sınırlı kalmadı tabiî ki… Mânâda da değişim, aynı hızla devam etti. Tevekkül, teslîmiyet, kanaat, sabır ve merhamet gibi kıymetler de hızla değişip; yerlerini acımasız rekabet, aç gözlülük, haset ve çekememezlik gibi yeni değerlere(!) bıraktılar. 

 

Şehirlere yerleşen insanlara, artık hafta tatili yetmez oldu. Kır hayatındaki tabiî hayat özlemlerini, bu sefer farklı yerlerde giderme moda hâline geldi. Bu moda; belli bir dönem maddî imkânları yüksek olan bir kesimin eğlencesi olurken, reklâmların tesiri ile cemiyetin her kesiminin ortak derdi(!) hâline geldi. Dert diyoruz, zira bu dert insanlar arasında bir rekabete, yarışa ve gösteriş aracı hâline dönüştü. Tatile giden ve gidemeyen, diye sınıflar oluşmaya başladı.

 

Sosyal medya; insanların kendilerinden geçerek yaptıkları her şeyi afişe etmek ve başkalarının gözüne sokmak için kullandıkları bir silâh hâline geldi. Orada başkalarının paylaşımlarını gören birisi; «Benim onlardan neyim eksik!?.» deyip, elinde avucunda ne varsa harcamaya, ait olmadığı bir dünyanın içine girmeye gayret eder oldu. İnanç ve kültürümüzden gelen bayramlar ise, artık tatil için fırsat hâline geldi. İdaredeki insanların da gerek ekonomik gerekse farklı sâiklerle günleri birleştirip bu tatili uzatması, bu derdin ve yaranın artmasına sebep oldu.

 

Bir millet, geçmişi ile geçmişte yaşayanlar ile irtibatı ne kadar sağlam tutarsa, geleceğe o kadar sağlam ve emin adımlarla yol alır. Bu bağlarla irtibatını koparıp, gündelik modaya uyarsa, geleceğe ve gelecek nesle aktardığı güzel mîraslardan mahrum kalır. 

 

Dînî bayramlar; bir milletin birbiri ile kucaklaştığı, kaynaştığı, küslerin barıştığı ve geniş ailelerin bir araya geldiği ilâhî bir nimet. Bu nimeti ait olduğu bağlantılardan koparıp, tatil beldelerinde helâl ve haram dengesinin kaybolduğu yerlerde harcamak, bu millet için tehlikeli ve acı bir tecrübe olsa gerek. 

 

Değişimler uzun vâdelerde hesaplandığı için, tesirleri de çok uzun dönemleri ihtivâ ediyor. Bugün bize basit gelen bayram tatili, belli bir dönem sonra sadece tatil olarak anlam kazanabilir. O yüzden bayramları bayram gibi idrâk etmek, o bayramların bize getirdiği güzellikleri kavramak ve gelecek nesillere de sağlıklı bir şekilde aktarmak zorunluluğumuz var.

 

İnsan, malını sadece nasıl ve nereden kazandığı ile değil; aynı zamanda, nereye ve nasıl harcadığından da hesaba çekilecek. Dolayısıyla, her şeyimizi mâkul ölçülerde değerlendirmemiz gerekiyor. Aksi hâlde; hem dünyada düşünmeden, hesap etmeden harcadığımız imkân ve zamanın, hem de birkaç günlük eğlence için girdiğimiz günah ve vebâlin hesabını veremeyiz.

 

Allah Teâlâ; bize verdiği en küçük nimetin bile kadrini, kıymetini bilmeyi, o nimetleri O’nun rızâsı doğrultusunda kullanmayı ve huzûruna yüz akı ile çıkmayı nasip eylesin. Âmîn…