Medine’de İLK İCRAATLAR -3-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

 

 

Dâru’s-Sultân yine insan kaynıyordu. Gelen giden, her geçen gün daha da artıyordu. Bunlar arasında öne çıkan bir aile, bütün herkesin dikkatini çekecek bir durumdaydı.

 

Hazret-i Ebû Talha1 ile hanımı Hazret-i Ümmü Süleym2 ile sevgili oğulları Hazret-i Enes3 idi bu aile. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın huzûruna varıp selâm verdikten sonra, hayatlarının en güzel teklifini yaptılar:

 

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz hepimiz Sen’i çok seviyoruz. Sen’in için her şeyimizi severek fedâ ederiz. Ensârın erkek ve hanımlarından Sana hediye getirmeyen kalmadı. Biz de bir başka hediye ile geldik. Eğer kabul edersen, bizi çok sevindirmiş olursun. İşte bizim çok özel hediyemiz! Biz, hediye olarak en değerli varlığımızı Enes’imizi getirdik Sana. Sen’in hizmetinde bulunsun istedik. Eğer kabul edersen, bizi çok sevindirmiş olursun!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, annesinin yanında duran küçük Enes’e bakıp tebessüm etti. «Sen de istiyor musun?» diye sorar gibiydi. Akıllı bir çocuk olan küçük Enes, büyük bir heyecan içinde ve büyük adamlar gibi konuştu:

 

–Sen’in yanında olmak ve Sana hizmet etmek istiyorum! Ne olur, kırmayın bizi!

 

Bu güzel ailenin bu özel davranışlarından çok memnun olan Rasûlullah -aleyhisselâm-, küçük Enes’e; «Yanıma gel!» işareti yaptı. Büyük bir heyecanla O’nun yanına sokulan küçük Enes’in, heyecandan nefesi kesilecek gibi oldu! O’na ilk defa bu kadar yakın oluyordu çünkü!

 

–Enescik! Her gün yanıma gelebilir misin?4

 

–Hem de koşa koşa!

 

Küçük ve sevimli Enes’in bu güzel cevabı, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın çok hoşuna gitti. Sonra da tutup bağrına basınca, dünyalar bu ailenin oldu âdeta! Bu küçük aslan parçası başta olmak üzere, her birine duâ etti. Hazret-i Enes o günlerde 10 yaşına yeni girmişti daha.5 Yaşı küçük olmasına rağmen, çok büyük bir sorumluluk üstlendiğinin farkındaydı.

 

Kısa süre kalınsa bile, önce Kubâ’da, daha sonra da Medine’ye geçince, çok ciddî emniyet tedbirleri alındı. O zor günlerde nelerin yaşandığına dair ensardan Hazret-i Übeyy bin Kâ‘b, diyor ki:

 

–Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Mekkeli ashâbı, hicret ederek Medine’ye geldikleri ve (biz) ensar tarafından barındırıldıkları zaman, bütün Araplar hepimizi tek yaydan oka tuttular (yani bütün Arapların düşmanlıklarına hedef olduk)! Silâhsız ne geceleyebiliyor ve ne de sabahlayabiliyorduk! Hem o kadar ki; «Emniyet içinde silâhsız yatıp kalkacağımız, Allah korkusundan başka bir korku duymayacağımız günleri görecek miyiz acaba?» demeye başladık! İşte bunun üzerine, yüce Allah vahyini inzal buyurup, bizi rahatlattı!”

 

“Allah, içinizden îmân edip de sâlih ameller işleyenlere (işlerini düzgün yapan kimselere yeminle) va‘detti ki; kendilerinden öncekilere verdiği gibi, onlara da yeryüzünde (güç ve) iktidar verecek. Onlar için hoşnut ve râzı olduğu dinlerinin iyice yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki yaşadıkları korkularını güvenliğe çevirecektir. Çünkü onlar yalnızca Bana kulluk eder, kulluklarında hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bütün bunlardan sonra, kim inkâra sapıp nankörlük ederse, işte onlar yoldan çıkmış, fâsık kimselerin ta kendileridir.”6

 

Hazret-i Âişe Annemiz de şöyle diyor:7

 

–Rasûlullah -aleyhisselâm- Medine’ye hicret ettiği sıralarda, bir gece uyuyamadı ve şöyle buyurdu: 

 

“Ne olurdu, ashâbımdan hayırlı bir zât olsa da, geceleyin (nöbet tutup beni) bekleyip korusa!” 

 

O böyle buyurduğu sırada bir silâh hışırtısı işitince; 

 

“–Kim o?” diye sordu? Gelen zât;

 

“–Sa‘d bin Ebî Vakkās’ım ben yâ Rasûlâllah!” dedi. 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; 

 

“–Seni buraya getiren nedir?” diye sordu? 

 

Sa‘d bin Ebî Vakkās şöyle cevap verdi: 

 

“–Rasûlullah hakkında, içime bir korku düştü de gelip nöbet tutarak korumaya geldim!” 

 

Bunun üzerine, Rasûlullah -aleyhisselâm- ona duâ edip, uykuya daldı!8

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bir yandan vahyi tebliğ ederken, bir yandan da halkın güven içinde yaşamaları için, her türlü emniyet tedbirlerini alıyordu.

 

Daha önceki konularda, Medine’nin nüfus durumu ile ilgili malûmatı vermiştik. Onun için burada kısaca değinip geçeceğiz.

 

Hicret esnasında Medine’nin nüfusu 10.0009 civarındaydı. Bu nüfusta Evs ve Hazrec kabîlelerinden oluşan 6.000 müşrik; Benî Kaynukā‘, Benî Nadîr, Benî Kurayza yahudilerinden oluşan 4.000 yahudi varken, çok az sayıda yani 50 civarında da hıristiyan vardı.10

 

Ensar dediğimiz Medine müslümanları, Evs ve Hazrec kabîlelerinden oluşuyordu. İslâm’a giren yahudilerin ilki Abdullah bin Selâm olup; zamanla çok az da olsa, yine İslâm’a girip müslüman olan yahudiler de olacaktı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Medine’ye hicretten hemen sonra, müslümanların nüfus sayımını yaptırmıştı. Mekke’den hicret edip gelen muhâcirler, Evs ve Hazrec’ten oluşan ensar, bebeklere varıncaya kadar bütün hepsi toplamda 1.500 kişiydi.11

 

Bu durumda hicret sonrası Medine’de 1.500 müslüman varken, yuvarlak olarak 9.000 de gayr-i müslim vardı. Nasipsiz münafık zümre de kendileri müslüman gösterdikleri için, müslüman nüfusu içinde sayılıyorlardı.12

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, hicret esnasında devesi Kasvâ’nın üzerinde bulunduğu ve devenin yuları da devenin başına dolanmış olduğu hâlde, Medine’ye girmişti. Kasvâ Medine’nin içinde ilerleyerek Adiyy bin Neccâr Oğulları’nın evleri hizasına gelince çökmüş, sonra kalkıp «Sultan Aile»nin evleri önüne çöküp durmuştu. Bütün bunları, ayrıntılarla beraber daha önce görmüştük.

 

Medine’ye teşrifleri üzerine, hemen icraatlara başlayan Rasûlullah -aleyhisselâm-; mescid yapımını da ilk sıralara almıştı.

 

Bu maksatla, yanındakilerle beraber devesinin ilk çöktüğü yere vardı. Şöyle dikkatli bir şekilde bakıp inceledi. Sonra da etrafına bakınarak sordu:

 

Burası kimindir?

 

–Amr’ın oğulları Sehl ve Süheyl’indir13 yâ Rasûlâllah!

 

Onları bana çağırınız!14

 

–Hemen yâ Rasûlâllah!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’a cevap veren Hazret-i Muâz bin Afrâ, o gençleri çağırmaya gitti. Çok geçmeden, gençlerle beraber döndü. Hazret-i Sehl ile Süheyl kardeşler, selâm verip edeple huzurda durdular:

 

–Buyur yâ Rasûlâllah!

 

Burada mescid yapmak için bu arsanızı satın almak istiyorum. Arsanızın bedeli ne kadar ise, söyleyiniz de ödeyeyim.

 

–Biz burayı satmak istemeyiz, ancak Sana hediye ederiz yâ Rasûlâllah!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, arsayı onlardan hediye olarak almaya râzı olmadı. Fakat gençler de ısrarla hediye etmek istiyorlardı. Bu sefer de Neccâr Oğulları’nın ileri gelenlerini çağırtıp, arsanın fiyatını almak istedi:

 

Ey Neccâr Oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyiniz, fiyatını ödeyip, buraya mescid yapalım.15

 

–Biz bu arsanın bedelini asla almayız, ancak biz onun bedelini sadece Allah’tan dileriz. Yani burayı Allah için, hediye etmek istiyoruz!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; parasıyla satın almak için ne kadar ısrar ettiyse, onlar da ısrarla hediye etmek istediklerinde ısrarcı oldular. Mescid yapacağı arsayı, bedelsiz almak istemediği için, en sonunda onlardan on dinar altına satın alıp, bunu kendilerine ödemesini Hazret-i Ebûbekir’e emir buyurdu. O da ödemek isteyince, yine kabul etmediler. Ancak, her şeye rağmen, arsanın karşılığı Sehl ve Süheyl kardeşlere ödendi.16

 

Ödeme işi bitince, hemen faaliyet başladı. Önce o arsayı temizlemek gerekiyordu. Epeyce büyük olan bu arsada çok şeyler vardı. Hurma kurutma yeri vazifesini görse bile; orada müşriklerin kabirleri, oyuklar, tümsekler, bakımsız harap yerler ve bazıları kurumuş bazıları da yeşil olmak üzere, hurma ağaçları da bulunuyordu.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın tâlimâtıyla, orada bulunan ağaçlar kesildi. Bu ağaçları, aynı zamanda inşaat malzemesi olarak kullanacaklardı. Arsa içindeki müşriklerin kabirleri açılarak, kemikleri başka bir yere götürülüp gömüldü. Bakımsız, harap yerleri düzeltildi. Arsadaki, yağmur sularının akıntıları ve sızıntıları giderildi.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın  devesi Kasvâ’nın ilk çöktüğü yer, bu arsanın ortasıydı. İnşaat plânı çizilirken, devenin çöktüğü yer, mescidin kapısının yeri olarak işaretlendi.

 

Ve büyük bir coşkuyla Mescid-i Nebevî inşaatı başladı.

 

Mescid inşaatının başladığını duyan, hemen alana geliyordu. Kimi temizliğini, kimisi zeminin düzenlenmesini yaparken, kimisi de taşları toplayıp işe yarayacak olanları belli bir yere yığıyordu.

 

Zemin düzenlemesi bittikten sonra; yere plân çerçeveli çizimler yapılarak, temeller kazılmaya başlandı. Bir grup kazıyor, bir grup da toprağı çıkarıp taşıyordu. Bu arada başka işler de yapılıyordu tabiî.

 

İnşaat işi hararetle ilerlerken, Rasûlullah -aleyhisselâm-, kerpiç hazırlanması için, ayrı bir tâlimat verdi. Bir grup da kerpiç işine yoğunlaştı.

 

Her zaman olduğu gibi, Mescid-i Nebevî inşaatı başladığı sıralarda, yine farklı ülkelerden ve farklı gayelerle gelmiş çokça insan vardı. Bunlar arasında Hadramevtli bir adam vardı ki; inşaattaki çalışmayı görünce, hemen alana varıp, kerpiç için çamur karmaya başladı.

 

Adını bilmediğimiz bu adamın, gelip böyle çalıştığını gören Rasûlullah -aleyhisselâm-, bir yandan tebrik ve takdir ederken, bir yandan da memnuniyetini dile getirdi:

 

Allah, işini iyi yapana rahmet etsin! Sen bu işe devam et! Ben senin işini iyi yaptığını görüyorum!17

 

Mescid-i Nebevî inşaatı esnasında Medine’de olan Talk bin Ali18 şöyle anlatıyor:

 

–Rasûlullah -aleyhisselâm- mescid inşaatı esnasında, müslümanlar da kendisiyle birlikte çalışırlarken, ben de O’nun yanına varmıştım. Ben, çamur karma işinin ustası idim. Düzlük ve ince kumluk yerden, kürekle toprak alıp karmaya başladım. Rasûlullah -aleyhisselâm- bana bakıyordu. Yaptığım işi çok beğenerek şöyle buyurdu: 

 

“–Muhakkak çamur karma işinde, bu Hanifî iyi bir ustadır.” 

 

Benim toprağı düzlük ve ince kumluk yerden kürekle alışım ve çamur karışım, kendisinin daha da hoşuna gittiği için tekrar şöyle buyurdu:

 

Bu Hanifî’yi çamur karmaya çağırın! Çünkü, o, gerçekten çamur karma işini en güzel yapanınızdır.19

 

Cemaatle namaz kılmak, bir araya gelip ciddî bir eğitim görmek için yapılan bu mescid, sadece bununla sınırlı kalmayacaktı elbet.

 

İslâm eğitim, öğretim ve tebliğinin merkezi başta olmak üzere, daha birçok işlerin yapılacağı yer olan meşhur Mescid-i Nebevî ya da diğer adıyla Mescid-i Nebî inşaatı, hicretten hemen sonra başlamıştı.

 

Peygamber Efendimiz, mescid merkezli bir şehir yapılanması oluşturuyordu.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem– 

 

_________________________________

 

أبو طلحة الأنصاري Hazret-i Ebû Talha Zeyd bin Sehl bin el-Esved el-Ensârî (34/654-55), Hazret-i Talha, Medine’nin önde gelen sahâbîlerinden biridir. Ebû Talha hakkında geniş malûmat için, bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 504-507; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 549-551; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 289-290; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 27-34; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 566-567.

 

أمّسليم روميساء بنت ملحان Hazret-i Ümmü Süleym Rumeysâ bint-i Milhân bin Hâlid el-Ensâriyye el-Hazreciyye. Hazret-i Ümmü Süleym, Medine’nin önde gelen hanım sahâbîlerinden biridir. Hakkında ayrıntılı malûmat için, bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 8, s. 424-434; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 4, s. 455-456; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 7, s. 345-346; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 304-311; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 8, s. 227-230; Kehhâle, A‘lâmi’n-Nisâ, c. 2, s. 256-257.

 

أنس بن مالك Hazret-i Enes bin Mâlik bin Nadr el-Ensârî (93/711-12). Hazret-i Enes’in babası Mâlik; İslâm’a girmeyip, ailesini terk ederek, Şam’a gitti ve orada müşrik olarak öldü. Hazret-i Enes’in annesi Ümmü Süleym, kardeşi Berâ bin Mâlik, teyzesi Ümmü Harâm, adını aldığı amcası Enes bin Nadr ve üvey babası Ebû Talha tanınmış sahâbîler arasındadırlar. O günlerde Hazret-i Enes henüz on yaşında, okuryazar ve zeki bir çocuktu. Hazret-i Enes hakkında geniş malûmat için, bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 485, c. 7, s. 17-26; Halîfe bin Hayyât, et-Tabakātü’t-Tabakāt, c. 1, s. 205-206, 438, Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 663-665; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 71-73; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 151-152, c. 2, s. 472, c. 7, s. 345-346; Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-Lüğât, c. 1, s. 127-128; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 3, s. 395-406; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 9, s. 325; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 71-72; Şevkânî, Derrü’s-Sahâbe fî Menâkıbi’l-Karâbe ve’s-Sahâbe, s. 417, 658.

 

Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 194; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 3, s. 266; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 3, s. 66-68.

 

Hazret-i Enes’in böyle bir hizmete verilmesi ile ilgili rivâyetler, çok olmakla birlikte; bir rivâyette bu evde iken, diğer bir rivâyette de Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın kendi evi yapılınca, O’na o zaman hizmete verildiği ifade edilmektedir. Bu yüzden; biz de yaygın olan rivâyeti esas alarak, konuyu burada vermeyi uygun bulduk.

 

Kur’ân-ı Kerîm, Nûr Sûresi, 24/55.

 

Malûm olduğu üzere; Âişe Annemiz’in Medine’ye hicreti, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hicretinden yedi ay sonra olmuştur. Tarihî hâdiseler içinde kronolojik sırası burası olmamakla birlikte; emniyet tedbirlerinin nerelere kadar uzandığını ortaya koyma adına, bu rivâyeti de buraya aldık.

 

Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 6, s. 140-141.

 

Ya da zayıf bir rivâyetle 20.000.

 

10 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 2, s. 191.

 

11 İbn-i Haldûn, Mukaddime, c. 1, s. s. 337; Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s. 118.

 

12 el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-İdâriyye, c. 2, s. 237, c. 3, s. 206; M. Şevki bin İbrahim el-Mekkî, Sükkânü’l-Medîneti’l-Münevvere, s. 30.

 

13 Hazret-i Sehl ve Süheyl kardeşler Neccâr Oğulları’ndan iki yetim gençti. Bu kardeşler, akrabaları olan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre ya da Hazret-i Muâz bin Afrâ’nın himayesi altındaydılar. Her iki sahâbînin himayesi altında olmaları da mümkündür. O güzel, geniş ve merkezde olan arsayı, onlara ait hurmaları serme ve kurutma yeri olarak kullanıyorlardı. Bu gençlerin hayatları hakkında pek fazla malûmat yoktur.

 

14 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 140-141; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 256; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 195; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 334.

 

15 Zührî, Megāzî, s. 104; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 239; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 123, 212; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 1, s. 5; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 196; Zehebî, Megāzî, s. 18.

 

16 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 196; Zehebî, Megāzî, s. 18.

 

17 İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 5, s. 552; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 333, 344; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 344.

 

18 طلق بن علي Ebû Ali Talk bin Ali (Sümâme) bin Talk es-Sühaymî el-Hanefî el-Yemânî, Hicaz bölgesinin doğusunda Yemâme’de yaşayan Benî Hanîfe kabîlesine mensuptur. Hicretin ilk yılında kabîlesinden Selmâ bin Hanzale es-Sühaymî başkanlığındaki bir heyetle Medine’ye geldi. Kafilede aynı kabîleden Müseylimetü’l-Kezzâb da vardı. Remle bint-i Hâris el-Ensâriyye’nin evinde misafir kalan heyettekiler, Müseylime’yi Medine dışında eşyalarının başında bırakarak Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın huzûruna çıkıp müslüman oldular. Medine’de kaldıkları sürece Kur’ân ve dînî bilgiler öğrendiler. Harç karma işinde usta olan Talk bin Ali, işte o sıralarda inşâ edilmekte olan Mescid-i Nebevî’nin yapımında çalıştı. Hazret-i Talk hakkındaki ayrıntılar için bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 316-317; Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, c. 4, s. 358; İbn-i Hibbân, Târîhu’s-Sikât, c. 1, s. 135, c. 3, s. 205; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, c. 8, s. 330-338; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 776; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 92-93; Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, c. 16, s. 492; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 411, 538.

 

19 Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 344.