KELİMELERLE HAYAT

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

 

Ömrün ihyâsına kelimelerin kökenleri (etimoloji / iştikak) üzerinden serbest bir yolculuk ile girmeye çalışalım:

 

İhyâ, hayat kökünden: Hayat vermek. Bu kökten «hayvan» ise «canlı». Canlılık ile hareketin irtibatı görülmüş: Hayye: Yılan. Husûsen büyüklerine göre daha hareketli olan küçük yılan. 

 

Animal canlı demek. Animasyon canlandırmak. Animatör, donuk kareleri art arda getirerek canlı imiş gibi gösterir. Resim videoya dönüşür. Çocukken defterin yapraklarına çizdiğimiz resimleri, hızlıca akıtarak ve benzeri yollarla amatör animasyonlar yapardık. Canlandırmak diye adlandırılan şey aslında hareketlendirmek.

 

Varlığı cemâdat, nebatat ve hayvanat diye üçe ayıran tasnif de tamamen hareketi esas almış. 

 

Animatörün bir başka mânâsı ise; tatil yerlerinde «hayatı canlandırmak» için eğlence, müzik, spor faaliyetleri üreten, bunları duyuran meslek imiş. 

 

Vakit öldürmek diye bir tabirimiz var. Bu ikinci mânâsında animatör insanların vakitlerini öldürerek, onları canlandırmaya çalışıyor. Hareketsizlik ve monotonluk; cansızlık gibi, ölüm gibi görülüyor. 

 

Kalp, beyin ve benzeri uzuvlar çalışsa da, şuur kapandığı için bedenin kısmen hareketsiz kaldığı uykunun, ölümün kardeşi olarak adlandırılması da bundan. (uyumak ve uyuşmak yakınlığı)

 

Sıkılıyoruz. Aynı (monoton, yeknesak, biteviye) hareketlerden de sıkılıyoruz. Normal hayattan daha yorucu faaliyetlerle dolu da olsa, tatile heves bundan. Hâlbuki, bir tezat cilvesi olarak; spor, müzik, oyun gibi şeylerde de ritmik bir tekrar var. Beynimizin hayattan lezzet alma noktalarıyla, belirli salınma, sallanma, ayak sallama, tesbih sallama ve benzeri fiillerin aynı merkezde olduğu bildiriliyor. 

 

Hayatın akışı bir rutine tâbî. İş, eğitim, aile… Robot da hep aynı yani kurulduğu işleri yapar. Eskilerde dolap beygiri benzetmesi vardı. Kuyudan su çekmek için gerekli mekanik gücü sağlayan beygir, sürekli bir daire çizmek zorundaydı. Aslında beygir işe yarıyordu. Bunun bir de işe yaramayanı var: İnsanların dönüp dolaşıp aynı yere gelmesiyle neticelenen, «yerinde saydıran» beyhûde çalışmalara da fâsit daire / kısır döngü deniliyor. 

 

Aslında dolap beygiri sıkılıyor mudur? Yoksa sıkılmak insana mı mahsus? 

 

Erkenden startı verilen bir istikbal endişesiyle; mektep, dershâne, husûsî ders, test, test, test koşturulan evlât ve talebelere de «yarış atı» benzetmesi yapılıyor. 

 

Yarış atı hâlinden memnun değil midir? 

 

Hayatı îman ve cihaddan ibaret gören bir şuur, yarıştan gocunmaz. Bilâkis rekabet ve yarış; tahrik / harekete geçirici, teşvik / şevklendirici bir rol oynar. 

 

Ama hedef, gaye; şu koltuğa oturmak, şu maaşı almak, şu titri isminin önüne koymak olunca, insan yorulur, bıkar. Çünkü insan rûhuna dünya ve ten dar gelir. Ecdâdın, mücâhidlere Kızılelma gibi müşahhas değil mücerred bir hedef koymuş olması mânidar. Necip Fazıl’ın dediği gibi:

 

Peşinden koştukça ufuk ilerde! 

 

Fakat dünyevî hedefler için çıkılan yolculuklarda eninde sonunda «hayatın anlamsızlığı» durağında inilir. Kimisi; uyuşturucu, suç, ekstrem sporlar gibi animatörleri çağırır hayatına. Fakat o fâsit daire, bataklığı derinleştirir sadece. Bazen en büyük tezat hâlinde, hayata taze kan intiharda aranır. Diğerleri de birer intihar değil midir zaten?

 

Hareket için, koşmak için de tâkat lâzım. Mecal lâzım. 

 

İlmî / tıbbî bir grafik görmüştüm: 

 

Bedenin gelişmesi / tazelenmesi grafiği 35 yaş civarında zirvesini bulup negatife dönmeye başlıyor. Yâsîn Sûresi’ndeki âyetin ilmî tezâhürü: 

 

“Kime ömür verirsek, yaratılışını tersine çeviririz. Akletmezler mi?” 

 

 Yani insan rûhu, hayata alışıp, belki arzularını yerine getirebileceği imkânlara kavuştuğunda beden teklemeye başlıyor. Romatizma, hayatta pek bir romantizm bırakmıyor. Hayatın tadını diyabet, tuzunu tansiyon kaçırıyor. 

 

Tersi olsaydı, yani yaşlılık gibi bir fren olmasaydı, her insan birer firavun olabilirdi. Âhirette azaptan sızlananlara; «Size bir nezîr / uyarıcı gelmedi mi?» diye sorulur. (Bkz. Fâtır, 37) Tefsirlerde o uyarıcılardan biri de yaşlılık alâmetleri olarak zikredilmiş. 

 

Hâlbuki nefste bir algı bozukluğu var. Hadîs-i şerifte buyurulur: 

 

“Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: 

 

•Mala karşı hırs ve 

 

•Hayata (yaşamaya) karşı hırs.” (Buharî, Rikāk, 5; Müslim, Zekât, 115)

 

Dolayısıyla, bedenin yaşlanması bir rahmet. Lâkin, ömrün ihyâsında gereken gayretler için bir zorluk oluşturuyor. Bu sebeple gençlikten itibaren ömrün ihyâsına girişmek lâzım. Gençlikten itibaren ömrü ihyâ edenlere, yaşlılıkta kesintisiz prim var! (Bkz. Tîn Sûresi)

 

Metafizik, her zaman fiziğin ötesinde, önünde. Bu sebeple asıl, kesintisiz, ebedî canlılığın âhiret olduğunu tam idrâk eden kâmil büyüklerde, dizlerdeki mecalsizlik, gözlerdeki fersizlik bile, âhiret koşturmacasında bir engel oluşturmuyor.

 

Hayatta animatör yani teşvik edici, canlandırıcı unsurun dînî heyecan olması gerekiyor. Şuur, dâvâ, aşk… Yani kulluğu dolap beygiri gibi değil, yarış atı gibi yaşamak gerekiyor. Kızılelma’ya doğru… Yine de sıkılma ihtimaline karşı, bir çare de tebdil yani faaliyet değiştirmek. 

 

Böylece, ömür sermayemiz, ölü karelerden ibaret kalmayacak. Tertip içinde mânâlı bir manzara, bir hidâyet gidişâtı, bir sırât-ı müstakîm olacak. 

 

Şu kıtada da akıp giden zamana baraj kurmak teşbihinden hareket etmiştik:

 

Zamânı döndüremezsin, o bir nehir gibidir,

Namaz o nehre barajdır ki beş vakit girilir.

Akıp giderse ziyandır, namaza uğramadan;

Zamânı kâra çevirmek için, namâza çevir… (Talî)

 

Terse dönen grafik, sonunda dibi bulur. İnsan ölür. Ruh; ten kafesinden çıkıp, berzah kafesine aktarılır. Eskiler, istirahat kabirde demişler. 

 

Berzah tasvirleri genellikle bir manzara üzerinden kurulur: Cehennem çukurlarından bir çukur yahut cennet bahçelerinden bir bahçe… Ölümün kardeşi olan rüyada manzaralar genellikle gün içinde gördüklerimizden, yaptıklarımızdan oluştuğu gibi; berzah manzaraları da ömürden karelerden  meydana gelecek. 

 

Son bir köken bilgisiyle bitirelim:

 

Ömrün ihyâsı terkibinin ikinci kısmından çok bahsettik. Hayat ve ihyâdan. Ömür kelimesi de mâmur, îmar, tamir, mimar, umran gibi bayındır, işlenmiş, bakımlı kelimeleriyle kökteş. 

 

Ömrü heyecan ve yarış dolu canlandırıcı faaliyetlerle mâmur etmeli ki, esas hayat olan âhiret mâmur olsun. Sıkılmanın da, yorulmanın da olmadığı cennet olsun! 

 

____________________

Not: Mevzuyla irtibat noktaları olan bir başka yazımız:

https://www.yuzaki.com/2014/01/yasamaktan-mi-yasamamaktan-mi-yaslanmak/