Ebedî Kurtuluş için; ÖMRÜN İHYÂSI

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

Bu imtihan dünyasında niceleri;

 

Hele ki âhirzamanın gaflet ve cehâlet pençesinde; zulüm ve kötülükler kıskacında, isyan ve günah bataklıklarında âdeta yaşayan ölülere dönüşüyor. Malûm, bedenen ölenler kabre konulurlar. Fakat kalpleri itibarıyla ölenlerin konulduğu yer ise nâr-ı cahîm. İnsanlığı işte o ebedî azaptan korumak için yüce Allah, bizlere ne kadar merhametli. Ömrümüzü iş işten geçmeden evvel ihyâ edebilmemiz / dipdiri bir hâle getirmemiz ve böylece cennete dâhil edilmemiz için tüm insanlığa iki büyük reçete vermekte:

 

Diriltici bir ruh olarak Hazret-i Kur’ân,

 

Canlı bir Kur’ân olarak Hazret-i Muhammed Mustafâ j.

 

İşte bu fânîde ömrü ebedî ihyâ edebilmenin yolu, bu iki büyük reçete.

 

En ölü kalpler, işte bu iki reçete ile canlanır, dirilir. En çorak yürekler, onlarla yeşerir. En verimsiz karakterler, onlarla meyvedar olur. En zâlim kişilikler, onlar sayesinde en merhametli ve en âdil şahsiyetlere dönüşür. 

 

Dünyanın zulüm bataklığına dönüştüğü günümüzde insandan eşyaya her şeyde böyle bir ihyâya o kadar ihtiyaç var ki. O ihtiyacı tam görmek ve gönülleri onunla tam örmek, bugün bambaşka bir zarûret.

 

Âyetler açık:

 

“İşte;

 

•Sana, emrimizden «BİR RUH» (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. 

 

•Sen «KİTAP» nedir, «ÎMAN» nedir bilmezdin. 

 

•Fakat Biz onu; kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz «BİR NUR» yaptık. 

 

•Şüphesiz ki sen «DOĞRU BİR YOL»a iletiyorsun; «ALLÂH’IN YOLU»na… 

 

•O ki, göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi…  

 

•Dikkat et; 

 

•Bütün işler, sonunda Allâh’a döner.” (eş-Şûrâ, 52-53)

 

Ruhsuz insan ölüdür. 

 

Bu itibarla Kur’ân, ilâhî bir ruh olarak ifade edilmiş bizzat Cenâb-ı Hak tarafından. 

 

O bildirmezse insan nereden bilecek? O’nun bilgi olarak önümüze koymadığı hangi gerçeği bilebiliyor insanoğlu? Bütün bilgilerimiz O’nun önümüze koyduğu hakikatler. 

 

Kitap; Allah’tan gelen diriltici bir ruh, îman.

 

Hidâyet kaynağı bir nur, yol gösterici nur. 

 

Yol ise; Sırât-ı müstakîm. Sırâtillâh. 

 

Allah ki;

 

Göklerde ve yerde ne varsa her şeyin sahibi.

 

Dikkat;

 

O, bütün işlerin kendisine döndüğü tek yaratıcı. 

 

Âyetin vurgusu:

 

–Başka bir gidiş yok ey insanoğlu! 

 

–Başka bir yere gidiyor gibi, nedir o gamsız yolculuk? 

 

–Nedir hiç hazırlanma ihtiyacı duymamak? 

 

–Bak, doğruca kabre gidiyorsun? 

 

–Ya nereye gittiğini zannediyorsun? 

 

–Bak, aykırı yürüsen de gittiğin yer değişmiyor!

 

O hâlde,

 

Her şeyden önce ruh sahibi ol. Îmânında o rûh olsun, ibâdetlerinde o rûh olsun, aşkında o rûh olsun. Daima Hak’tan gelen o rûha, o diriltici câna dikkat kesil!

 

Hem de her yerde buna dikkat kesil!

 

Medîne-i Münevvere’de bile.

 

Çünkü;

 

İki Medine var. 

 

Biri: 

 

Maddî Medine. Oteller şehri. Duvarların, betonların arasında bir şehir. Alışveriş yerleri, çarşılar vesâiresiyle herhangi bir şehir. Hattâ bazı taraflarıyla neredeyse yabancı bir şehir.

 

Diğeri:

 

Mânevî Medîne. Peygamber şehri. Asıl Medine. Hazret-i Peygamber’in ilmek ilmek mâneviyatla ördüğü ve asr-ı saâdeti oluşturduğu Medîne-i Münevvere. Asr-ı saâdetin merkez şehri. Dünyanın kalbi. Rasûlullah Efendimiz’in bulunduğu şehir.

 

İşte gerçek ziyaretler;

 

Ancak oraya, o mânevî şehre girişle mümkün. Oraya girmeden gelip gitmeler âdeta turistik seyahatten başka bir şey değil.

 

O şehre girebilmek;

 

Büyük mesele. Hem imkânsız, hem mümkün.

 

Görmeli:

 

O şehrin görünmeyen bir kapısı var. Orada mânevîler, bizim görünmeyen yönlerimizi kont­rolden geçiriyorlar, eğer makbul ise, o vakit içeri alıyorlar. Değilse dışarıda bırakıyorlar. 

 

Nedir onların gözden ve kont­rolden geçirdikleri?

 

Önce;

 

•Ehl-i İslâm olmak, İslâmiyet’e rızâ ve onu ihyâ eden bir mü’min olmak,

 

•Bunun için, düzgün ve dürüst bir îman,

 

•Aşk, Hazret-i Peygamber aşkı,

 

•Nasûh tevbesi,

 

•Gözyaşları,

 

•Canlı bir Kur’ân oluş,

 

•İllâ edep, illâ edep,

 

•Hazret-i Peygamber’in rahle-i tedrîsine can atmak,

 

•O ne derse odur, teslîmiyet ve sadâkati,

 

•Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali’den biri olmaya azmetmek ve bu uğurda kurban olmak,

 

•O’na fedâ olmak; «Fedâke ebî ve ümmî ve nefsî yâ Rasûlâllah!» şuurunda ve vecdinde olmak,

 

•Her amelimizi; «Allah da görüyor peygamber de!»  murakabesi içinde yapmak. (bkz. Tevbe 94, 105)

 

Bunlar varsa;

 

O kapıdan içeriye müstesnâ bir kabul var. O eşikten içeriye girebilenler bu hakikatlere riâyet edenler. Şair Nâbî, Hazret-i Peygamber j Efendimiz‘in üstünlüğü, yegâneliği ve müstesnalığını anlatarak bizlere edep telkin ettiği na’t-i şerîf dolayısıyla bambaşka bir selâm yaşadı. Medine’ye vâsıl olduğu esnada Ravza-i Mutahha-ra’nın müezzinleri minarelerden onun na’t-i şerîfini okuyorlardı. Ne muhteşem bir tablodur bu.

 

Daha nice örnekler yaşandı asr-ı saadetten bugüne.

 

Mü’min gönüller, her dâim aşk-ı Muhammedî etrafında irfan ve edeple pervâne oldular. Yüce bir sevdâ ile Rasûlullâh’a içli içli arz-ı hâl ettiler:

 

—Yâ Nebî!

 

Öyle bir habibsin ki, bütün fânî sevgiler Sen’in muhabbetin karşısında eriyip yok oluyor. Sen’den başka bütün fânî sevgileri unutturuyorsun yâ Rasûlâllah!

 

Sen’i gördüler, her şeyi unuttular. Sen’i gördüler nefislerini ve kendilerini, nefeslerini ve heveslerini unuttular. Ebedî saâdeti hatırladılar. Sen’i gördüler, ezeldeki ahd-i mîsâkı hatırladılar. Sen’i gördüler, cenneti hatırladılar. Sen’in ardınca oraya koşmaya başladılar.

 

Sen’i gördüler;

 

Allâh’a îmân ile doldular; «Lebbeyk!» dediler.

 

Sen’i gördüler;

 

Sana kurban oldular.

 

Sen’i gördüler;

 

Her şeyden vazgeçtiler. Fakat asla Hak’tan vazgeçmediler. Ebedî vuslattan vazgeçmediler.

 

Sen’i gördüler;

 

Ebûbekir oldular, Ömer oldular, Osman oldular, Ali oldular, Abdullah İbn-i Mes‘ûd oldular.

 

Sen’i görenlerden eyle yâ Rasûlâllah!

 

Görenlerden eyle!

 

Biliyoruz:

 

Ancak Sen’i görebilenler, müstesnâ olurlar. Bütün ârızalar Sen’i görmekle ortadan kalkar. Bütün bozukluklar Sen’i görmekle düzgün hâle gelir.

 

Ancak Sen’i görebilenler, kendilerine çekidüzen vermeye muvaffak olabilirler. Sen’in hakikatini görmeden kimsenin kendi kendine düzelmesi mümkün değildir. Sen’in hakikatine ermeden hiç kimsenin ilâhî rızâya ermesi gerçekleşmez.

 

Sen’i görmeden tembellikler zâil olmaz. Sen’i görünce tembellikler kendiliğinden devre dışı kalır. Sen’i görmeden, kim ne kadar uğraşsa da bir arpa boyu yol alamaz. Sadece Sen’i görenler, şimşek hızıyla yol alırlar. Yol almak Sen’inle. Çünkü yegâne rehber Sen’sin. Tek rehber Sen’sin. Yol almak, rehber mârifetidir. Rehber olmazsa, hiç bilinmeyen yollarda arzu edilen menzil-i maksûda değil hiç istenmeyen kötü menzillere saplanırlar.

 

 

 

Onun için;

 

 

 

Milyarlarca insanlık âleminde ancak Sen’i görenlerden eyle! Başkalarına dalıp da körelenlerden eyleme! Sen’i görenlerden eyle ki; insan olalım, kul olalım. Sen’i görmek için de yine Sen’i görenlerin yolunda eyle! O rahmet kervanıyla yol alanlardan eyle! 

 

Sen’i görenler, daha önce en diplerde iken Sen’i gördükten sonra en zirve oldular.

 

Sen’i görenler;

 

Yüceldiler, güzelleştiler, mükemmel oldular, kâmil oldular. Muazzam oldular. Mübârek oldular. Muhterem oldular. Merhamet oldular. Şahsiyet oldular. Âbideler oldular. Rahmet oldular. Şifâ oldular. 

 

Sen’i görenler;

 

Şerefli oldular. Şan buldular. Kulluğun özüne vâkıf olup her ilâhî fermanı ehl-i edâ oldular. 

 

Sen’i görenler;

 

Cihanı adâletle doldurdular. Hidâyetle doldurdular. Dünyayı zulüm ve karanlıklardan kurtardılar.

 

Sen’i görenler;

 

Kahramanlar kahramanı oldular. Fedâkârlık ve vefâda muhteşem oldular. Edep ve ahlâkta muhteşem oldular. İlim ve irfanda muhteşem oldular. 

 

Sen’i görenler;

 

Âhirette yüce saltanata nâil oldular. Cennetlere mazhar oldular. Her türlü azaptan kendilerini muhafaza ettiler.

 

Sen’i görenler;

 

Dünyada ve âhirette Sen’inle beraberliğe tâlip oldular daima ve sadece, Sen’inle beraberliğe hazırlandılar, Sen’inle beraberliğe âşık ve kurban oldular, Sen’inle beraberliğe vâsıl oldular.

 

Hâsılı Sen’i görenler;

 

Ölüyse bile dirildiler, can buldular, ihyâ oldular.

 

İki cihânı aydınlatan nûrunla ihyâ oldular. Yüce ahlâkınla ihyâ oldular. Getirdiğin vahiyle, Kur’ân ile ihyâ oldular. Yaşadığın sîretinle, sünnetinle, sözlerinle, hadislerinle ihyâ oldular. 

 

Ebedî kurtuluşa erenlerden oldular.

 

Sayısız zaferler kazandılar. Feth-i mübîn müjdesine erdiler. En zor devrede bile Çanakkale geçilmez yazdırdılar. İstiklâl Harbinde ve 15 Temmuzda destanlar yazdılar.

 

Şühedâ oldular.

 

Gaziler oldular.

 

Sâhibü’l-Vefâ oldular.

 

Hepsine ne mutlu!

 

Bilhassa şu âhirzamanda;

 

Sen’i, Sultânü’l-Enbiyâ olan Hazret-i Peygamber’i, Kur’ân ikliminde ve sünnet-i seniyye bahçesinde gönül gönül temâşâ ederek ömrünü ihyâ edenlere ne mutlu! Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerifler sayesinde hakikat bülbülü hâline gelip de Sen’inle, emsalsiz bir Fahr-i Âlem’le sohbet ederek, sonra da o sohbeti aşk ile yaşayarak ömrünü ihyâ edenlere ne mutlu!

 

Yâ Rab!

 

Nasîb et!

 

Âmîn…