AKRABA HAKKI

Sami GÖKSÜN

 

Dînimizin kaynaştırıcı ve birleştirici mübârek bir müessese olarak takdim ettiği fazîlet ve fedâkârlık ölçüleri içerisinde devam ettirilmesi ısrarla emir buyurulan akrabalık, kıymetli bir kuruluşumuzdur.

 

Baba, anne, amca, hala, ağabey, abla, dayı, teyze ve kardeşten meydana gelen yakın akrabalarımızın ve bunların dışındaki hısımlarımızdan teşekkül eden uzak akrabalarımızın her bir ferdine kalbî bir sevgi beslemek, onlarla münasebet kurmak, alâkayı devam ettirmek, onları Hakk’a çağırıp bâtıldan sakındırmak, gerek maddî gerek mânevî yardımları yapmak en büyük vazifelerimizdendir. Bu hususta bizlere hayat nizamımız olan Kur’ân-ı Kerim’de, yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

 

“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (en-Nisâ, 36)

 

Sevgili Peygamberimiz de Rabbimiz’in yapılmasını istediği akrabalık vazifelerinin dînimizdeki büyük önemini açıklayan hadislerinde şöyle buyurmuştur:

 

“…Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse akrabasına iyilik etsin…” (Buhârî, Rikāk, 23; Müslim, Îmân, 74)

 

Yüce Rabbimiz’in ve Sevgili Peygamberimiz’in cemiyet nizamımızı güçlendirici bu nurlu râbıtanın bizlere yüklediği vazifeleri şöyle hulâsa edebiliriz:

 

•Mü’minlerin kendi aralarında Hakk’ı ve sabrı tavsiye etmeleri, birbirlerini iyiye, güzele ve doğruya çağırmaları, Kur’ân ve Sünnet’in çirkin gördüklerinden sakındırmaları vazifeleridir. Ancak bu kudsî vazifenin akrabaya karşı îfâsı husûsî bir önem ve öncelik arz etmektedir.

 

Yüce Mevlâ’mız, Peygamberimiz’e insanları Allâh’ın nizamına davet ederken önce yakın akrabalarından başlamasını şöyle emir buyurmuştur:

 

(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (eş-Şuarâ, 214)

 

Bu âyet-i kerîme ile Hakk’a davet edip bâtıldan uzaklaştırmak vazifesi ile mükellef olan biz mü’minlere de aynı usûlü tatbik etmemizi emretmektedir. Şu hâlde akrabalarımıza karşı ihmal kabul etmez vazifemiz; onlara nezih bir müslüman olarak örnek olmanın yanında, yakından ilgilenerek, onları Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına uymaya çağırmak ve dînimizin tasvip etmediği söz, iş ve davranışlardan sakındırmak olmalıdır.

 

•Akrabalarımıza karşı dînimizin bizlere yüklediği diğer bir vazife de onlarla yardımlaşmaktır. Gerçi mü’minler Mâide Sûresi’nin;

 

“…İyilik ve takvâ (Allâh’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın…” meâlindeki ikinci âyeti ile yardımlaşmakla emrolunmuşlardır.

 

Fakat akraba arasında yardımlaşmak çok daha mühim ve tercih edilmesi zarurî bir vazifedir. O kadar ki bazen bu yardımlaşma hukukî bir mahiyet kazanır ve haklar çerçevesi içerisine girer. Mü’minlerin cemiyetinde müslümanların yardımına hattâ zekâtına en ehil ve lâyık olanlar akraba içerisindeki fakir ve muhtaçlardır. Bu hususta Peygamberimiz şöyle buyurur:

 

“Sadakaların (yardımların) en fazîletlisi kindar (da olsa) akrabaya yapılandır.” (Taberânî, Kebîr, III, 202)

 

Bir kelâm-ı kibarda da şöyle denilmiştir:

 

İyiliğe iyilik her kişinin kârı, 

Kötülüğe iyilik er kişinin kârı!..

 

Tercih yapılarak akrabaya yapılacak maddî ve mânevî yardımlara Hak katındaki mükâfatlarının, diğer mü’minlere yapılacak yardımların ecrinden farklı ve üstün olacağını da Sevgili Peygamberimiz hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

 

“Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır.” (Nesâî, Zekât, 82; Tirmizî, Zekât, 26)

 

Hâce Musa Efendi -kuddise sirruhû- Hazretleri ise, kitabında şu câlib-i dikkat iktibasa yer vermektedir:

 

Mücâhid bin Celber -kuddise sirruhû- buyurur:

 

“Akrabasında muhtaç kimse var iken başkalarına sadaka vermeyi Allah Teâlâ kabul etmez.” (Altınoluk Sohbetleri 5, s. 159)

 

•Akraba olan fertlerin, karşılıklı vazifelerinden biri de birbirlerini ziyaret etmeleridir.

 

Peygamber Efendimiz bu mevzudaki ilk görevimizi şu kanun mahiyetindeki sözleriyle tespit buyurmuşlardır:

 

“Akrabanızla aranızdaki münasebetlerin kökleşmesini ve devamını sağlayacak bilgileri soyunuzun büyüklerinden öğrenin!” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 49)

 

Efendimiz diğer bir öğüdünde de şöyle buyurur:    

 

“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhârî, Edeb, 12, Müslim, Birr, 20)

 

“Selâmla da olsun akrabalık münasebetlerini canlı tutunuz!” (İbn-i Hacer, Metâlib, III, 109)

 

Akrabalarımızdan bizi ziyaret eden, görüp gözeten ve iyilikte bulunanlara aynı şekilde mukabele etmek, akrabamıza karşı vazifemizi yapmış olmak için kâfî değildir. Bu sınırı da çizen Peygamber Efendimiz;

 

“İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakikî sıla, kişinin kendisi ile alâkayı kesenleri görüp gözetmesidir.” (Buhârî, Edeb, 15) 

 

Bu hadis, tutumları müsbet olmasa dahî akrabamıza irşad, yardım ve ziyaret vazifelerimizi sürekli olarak yapmak fazîletini göstermemizi tavsiye buyurmaktadır. Bu tavsiyeyi belirgin hâle getiren bir hâdise Müslim’in Sahîh’inde şöyle rivâyet olunur:

 

“−Yâ Rasûlâllah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar.” dedi.

 

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

 

“–Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allâh’ın yardımı seninledir.” (Müslim, Birr, 22)

 

Bu hâli yüce Rabbimiz de Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle tasvir eder:

 

“Sana Rabbinden indirilenin Hak olduğunu görüp bilen kimse, görmeyen gibi olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri anlar.

 

Onlar; Allâh’a verdikleri sözü yerine getirirler, yeminlerini asla bozmazlar.

 

Onlar; Allâh’ın, korunmasını emrettiği bağı (akrabalık bağlarını) koruyan, Rablerine saygıda kusur etmeyen, hesabın kötü sonuç vermesinden korkan kimselerdir.

 

Ve onlar; Rablerinin rızâsını elde etmek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda gizli açık harcayan, kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya hayatının güzel sonu (cennet) sadece onlarındır.” (er-Ra‘d, 20-22)

 

Yapılması mesut edici, ebedî neticeler doğuran akrabalık vazifelerinin terk edilmesi, ihmale uğratılması da yukarıda hem Kur’ân’da hem de Sünnet’te işaret olunduğu üzere cezayı gerektiricidir. Bu nokta, bizlere gösteriyor ki toplumumuzun huzuru ve mutluluğu akrabalık bağlarının güçlü bir şekilde canlı tutulmasına bağlıdır. Yeniden hakikatlere doğru yelken açıp bu akrabalık bağlarımızı muhabbet çerçevesinde güçlendirmeliyiz. O zaman aramızda huzur ve güven gelecektir.

 

Yüce Rabbimiz’den cümlemizi akrabalık vazifelerini îfâ eden bahtiyar kullarından kılmasını dileyerek yazımıza yüce Rabbimiz’in bu mevzuu özetleyen şu âyet-i kerîmesiyle son verelim:

 

“Şüphesiz Allah; adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara (akrabaya) yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl, 90)