Yüce Teslîmiyetin Aştığı Büyük İmtihan: KURBAN

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

 

Emir ve tavsiye ettiği her amelin özünde, mutlaka bir hikmet pınarının zuhur ettiğine şâhit olduğumuz yüce dînimiz, Zilhicce ayının her sene-i devriyesi münasebetiyle; 

 

Aslında zâhirî bir nazarla kabullenmesi gayet güç, fakat gönül gözünü açan ehl-i irfân için ise son derece ibretlik bir imtihan hâdisesini tekrar tekrar bizlere hatırlatmaktadır:

 

“Evlâdını kurban etmesi emr-i ilâhîsi karşısında en ufak tereddütte bulunmayan bir baba ve bu emrin tatbiki için hâle rızâ gösteren bir oğul!” 

 

Dolayısı ile;

 

Cenab-ı Hak; bu iki yüce şahsiyetin sergilediği âbidevî teslîmiyeti, kendisine yaklaşmamız için bir vesile örneği kılmış, ecdâdımız da bu aziz hâtırayı «yakın olmak» mânâsına gelen «kurban» kelimesi ile taçlandırmıştır. 

 

Peki, her sene îfâsı için gayret gösterdiğimiz bu ibâdet, medeniyetimizde nasıl idrâk edilirdi?

 

Bilindiği üzere bu bayram; hâli vakti yerinde olanlar mutlaka kurban keser ve bayramdan birkaç gün önce, aile efrâdından üzerine kurban vecîbesi düşenlerin hemen her biri için -vasıfları noksansız- kurbanlık koç veya koyun satın alınırdı.

 

Alınan bu kurbanlıklar; evin bahçesinde bayrama kadar beslenir, güzelce yıkanıp tüyleri taranır, boynuzları zeytinyağıyla yağlanarak süslenirdi. Ayrıca bugünlerde nişanlı damatların müstakbel gelinin evine kurdele ve altın takılarak süslenmiş koç alıp göndermesi de gelenektendi.

 

 

Süslenmiş Kurbanlıklar Tasviri,
18. Asır, Mouradgea d’Ohsson arşivi

Arefe günü sabah namazından başlanarak, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar farzların edâsının ardından «teşrik tekbirleri»nin getirilmesi ihmal edilmezdi. Bayram namazını cemaatin birbirleriyle bayramlaşması takip eder, geçmişlerin kabirleri ziyaret edilir ve akabinde doğruca eve dönülürdü. 

 

Kurban sahipleri kurbanlarını kendileri kesmeye îtinâ gösterdikleri için, bellerine uzunca bir önlük bağlayarak kesim yerine giderlerdi. Kurban kanını toplamak üzere açılmış çukurun başında, kurban kesildiğinde istenmeyen kokuların önlenmesi maksadıyla buhurdan yakılırdı. 

 

Tekbir getirilip; «Bismillâhi Allâhu Ekber» zikri ile kurban kesilirdi. Bıçağın keskin olup hayvana eziyet edilmemesine özen gösterilmesi, bıçağın kurbanın görmeyeceği bir yerde bilenmesi, hayvanın kesileceği çukurun başına çekiştirilmeden yumuşaklıkla getirilmesi, bu sırada gözlerinin ve yatırıldıktan sonra da üç ayağının bağlanması gibi hususlara titizlikle riâyet edilirdi. 

 

Kesilen hayvanın postu evde kullanılmayacaksa; medrese, cami ve tekke gibi bir müesseseye gönderilirdi. Kurbanların hepsi kesildikten sonra hâne sahibi; şükranlarını ifade etmek için, evine girip iki rekât nâfile namaz kılardı. 

 

Kesimin tamamlanmasını müteâkip, ev halkıyla bayramlaşmaya geçilirdi. Evin reisi evvelâ büyüklerinin elini öper ve ardından evdeki küçükler de onun elini öperdi. Sonrasında, varsa ev işlerine yardım edenler ve çalışanlar da sırasıyla gelip hâne sahibinin elini öpüp bayramını tebrik ederler, devamında ise birbirleri ile bayramlaşırlardı. 

 

Kurban etleri üçe taksim edilir; birinci kısım evde kalır, diğer ikisi komşu ve ahbaplara, medresedeki talebelere ve karakoldaki neferlere dağıtılırdı. Ayrıca; ibâdetini yerine getirenlerin, kurban eti pişirilene kadar ağzına başka bir şey koymaması da bayramla ilgili âdetlerdendi.

 

Yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz bayram geleneklerimizin yanı sıra, İslâmî sanatlarımız içinde mihenk taşı sayılan hat sanatımızda, kurban ibâdeti ile alâkalı verilmiş olan bazı eserlere de şöyle değinebiliriz:

 

 

İşte, bunlardan bir tanesine, gayet îtinâlı süslemeleri içeren ve kurban kesimi esnasında okunması gereken zikirlerin yer aldığı bir duâ kitapçığına ait sayfa örneğini verebiliriz.

 

Eserin yazı türünü inceleyecek olursak:

 

Sözlükte; «Bir eseri istinsah etmek, çoğaltmak» mânâsı ile yer alan; hat sanatında ise, özellikle mushaf yazımı, kitap çoğaltılması ve yazma eserler meydana getirilmesinde kullanılan «nesih» hattı ile yazıldığı görülmektedir.

 

Son olarak, makalemizin başlık kısmında yer verdiğimiz eser hakkında da bir değerlendirmede bulunalım:

 

Sâffât Sûresi’nin 109 ve 110. âyet-i kerîmelerinde;

 

سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ

 

“Selâm olsun İbrahim’e. Biz iyilik edenleri işte böyle mükâfatlandırırız.” buyurularak, Hazret-i İbrahim’e Hak katından gelen bu büyük iltifâtı, eserinde icrâ etmek de Sultan Abdülmecîd Han’a (1823-1861) nasip olmuştur. 

 

Aynı zamanda başarılı bir hattat olan Sultan, imzasını aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir istif içerisinde; «كتبه عبدالمجيد بن محمود خان» yani; «Mahmud Han oğlu Abdülmecîd yazdı» şeklinde işlemiştir.

 

Hicrî 1257 (m. 1841-42) senesinde yazılan levhada; celî sülüs hattı tercih edilmekle beraber, ilk satır ile ikinci satırda ucu farklı kalınlıkta açılmış kalemler kullanılmış; mürekkep tercihi ise; «zırnık» adıyla bilinen arsenik sülfür taşının ezildikten sonra, eritilmiş Arap zamkı ile karıştırılması neticesi elde edilen terkipten yana olmuştur.

 

Eserin tezhibinde (süsleme) sadelik ön plândadır. Çift sıra çerçeve ve yazı ile uyumlu olacak şekilde yerleştirilen, farklı ebatlardaki buket çizimleri, estetiği temin etmiştir. Ancak müzehhibe dair bir imza kaydına ise rastlanmamıştır. 

 

Îydiniz saîd olsun efendim!..