Medine’de İLK İCRAATLAR -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın misafir kaldığı Dâru’s-Sultân, yine insan kaynıyordu. Sahâbîler toplanmış, yeni bir destan yazıyorlardı. İslâm’ın bütün esaslarını, bir bütünlük içinde yaşayacaklarına ve her hâlükârda Rasûlullah -aleyhisselâm-’a itaat üzere olacaklarına dair, her biri yeniden bey‘at ediyorlardı. Erkekler, hanımlar, çocuklar; bütün sahâbîler bey‘at yarışına girmişlerdi.

 

Yiyecek ve içecek şeyler de getiren bu sahâbîler, her an bir başka güzel tablo oluşturuyorlardı. Evin içinde, dışında ve bahçesinde, izzet ve ikram görülmeye değerdi.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; kendisine sunulan hediyeleri, hemen oracıkta tesbit edebildiği fakirlere dağıtıyordu. Ev sahiplerine her vesile ile duâ ediyor, huzur ve afiyet içinde olmalarını diliyordu. Bu kutlu ev ile öyle bütünleşmişti ki; kendi evine taşındıktan sonra bile, zaman zaman bu güzel eve misafir olacaktı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; hicretten hemen sonra, ortam elverdiği zaman, şehrin sınırlarını tesbit ederek, gereken yerlere işaret taşları koydurdu. Bu sınırlar, Medine’de yaşayan bütün herkesi kapsayan şehrin genel sınırlarıydı.

 

Bir de Harem adıyla özel bir sınır tesbiti yaptı:

 

“İbrahim -aleyhisselâm-’ın Mekke’yi Harem yaptığı gibi, ben de Medine’yi Harem yaptım.” buyurarak, sınırlarını açıkça belirlediği yerlere kadar, Medine şehrini Harem-i Şerif ilân etti.1

 

Medine’nin Haremi: Güneydeki Âir ve kuzeydeki Küçük Sevr ile doğuda Vâkım, batıda Vebere harreleri arasında kalan, yaklaşık 22 kilometre yarıçapındaki daireden ibaret olup, bu sınırlar; işaretler konularak belirtilmiştir.2

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-Mekke döneminde olduğu gibi, Medine’ye hicret eder etmez, Kubâ’dan başlamak üzere, en küçük bir zaman dilimini bile boşa harcamadığı gibi, harcatmamıştı da. Her zaman olduğu gibi, o örnek davranışlarının yanında verdiği mesajla da gönülleri bir başka aydınlatıyordu. Rivâyetlere göre; Medine’de ilk icraatların en önünde gelenlerden biri selâm vermek olup, selâmın yaygınlaştırılması da emredildi:

 

“Ey insanlar! Birbirinize selâm vererek selâmı yayınız. Yemek ikrâm ediniz. Akrabalara yardım edip onlarla ilgilenerek, irtibatınızı sürdürünüz. Herkes uykudayken, siz (gece kalkıp teheccüd) namazı kılınız. Ki (böylece) selâmetle cennete girersiniz.”3

 

Görüldüğü gibi, selâm ilk önce geliyor ve iletişim selâm ile başlıyordu. Sonra ikram, akrabalarla iletişim ve ardından da güçlü bir derûnî oluşum için teheccüd namazı!

 

Selâm; aynı zamanda tanışma, tanışık olma, irtibatı sürdürme, karşılıklı güven ve esenlik içinde olma ile güven ve esenlik dileme konularını da içine alıyor malûm.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- Medine’ye hicret ettikleri andan itibaren bütün müslümanlar; akın akın ziyaretine geldikleri gibi, O’na bey‘at da ediyorlardı.

 

İşte bunlardan biri de Hazret-i Nevvâr bint-i Mâlik4 ile sevgili oğlu Hazret-i Zeyd bin Sâbit5 idi. Nevvâr Hanım, hicretten beş yıl önce Buas Savaşları’nda kocası Sâbit’i kaybetmişti. Ondan sonra hayatını oğluna adayıp, onun iyi yetişmesi için elinden geleni yapmıştı. Sevgili oğlu Zeyd, hicret esnasında 10-11 yaşlarındaydı. Anne ile oğlu da diğer sahâbîler gibi defalarca ziyarete gelmiş, bey‘at bile etmişlerdi. Ancak; bunca kalabalık arasında, O’na pek yakın olamamışlardı. Anne oğul, O’na daha yakın olmak için sürekli yeni çareler arıyorlardı:

 

–Rasûlullah -aleyhisselâm- için güzel bir tirit yemeği yaptım. Kalkıp en güzel elbiselerini giyin ve bunu O’na götür ey Zeyd!

 

Sevinçle yerinden fırlayan Zeyd bin Sâbit, aceleyle üstünü değiştirdi. En güzel elbisesini giyindi:

 

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’a selâmlarımı da götür sevgili yavrum!

 

–Tabiî ki sevgili anneciğim!

 

Sevgili annesinin verdiği büyük kâseyi alarak, büyük bir heyecan ile yola çıktı. Evleri fazla uzak değildi zaten. O kutlu eve gidip gelenler, yol boyu uzun bir koridor oluşturmuşlardı âdeta. O kutlu evin önüne gelince; onca kalabalık arasından geçip, içeri nasıl gireceğini bilemedi. Çare arayan gözlerle ileriye doğru bakarken, Eyyûb’un eliyle; «Gel!» işareti yaptığını gördü. Hâlid bin Zeyd’in oğlu olan Eyyûb ile aynı yaşta olup, en iyi arkadaşlarından biriydi.

 

Eyyûb işaret edip; «Gel!» diye de seslenince, açılan aradan geçen Zeyd, onun yanına vardı.

 

Arkadaşının yardımı ve elinde tirit kâsesiyle içeri giren Zeyd, içerisinin de çok kalabalık olduğunu gördü. Ev sahibinin yol yordam göstermesiyle Rasûlullâh’a doğru ilerledi. Yanına kadar varınca, heyecandan bir anda ne diyeceğini bilemedi. İmdadına yine ev sahibi yetişti:

 

–Yâ Rasûlâllah! Neccâroğulları’nın önde gelen hanımlarından Nevvâr bint-i Mâlik, oğlu Zeyd ile size bir hediye göndermiş!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, insanın içine işleyen o tatlı tebessümü ile Zeyd’e döndü ve sordu:

 

Senin adın ne ey genç?

 

–Zeyd bin Sâbit!

 

Seni annen mi gönderdi?

 

–Evet ey Allâh’ın Rasûlü!

 

Annenin bir isteği mi var?

 

–Annem size şu tirit yemeğini gönderdi. Selâm söyleyip duânızı istedi!

 

Allah onu bereketli kılsın! Allah size bereketi bol nimetler versin!6

 

Hazret-i Zeyd bin Sâbit, tirit dolu büyük kâseyi Rasûlullâh’a uzattı. Rasûlullâh’ın yanına kadar varıp, O’nunla konuşma saâdetine erdiği için; bir yandan mutluluktan uçacağı geliyor, diğer yandan heyecandan titriyordu. Rasûlullah -aleyhisselâm- kâseyi alıp, birkaç lokma yedikten sonra, oradakilere döndü:

 

Şunu yiyiniz ve kardeşlerinize duâ ediniz!7

 

Tirit dolu büyük kâseyi ashâbına verdikten sonra, tekrar Zeyd’e döndü. Ellerini tutup, başını okşadı ve hayır duâda bulundu.

 

Huzur içinde huzur devşiren Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh-, müsaade isteyip sevincinden uçacak gibi bir hâlde çıktı oradan. Hayatında en çok istediği şeye erişmişti. Rasûlullah -aleyhisselâm- ile yakından görüşmüş, O’nun mübârek ellerini tutup musafaha etmiş, O’nun tarafından başı okşanmıştı! Bütün hayatı boyunca, bitirmeden anlatacağı en büyük hikâyenin sahibi olmuştu!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- için hepsi seferber olmuşlardı aslında. Hediye ve ikramların biri geliyor, biri gidiyordu. Dâru’s-Sultân, arı kovanı gibi olmuştu âdeta.

 

Aradan sadece bir gün geçmişti. Hazret-i Zeyd yine ziyaretteydi. Gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Rasûlullah -aleyhisselâm-, yine yanına çağırıp başını okşadı. Bu sırada oradakilerden biri, bu küçük çocuğun en büyük özelliğini dile getirdi:

 

–Yâ Rasûlâllah! Bu çocuk, Kur’ân-ı Kerim okuyup ezberlemeyi çok sever.

 

Oradakilerden biri böyle tanıtınca, Rasûlullah -aleyhisselâm- tebessüm ederek, Zeyd’e döndü:

 

Ne kadar âyet ezberledin ey Zeyd?

 

–17 sûre!

 

Bizlere, biraz oku bakayım!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın huzûrunda, ezbere bildiği sûrelerden birini okumaya başladı. Onu bitirince bir başka sûre okudu. Rasûlullah istedikçe, Zeyd de okudu. Zeyd’in böyle güzel okuması karşısında, ona duâ etti ve yanına sürekli gelmesini istedi.8

 

Kur’ân-ı Kerîm’i güzel okuyan küçük Zeyd, Peygamber Efendimiz’i çok memnun etti.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

____________________

 

Buhârî, Büyû‘, 53, Cihâd, 71, 74; Müslim, Hacc, 454.

 

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 77, 82, 108-109, 143-146; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 126-127, c. 3, s. 87, 341-343, c. 4, s. 155, 231, c. 5, s. 429; İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, c. 1, s. 152, 155-156, 169; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 1-31; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 3, s. 140-141, c. 4, s. 455, c. 5, s. 238-240, c. 7, s. 374-375, 599-600, c. 9, s. 129-131, 552-553.

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 235; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 541; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 8; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 13; İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî; Zeylu Târîhu Bağdâd, c. 18, s. 45.

 

نوّار بنت مالك Hazret-i Nevvâr bint-i Mâlik, ensârın Neccâr oğulları kabîlesine mensuptur. Medine’de ilk sırada İslâm’a girenlerden biridir. Daha fazla malûmat için bakınız lütfen: İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 553-554; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 279.

 

زيد بن ثابت Hazret-i Zeyd bin Sâbit bin Dahhâk el-Hazrecî en-Neccârî el-Ensârî (45/665), Medineli genç sahâbîlerin önde gelenlerindendir. İslâm tarihinde çok önemli bir yeri olan Hazret-i Zeyd hakkında ayrıntılı malûmat için bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 355, 358-362; İbn-i Kuteybe, el-Maârif, s. 154, 284, 342; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 2, s. 225, c. 4, s. 371; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 551-554; İbn-i Asâkir, Târîh, c. 29, s. 295-341; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 278-279; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 426-441.

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 355, 358-362; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 551-554; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 278-279

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 355, 358-362; İbn-i Kuteybe, el-Maârif, s. 154, 284, 342; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 2, s. 225, c. 4, s. 371; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 551-554; İbn-i Asâkir, Târîh, c. 29, s. 295-341; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 278-279; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 426-441.

 

İbn-i Kuteybe, el-Maârif, s. 154, 284, 342; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 2, s. 225, c. 4, s. 371; İbn-i Asâkir, Târîh, c. 29, s. 295-341.