HİZMET EDEBİ

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

 

Sizlere bu yazımda yaşadığım bir İstanbul nezâketini aktarmak istiyorum. Benim yaptığım nezâketsizliğin nasıl düzeltildiğini ve İstanbul nezâketinin nasıl olması gerektiğini anlatacağım. 

 

Efendim 1991 yılında Ramazan umresine gittim. Değerli dostum ve kardeşim Mehmet KANDEMİR’le birlikteydik. Tabiî iftarlar Mekke’de, Kâbe-i Muazzama’yı seyrederek gerçekleşiyor. İftar saati yaklaşırken -gidenler bilirler, gitmeyenlere de Allah nasip etsin- çay ikrâmı olur, zemzem ikrâmı olur. Mekke’nin içi olduğu için öyle her şey gelmiyor; pide, hurma o kadar, sevgili dostlar! Biz de yeni geldik. Tabiî büyüklerimiz var; merhum Musa Efendimiz -kuddise sirruhû- o sofradalar, merhum Adanalı -Allah rahmet etsin- Faruk Amcamız orada, merhum İzmir vazifelisi Doktor Dursun Amcamız orada, yine merhum -Allah rahmet etsin- Hulusi BAYBAL Ağabeyimiz, Samsunlu Hüseyin Amcamız, Nevşehirli Hüseyin Amcamız, Aksaray’dan Cemaleddin PEREK Ağabeyimiz, Bandırmalı merhum Nazım Amcamız o sofradalar.

 

Biz tabiî o zamanlar daha genciz; iftar saatinden bir saat kadar önce, Cemaleddin PEREK Ağabeyimiz -Allah hayırlı uzun ömürler versin- bana;

 

“–Kuzum; al şu parayı, git pendir al!” dedi. Aksaray şivesi ile;

 

“–Peynir al, gel! İhvana akşam iftarda pendir ikram edelim.” dedi. 

 

İyi de, pendiri/peyniri içeriye nasıl sokacağız? Peynir küçük küçük paketlerde tabiî. Benim de o zaman belimde kuşağım var. Mehmet KANDEMİR Kardeşimizle beraber, iftar saatine aşağı yukarı yarım saat kala hazırlandık gittik, peynirimizi aldık. 30 paket küçük yani 50’şer gramlık peyniri aldık ve o kuşağın içerisine, güzel bir şekilde yerleştirdik. Sağ tarafımda termoslar var iki tane, üzerimde örtü ve seccade var, güzelce Kâbe’nin içerisine gireceğiz. O kadar mutluyuz, o kadar emininiz, hattâ bunu söylemek biraz iyi olmayacak ama gururluyuz -Allah affetsin-. Peynir getiriyoruz Kâbe’ye; iftar sofrasında ihvana, büyüklerimize peynir ikrâm edeceğiz; «Bugün ilk defa farklı olacak.» diyoruz. Neyse iftar saati yaklaştı, biz tabiî içeri girdik, alelacele ben hemen entarimi çıkardım; beş dakika kaldı iftara; bardakları dağıttık, ekmekler, zeytin, hurma ve ikrâm olarak herkese küçük paket peynir. Ben tabiî vakit dar olduğu için; ayakta pat pat pat herkesin önüne atmaya başladım o peynirleri. Üçüncü paketi attım mı bilmiyorum. -Allah rahmet eylesin- Tevfik KOLBAŞI Ağabeyimiz hemen tuttu elimi; «Bırak, otur!» dedi. 

 

“–Burası mânevî bir sofra, Musa Efendi’nin sofrası; burada edepsizlik olmaz, böyle atılmaz! Yapacaksan; kibarca, nâzikçe, herkesin önüne minnetle, tevâzuyla bırak. Yapmayacaksan hiç yapma!” dedi. 

 

Düşünebiliyor musunuz hâlimi?!. Düşünün bir; o kadar mübârekler var, biz sanki iyi bir iş yapıyoruz. «Ne güzel yaptık» diye düşünüyoruz;

 

“–İstanbul!.. İstanbul!..” diyoruz. Tabiî o zaman 91’de daha 25 yaşındayım, ağlayacak gibi oldum. Hemen Oğuz AYDINOL Ağabeyimiz -merhum, Allah rahmet eylesin- geldi ve;

 

“–Kuzum kalk, nezâketli ol, al tekrar dağıt! Al önlerinden, tekrar koy, kendin koy. Sağ taraftan, arkalarından teker teker önlerine bırak!” dedi. 

 

Bakın küsmek yok, sevgili dostlar! İstanbul nezâketi bu. Küsmek yok; «Bana niye bağırdı? Bu kadar insan var, Kâbe’de bu olur mu? Kulağıma söylesin!» demek yok. Demek ki bana öyle gerekiyormuş, benim anlamam için. Gururumuz var ya; biz ikram ediyoruz, burada güzel insanlar var, Allah dostları var, buraya ikram ediyoruz, hafif de bir kendini beğenme geçti gönlümüzden. E genciz, 25 yaşındayız dedik. Ama Oğuz Ağabeyimiz;

 

“–Vazgeçmek yok, küsmek yok. Kalk al o peynirleri…” diyor.

 

Güzelce tek tek, herkesin önüne, kibarca, tebessüm ederek dağıttık. Hepsi de -Allah rahmet etsin- az önce saydığım mübârekler tebessüm ettiler. Cemaleddin Ağabey de güldü. Allah hayırlı ömür versin.

 

Oğuz Ağabeyimiz’in yanına geldik, oturduk. Niye anlattım bunu? Evet her nerede olursak olalım, Mekke’de Medine’de, yurt içinde, yurt dışında, İstanbul’da, Hakkâri’de… O İstanbul’un güzelliğini, nezâketini inşâallah unutmayalım. Oldu mu? Bak, benim başımdan geçti, kulağım çekildi, o kadar kişinin içerisinde Fahri SARRAFOĞLU azarlandı. 

 

Ama Oğuz Ağabeyimiz;

 

“–Tasavvufta eğitim böyle olur; haydi kalk, küsme yok, devam!” dedi. Buradaki eğitim böyleymiş. Ha niye anlattım bunları? Herkes kendine göre örnekliğini, ibretini alsın. Deprem bölgesine gidiyoruz sevgili dostlar! Gidiyoruz, giden genç kardeşlerimiz var, Allah güçlerine güç katsın. Aman sevgili kardeşlerim, büyüklerim; orada hizmet yapan, aşevinde çalışan aşçılar, binlerce kişi çalışıyor. Hepsine teşekkürler… Ama inşâallah İstanbul nezâketi dediğimiz gönül nezâketini, insan sevgisini elden bırakmayalım. Kalp kırmadan yola devam edelim. Benim peyniri attığım gibi, tepeden atmayalım. 

 

Allâh’a emânet olunuz.