ÂŞIKLAR ÖLMEZ!

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Yâ Rab, bu ne derttir derman bulunmaz,

Benim garip gönlüm aşktan usanmaz,

Âşık ki cana kaldı âşık olmaz;

Cânın terk etmeyen, mâşukun bulmaz.

 

Aşk pazarıdır, bu canlar satılır,

Satarım canımı kimseler almaz,

Âşık, bir kişidir, bu dünya malın;

Âhiret korkusun bir pula saymaz.

 

Bu dünya ol âhiretten içeri,

Âşıkın yeri var kimseler bilmez,

Yûnus öldü diye selâ verirler;

Ölen hayvân imiş, âşıklar ölmez. (Yûnus Emre)

 

 

 

Pederimin vazifesi sebebiyle, Trakya’nın şirin bir kasabası olan Uzunköprü’deydik. 

 

10-12 yaşlarındaydım. 

 

Askerî lojmanlar Ergene Nehri’ne çok yakın olduğu için; sık sık dere kenarına gider, oynardık.

 

Yine böyle bir gün nehrin kenarında oynarken; suyun içinde bir taş dikkatimi çekti, üzerinde sanki yazılar vardı. Eğilip taşı aldım; ancak taşı sudan çıkarıp elime aldığım zaman, taşın üzerindeki yazılar kaybolmuştu. Taşı cebime koyup, arkadaşlarla oyunumuza devam ettik.

 

Eve geldiğim zaman; taşı cebimden çıkarıp tekrar baktım, üzerindeki yazılar görünmüyordu; «Herhâlde yanlış gördüm.» diye düşündüm ama o taşı atmadım, atmadığım gibi de sakladım ve o taş ile birlikte taş biriktirmeye başladım, hâlâ da dünyanın çeşitli yerlerinden gelen hatırı sayılır bir taş koleksiyonum vardır. 

 

Aradan yıllar geçti, İstanbul’a yerleştik.

 

Günlerden bir gün; bir sohbet halkasında, bu taşın hikâyesini bir büyüğümüze anlattım: 

 

“–Taşı saklıyor musun?” dedi.

 

“–Evet, ama üzerindeki yazılar görünmüyor.” dedim.

 

“–Görünmez tabiî, o ancak yerinde görünür.” dedi.

 

O günden sonra bu taş hâdisesi daha da merakımı celbetmeye başladı, artık rüyalarıma giriyordu. Bir dahaki sohbetimize o taşı da yanımda götürdüm ve büyüğümüze gösterdim.

 

“–Bak evlâdım! Bu taşın sırrını ancak Havlucu Ahmet Amca çözer.” dedi. “Ümmî bir adamdır kendisi. Edirne’de bulunan büyük evliyâlarla mânen irtibatlıdır.” 

 

“–Nerede bu Havlucu Ahmet Amca Efendim, kendisine nasıl ulaşabilirim?” diye sordum.

 

“–Edirne’ye gideceksin. Kendisi her sabah Eski Cami’de cemaatle sabah namazı kılar. İşrak vaktine kadar tesbih ve zikirle meşgul olur, orada bulabilirsin.” dedi.

 

Uygun bir zaman kollayıp Edirne’ye gittim ve Eski Cami’de Havlucu Ahmet Amcayı buldum. Ona durumu anlatıp, taşı gösterdim.

 

Havlucu Ahmet Amca; taşı evirdi çevirdi, sonra anlatmaya başladı:

 

“–Bak evlâdım! İnandıkları dâvâ uğruna Arabistan çöllerini aşan sahâbe-i kiram -radıyallâhu anhüm- efendilerimiz; Anadolu’ya, İran’a, Azerbaycan’a kadar uzanıp «i‘lâ-yı kelimetullah» uğruna candan, cânandan vazgeçmişler. Daha sonra onların açtığı yoldan ilerleyen dâvâ adamı gönüllüler, Anadolu bozkırlarını aşarak Balkanlara kadar uzanmışlar. Gittikleri yerlerde gönülleri fethetmenin, gönülleri kazanmanın derdinde olmuşlar. İşte bu taşın üzerinde de bir yer tarif ediliyor, tarif bu evliyâlardan birinin yerini işaret ediyor olabilir.” deyip tarif edilen yeri bana yazdırdı.

 

Artık bu vazifeyi tamamlamam lâzımdı, uygun bir zamanda tekrar Uzunköprü’ye gidip nehrin kenarında önce taşı bulduğum yeri buldum. Eski tek kişilik iptidâî bir teleferik vardı, onun demir ayağının dibindeydi taşı bulduğum yer. Nirengi noktası olarak alarak orayı aldım ve defterimdeki tarifi takip etmeye başladım.

 

Kasabada tarifin bittiği yerde bir banka vardı, başka görünürde bir şey yoktu. Bankanın karşısında eski bir bakkal dükkânı vardı; oraya girdim, içerideki yaşlı amcaya durumu anlattım.

 

Yaşlı amca önce bana gülümsedi: 

 

“–Hayırdır evlât, define mi arıyorsun?” dedi.

 

“–Yok amcacığım; bir büyüğüm bana bu yerde bir evliyâ kabrinin varlığından söz etti, görünür olmak istediği için bunun bir işaret olabileceğini söyledi… o sebeple…” deyince; 

 

“–Olabilir evlât! O bankanın olduğu yerde, çok eski bir çeşme vardı, üzerinde de çok güzel çiniler vardı. Ama gördüğün gibi artık yok.

 

Buna benzer bir durum daha anlatayım sana evlât: 

 

Meselâ; bu köprünün yapımı sırasında burada çalışan işçilere gönüllü olarak yardım eden, hastalara bakan, yaralananlara ilâç veren iki gönüllü hanımın, «Ana Bacı»nın kabri de vîran durumda.

 

Maalesef bu güzel insanların kabirleri bugün, kendi adları ile anılan Ana Bacı Caddesi’nin hemen başlangıcında bir merdiven altında metruk bir vaziyette. 

 

Hâlbuki 1894 tarihli Edirne Salnâmesinde; «Ana Bacı, kasaba kenarında türbe-i mahsûsalarında medfûn olup mezarları sade taştır. Gazi Turhan Bey’in emektarından bulundukları rivâyet olunuyor. Türbeleri harap, civardaki kabristan muhafazasız iken, ashâb-ı hayrât ve müntesibîn tarafından Gazi-i
Merhûm’un türbedârı Hacı Mustafa Dede tarafından türbe-i mezkûre müceddeden inşâ olunduğu gibi, kabristan dahî muhafaza edilmiştir.» deniliyor.

 

Bugün ise ne tarihî Osmanlı mezarlığı ne Ana Bacı Türbesi kalmış. Tarihî eser katliâmından ilçemizdeki mezarlık ve Ana Bacı Türbesi de nasîbini almış. Bugün hüzünlü bir şekilde; gönüllü, irfan sahibi ehl-i himmetten bir Fâtiha beklemekteler. Olsun. Yûnus’umuzun dediği gibi; 

 

«Ölen hayvân imiş, âşıklar ölmez!»” dedi.

 

Amcaya vedâ edip hemen belediyeye gittim; İstanbul’dan geldiğimi, kabrin olabileceği yerin tarifini ve orada tanıştığımız amcanın çeşme ile ilgili söylediklerini görevlilere îzah ettim. Notlar aldılar, iyi niyetle ilgileneceklerini söylediler.

 

O tarihten sonra bir daha Uzunköprü’ye gitmek nasip olmadı, ama o taşı hâlâ saklarım.

 

Kâinâtın varlık sebebi, esrâr ve nur menbaı Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rûh-i saâdetlerine ve O’nun ashâb-ı kirâmının, cümle evliyâullâhın rûhâniyetlerine bir «Fâtiha» ikrâmınızı dilerim!

 

Rabbimiz, hayatımızın son ânını, bizlere de şeb-i arûs eylesin… Âmîn… 

______________

Eğitimci-Yazar Özcan GÜNER’in makalesinden iktibaslar vardır.