GENÇLERE OLAN YAKLAŞIMLARIMIZ

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU  nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Bu ay, ilk-orta-lise ve yükseköğrenimlerde eğitim gören evlâtlarımızın eğitimlerinin, bu sene itibarıyla sona ereceği ve uzun bir yaz tatili dönemine girileceği malûmunuzdur. Bu süreç dolayısıyla; aile üyeleri, akraba, eş-dostlarla daha çok birlikte olacak yavrularımız. Dileriz ki; yakınlarıyla birliktelikten, lezzet alacak şekilde güzel hasletlerimizle hemhâl olsunlar. Yanı sıra; bu tatil sürecinde, onların bilhassa kendi yaşıtlarıyla beraber bulunabilecekleri, çeşitli dînî, kültürel, sportif aktivitelerin yapılabileceği ortamlarda, maddî ve mânevî yönden gelişebilmeleri adına zeminler hazırlamak, güzel bir çalışma olur. Tabiî önce temel eğitimin kaynağı, anne-babaların, sonra eğitimlerin alındığı-verildiği kurumların öğretmenlerinin, eğitmenlerinin; gençlerimize, yaşlarına göre en güzel şekilde yaklaşmaları uygun olandır. 

 

İstikbâlimizin ve geleceğimizin güvencesi olan gençlik; âdeta harmandaki bir avuç tanede gizlenmiş, milletlerin istikbâlinin, şifrelendiği bir denklem gibidir. İstikbâlin menfîliği birtakım eller sebebiyle ise, güzelliği ve yüceliği de, aynı sebeplerle olacaktır. İşte gençlik, bu ellerin sahibidir. Genç ihmal edilirse, bütün bir istikbal ihmal edilmiş olur. Bunun tam tersi olarak genç neslin îmârı, geleceğin îmârı demektir. Dolayısıyla dindar bir nesil, güzel günlerin ve istikbâlin habercisidir. Yeter ki onları yetiştirme hususunda duyarlı olalım, onları dijitale kaptırmayalım veya dijitali onlara göre ayarlayalım.

 

Şurası muhakkak ki; inanç ve akîdeyi istikbâle taşıyan, genç nesildir. İslâm tarihine baktığımızda, hak ve hakikat dâvâsını omuzlayan, âdeta lokomotif vazifesi gören gençler vardır. Medine’den Yemen’e, Bizans’tan Habeş diyarına kadar, İslâm’ın rahmet tohumlarını bir rüzgâr gibi taşıyan Hazret-i Aliler, Hazret-i Mus‘ablardır. Hazret-i Bilâl-i
Habeşî, Hazret-i Enes, Hazret-i Abdurrahmân bin Avf, Hazret-i Üsâme bin Zeyd, Hazret-i Abdullah bin Mes‘ûd, Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, Hazret-i Hanzala, Hazret-i Abdullah bin Ömer, Hazret-i Habbâb
 (Hazret-i Allah hepsinden râzı olsun) bunlardandır. Onlar ki; güzeli en güzel şekilde anladılar, yaşadılar ve yaşattılar. Kelimeler ve kavramlar arasında kalıp, tatbikini başkalarına bırakmadılar. Bugün de; var olan pek çok menfîlikten kurtulmak, ancak Hazret-i Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyye’yi doğru anlayıp, yaşamak ve sahâbe efendilerimizin yolundan gitmekle mümkündür.

 

Fakat ne hazindir ki; tertemiz bir mâzîmiz varken, başarı ve zafer yollarımıza, yüce dîn-i İslâm hep ışık tutmuşken; uzun süredir biz umudu, her yönüyle çökmüş ve köhnemiş batı değerlerinde arıyoruz. Bilhassa gençlik ne yazık ki, menfî ve kendisine hiç yakışmayan kulvarlarda geziniyor. Hâlbuki yeni yetişen nesil; asr-ı saâdetten günümüze uzanan çizgide, ilim ve irfan ile kendisine yaraşır bir yer bulsa ve o yerin temsilinin gereklerini, en kâmil mânâda yapabilse, en kısa zamanda yepyeni bir asrın doğması zor değildir.

 

Ama iş; o güzel nesli yetiştirmek adına neler yapabileceğimiz, yanı sıra onlara ulaşmak için hangi davranışları sergileyeceğimizdir. Bu idealleri, onlara nasıl kavratacağız? Bilhassa çocukluktan yeni çıkmış, ortaokul ve lise öğrencilerine, bahsettiğimiz hakikatleri ne şekilde anlatacağız?

 

Her hususta olduğu gibi, bu konuda da rehber alacağımız yegâne şahsiyet, yüce dînimizin biricik öncüsü, Peygamberimiz -aleyhisselâm-’dır. İslâm tarihinden öğrendiğimize göre, Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-; kendi devrinde, en çirkin davranışları icrâ eden câhilî bir topluma, İslâm’ın mükemmel prensiplerini anlatırken, muhteşem bir üslûp kullanmıştır. O -aleyhissalâtü vesselâm-; muhataplarına son derece sabırlı, müşfik, leyyin yani yumuşak bir tavırla, tevâzuyla, iç derinliği ve ihlâsla muamele etmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Sen insanları Allah yoluna; hikmetle, güzel ve mâkul öğütlerle davet et, gerektiği zaman da onlarla, en güzel tarzda mücadele et! 

 

Rabbin; elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi, kimlerin doğru yola geleceğini de, pekiyi bilir.” (en-Nahl, 125) buyuruluyor. 

 

Âyetten anlaşılacağı üzere; muhataplar en güzel üslûpla, Kur’ân’dan ve Sünnet’ten delillerle, Hakk’a ve hakikatin güzelliklerine davet edilmelidir.

 

Bu davet; muhatabın yaş seviyesine, anlayış kapasitesine göre uygun ve akıllıca bir seyir takip edilerek gerçekleşmelidir. Konuşmaların; kalabalık ortamlarda, insanların yorgun ve sinirli oldukları vakitlerde değil, karşılıklı konuşmaların anlaşıldığı bir zeminde ve mâkul ortamlarda olması tercih edilmelidir. Zira insanlar, ancak sakin ve dinlenmiş bir zihinle anlatılanları kavrayabilirler. Konuşurken lâf kalabalığına da gerek yoktur. Anlatılması gerekenler; zihinleri yormadan, abartıya kaçmadan söylenmelidir. 

 

Süreç içerisinde konuşmayı monotonluktan kurtaracak, çarpıcı misaller verilebilir yahut muhatabın hoşlanacağı konulardan bahisler açarak, konuşmaya farklı bir samimiyet katılabilir. 

 

Karşımızdakini anlatılanları anlayabilecek seviyeye getirmek de akıllıca bir davranıştır. Verilmesi gerekenler muhatabı sıkmadan, bunaltmadan verilmeli; «İllâ da bu anlattıklarımı yapmalısın!» demeden; «İstersen anlattıklarımı bugün düşün, sonra yine konuşmak arzu edersen konuşabiliriz, olmaz mı?» diyerek, muhatap duygularıyla baş başa bırakılmalıdır. 

 

Konuşurken; gerektiğinde, muhataba farklı bir bakış açısı sunmak adına, hem de kuralların arasına sıkışıp kalmaması için, kendinizden yahut güncel müşahhas misallerle, konuya derinlik kazandırılabilir, ilgi çekilebilir. Hakikatleri anlatırken, asla şahsî görüşler ön plâna çıkarılmamalı, daima «hak» öne çıkarılmalı, asıl verilmek istenen konuya odaklanmalı, nefisler konuşmamalıdır. Hele; «Bak benim dediğime nasıl da geldin, gördün mü?» gibisinden sözler sarf edilmemelidir. Bu tür anlatımlarda bazen; «Kaş yapayım derken göz çıkarılabiliyor.» Bunların olmaması için şuurla, bilgiyle, en evvel de, ihlâsla, muhataba yaklaşılmalıdır. 

 

GENÇLERE YAKLAŞIM TARZLARI

 

Ebeveynler, öğretmenler, eğitmenler gençlere olan davranışlarında çok hassas, titiz ve özenle davranmalılar. Eğer gence îman esasları, ahlâkî konularda bazı tavsiyeler veya nasihatlerde bulunulacaksa, aşağıda madde madde özetlediğimiz hususlara, çok dikkat ederek, ayrıca duâlar ederek yaklaşmak îcap eder. 

 

1. ÖNCE İNANÇ BOŞLUĞU GİDERİLMELİ, ÎMAN TELKİN ETMELİ 

 

Günümüzde bir ahtapot gibi insanlığı kasıp kavuran îmansızlık buhranı, öncelikle gençleri tesir altına almıştır. Hayat ve enerji dolu gençlik; maalesef çağın îmansızlık buhranıyla, çepeçevre kuşatılmıştır. Fıtrat olarak her insan, kendisini «aşkın bir güce» inandırmak ister. İnsan fıtratı; inanılan şeyin, aklını ve kalbini tatmin etmesini ister. Devrimizin vahim hastalıkları olan; «Ateizm» ve «Deizm» istisnâ tutulursa, gençlik; «Hak» veya «bâtıl» mutlaka bir şeye inanır. Peki;

 

Öyleyse îman buhranı nereden kaynaklanmaktadır? 

 

Hiç şüphesiz bu bunalımın kaynağı; inanılan şeyin, aklı ve kalbi tatmin edememesindendir. Yaşanan hayat içinde insanlık ve bilhassa da gençlik, pek çok sahte mâbudlar ortaya koymuş ve yaratılışın arayıp meylettiği, aklın ve kalbin tatmin olduğu, tevhîdî inanıştan mahrum kalmıştır. O zaman bu mahrumiyeti gidermek adına; en önce ebeveynler, daha sonra tüm eğitmenler kendileri, şuurlu bir îman donanımıyla, evlâtlarına, öğrencilerine îmânı telkin etmelidir. Sonra da, istisnâsız -sadece imam-hatip ve Kur’ân kurslarında değil- eğitim verilen her okulda; îman hakikatleri, Kur’ân ve Sünnet muhtevâsı çerçevesinde, yeni yetişen nesle, en kâmil mânâda öğretilmelidir. Bütün bir gençlik, bu hayatî hususun dışında tutulamaz.

 

2. GÜZEL AHLÂK AŞILANMALI

 

Îman buhranının yanı sıra; bugünkü çağdaş dünyada, eşine rastlanmamış vahim bir «ahlâk buhranı» yaşanmaktadır. Özellikle Avrupa ve Amerika’da ve sonra da bütün müslüman ülkeler dâhil olmak üzere topyekûn insanlıkta, esef verici büyük bir ahlâkî erozyon görülmektedir. Ahlâkın bozulması; önce aileleri sarsmış, ardından pek çok sosyal patlamalara sebep olmuştur. Tabiî bu durum, tevhid inancından yoksunluğun sonucudur.

 

Senelerdir eğitim sistemimizdeki batı menşeli bozuk sistem; ne yazık ki bozuk fikirli, dünyaperest bir nesil yetiştirdi. Bunun sonucunda, kontrolünü kaybeden gençlik; eğlenceye ve sefâhate dalmış ve yine gençlikte; egoizm, şehvetperestlik, düşünce dağınıklığı, menfaatperestlik, merhametsizlik, şiddet, uyuşukluk ve tembellik, hazırcılık, başıboşluk, mes’ûliyetsizlik, gösteriş budalalığı, geçmişi hor görme, yağcılık, asalaklık, gaye ve hedeften uzak yaşama gibi birçok rûhî dengesizlik ortaya çıkmıştır. 

 

O zaman ne yapmalı? Gençler en âlî mânâda, İslâm’da ifadesini bulan; «güzel ahlâk» ile tezyin edilmelidir. Gençler, batı kültürünün uzantıları olan fikirlerden kurtarılmalıdır. Bunun için ruh ve beden bütünlüğünü sağlayacak dengeli bir eğitim gerekir. Yani konu yine eğitime dayanmaktadır. «Nasıl bir eğitim?» denirse, biz de deriz ki; «Gençlere ilim ve ahlâkın, bilim ve irfânın bütünleştiği bir eğitim» verilmelidir, bu şarttır ve bu değerine paha biçilmez çalışma için geç kalınmıştır.

 

3. KİMLİK ARAYIŞI 

 

Görülüyor ki senelerdir; batı kültürü bütün imkân ve güçleriyle insanlığı istîlâ etmesine rağmen, insanoğlu aradığını batı kültüründe bulamamıştır. Çünkü batı kültüründe insan; tıpkı câhiliyyede olduğu gibi, kendi putunu kendi yapmakta, kendi ilâhını kendisi oluşturmaktadır. Meseleyi biraz açarsak, İslâm’ın dışında bir kimlik arayışına düşen insanlık ve gençlik; câhiliyye devrindeki gibi birtakım ilâhlar aramaya başlamış, bulamayınca pek çok sahada kendilerine çeşitli ilâhlar îmal etmişlerdir. Böylece dipsiz bir kuyuya itilen insanlığın, içine düştüğü bunalımdan istifade etmek isteyen mihraklar, gençliğin önüne çeşitli menfî «rol model»ler koymuşlar ve bir yol ayrımı oluşturmuşlardır. Bu yanlış «rol model»ler, kimi zaman insanlığın aleyhine olabilen siyâsî liderler olurken, kimi zaman da şahsiyeti tamamen psikiyatrik birer vaka olan ahlâksız şarkıcılar, aktörler, sinema ve müzik dünyasından birer; -hâşâ- «ilâh-ilâhe» gençlere takdim edilmiş ve milyonlarca genç, bu ahlâksızların peşine düşürülmüştür. Kontrolsüz medya da, maalesef bu çirkinliklerin yayılmasında öncülük etmiştir. Ve gençlere âdeta; «İşte sizin idolünüz, kimliğiniz, örneğiniz bu!» denmiştir. Böylece gençliğe güya özgürlük adına; «yanlış bir kimlik» sunulmuştur. Aynı zamanda gençliğe; sanat adına da, pek çok sapkınlık aşılanmıştır. 

 

Müslüman gençlik de, elbette bu olanlardan menfî etkilenmiştir. Batı kültürünün yoğun istîlâsı altında bulunan müslüman ülkelerde; İslâm ne yazık ki, eğitim programlarına alınmadığı için, hattâ «çağ dışı», «yobazların-gericilerin inandıkları» olarak lânse edildiğinden dolayı, müslüman yeni nesil, İslâm’ın hakikatlerini öğrenmekten uzaklaştırılmıştır. Onlar İslâm’ı ailelerinden ne şekilde -yanlış veya doğru- öğrendilerse, o şekilde davranış geliştirmişlerdir. Hattâ öyle ki, bu nesil; hayat yolculuklarının ilerleyen süreçlerinde, kendilerine çok lâzım olacak, aileden alınan güzel mîrasların kıymetini bilememişlerdir. Dolayısıyla böylesi bir ortamda, müslüman gençler; hedefsiz, gayesiz bir kimlik arayışında, yanlış adreslerde, aslî değerlerinden uzaklaşmışlardır.

 

4. HEDEF-GAYE AŞILANMALI, DÂVÂ ŞUURU VERİLMELİ

 

Bugün gençler; kendilerini ilgilendirmeyen, pek çok lüzumsuz bilgi ve fikirlerle meşgul edilmektedir. Asıl kendilerini ve bütün bir insanlığı ilgilendiren hak ve hakikatlerden uzaklaştırılan gençlik; birçok gereksizle oyalanarak, gayesiz bir şekilde yanlış yollarda yürütülmekte, yanlış adreslerde kimliğini aramaktadır. 

 

Unutulmasın ki hedefsiz, idealsiz yetişen bir gençlik; hayatının her merhalesinde yanlışlar batağına sürüklenir, nefsinin isteklerini baş tâcı eder. Hâlbuki onun baş tâcı etmesi gereken, hem kendini hem etrafını, buhranlı ve sıkıntılı ortamlardan kurtaracak, ulvî ve kudsî mefkûreleri olmalıdır. Meselâ, gençlik hayatı; kâmil bir îman, kâmil bir ahlâk, kâmil bir aile, kâmil bir toplum ideali ile yaşanmalıdır. Bu gerçeklerin hâkim kılınması, onun dâvâsı olmalıdır. Uğrunda yürüyeceği bir dâvâsı olmayanlar; nefislerinin, hislerinin peşinde koşarak, şeytana uyarak, çılgın arzularının ardından sefâhate sürüklenirler. Bugünkü tablo da budur. 

 

Oysaki inanç ve akîdeyi geleceğe taşıyacak, yorulmaz şahsiyetli gençlerdir. Geçmişini, mâzîsini, değerlerini unutmayan, «izm»lerin peşinde değil, «ilim ve irfânı», «hak ve hakikati» hâkim kılma azim, gayret ve idealinin peşinde olan bir gençliğin yetiştirilmesi için her eğitici elini taşın altına koymalıdır.

 

5. DOĞRU ARKADAŞ, DOĞRU ÇEVRE 

 

«Arkadaş insanı vezir de eder, rezil de» sözünden hareketle; hayatlarının en enerjik, sevgi ve muhabbet dolu devresinde çoğu genç, yanlış arkadaş seçiminin kurbanı olabiliyor. «Büyükler bizi anlamıyor!» diye şikâyet ettikleri yeni yetişme dönemlerinde; bilhassa ortaokul ve lise yaşlardaki gençlerin, dert ve problemlerini açacakları, sevinç ve üzüntülerini paylaşacakları arkadaşları, onlar için çok büyük önem taşır. Bu dönemlerde «arkadaşlar» âdeta «cankurtaran simidi», vazifesi görür. Tam bu noktada, Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın; 

 

“Kişi dostunun dîni üzeredir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 19) mübârek sözü tecellî eder.

 

İyi ve güzel davranışlar, kişiyi her yönlü ihyâ ederken; yanlış ve çirkin alışkanlıklar, gençleri içinden çıkılamaz felâketlere sürükleyebiliyor. Genç; özünde aldığı değerlere göre cennete âşık arkadaşlar seçebileceği gibi, cehenneme odun olabilecek arkadaşlar da seçebilir. Dolayısıyla ebeveynler ve eğiticiler;  ellerinden geldiğince gencin özüne güzel birikimler koyarak, iyi arkadaş seçmesini temin etmelidir. 

 

6. GENÇLERE
DOĞRU ve MÜSBET ME
ŞGULİYETLER SUNULMALIDIR 

 

Gençliğin boş vakitlerinin faydalı ve verimli bir şekilde değerlendirilmesi adına, her türlü gayret gösterilmelidir. Gençlerin mevcut potansiyellerini doğru yönlere kanalize edecek, onların yetenek ve kabiliyetlerini, sanata dair yönlerini sergileyecek alanlar oluşturulabilir ki, bugün bunlar kısmen karşılanabiliyor. Gençlerin ilgilerini çekebilecek faydalı faaliyetlerle, onların boş vakitleri doldurulmalı ki, gençler kötü alışkanlıklar edinmesin. Yahut zararlı ve tuzakçı kişilerin istismarlarına, malzeme olmasınlar.

 

Bu sebeple, onların meşrû zemin ve uygun ortamlarda eğlenmesine ve hoşça vakit geçirmelerine imkânlar hazırlanmalıdır. Bu maksatla; mevcut yeteneklerin geliştirilmesi ve sergilenmesi için sanat merkezleri ile kültür evlerinden istifade edilebilir. Günümüzde gençliğin ilgisini çekebilecek müsbet ve faydalı yatırımlar yapılması kaçınılmazdır. «Teknofest» bunlardan en câzip olanıdır. Emeği geçenlerden; Rabbim, ebeden râzı ve hoşnut olsun. 

 

Aksi takdirde; ileride pişman olacağımız, üzüleceğimiz, durumlarla karşılaşabiliriz. Pırıl pırıl tertemiz zekâlar, işlenmemiş yetenekler, acımasızca dönen hayat çarkı
içinde kaybolup gitmesin. Fidanlarımız solmasın,
 büyüyüp gelişsin ve çiçek açsınlar inşâallah.