NEYLE MEŞGULSEN ONA BOYANIRSIN

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

 

 

İnsan kelimesi Arapça «üns» kökünden «alışmak- uyum sağlamak» mânâlarına geliyor. Bu hususiyeti ile insan; yaşadığı muhitin, coğrafyanın ve iklimin şartlarına göre yaşamaya alışan, o şartlara göre kendisini ayarlayabilen bir mahlûk.

 

Yaşadığımız çağ; insana mâneviyatını unutturup, onu dünyaya ve maddeye bağlamaya çalışan, çeşitli müessirlerle dolu. Bu müessirler, hayatın her alanından üzerimize doğru esen sert rüzgârlar gibi. Evimizin başköşesinde oturan televizyondan, elimizden düşürmediğimiz telefondan, sokağa çıkınca karşılaştığımız insandan, okuldan, işyerinden, caddeden ve pazardan; «Heyte lek! : Bana gel!» diyen, akıl ve gönül çeliciler var. Bu davet ediciler; beslendikleri kaynaktan ilham ile (bkz. el-A‘râf, 17) sağımızdan, solumuzdan, önümüzden ve arkamızdan, hâsılı her yönümüzden, durmadan, dinlenmeden bizi kandırmak ve gitmekte olduğumuz yoldan döndürmek için sürekli atak üstüne atak yapıyorlar. 

 

İnsanın ömrü, bu esen rüzgârlarla sürekli olarak mücadele etmekle geçiyor. Durup, dinlenmeye ve biraz rahat nefes alıp rehâvete kapılmaya fırsat yok. Hep teyakkuzda, hep tetikte olmamız ve bize doğru esen rüzgârların tesirlerinden, kendimizi ve ehlimizi muhafaza etmemiz gerekiyor. 

 

İnsanız, hayatımızı idâme ettirmek için mutlaka ve muhakkak bir işle meşgul olmak zorundayız. Bu husus ile alâkalı başka bir seçeneğimiz yok. Allah Teâlâ dünya hayatına böyle bir nizam koymuş. Bunu teşvik etmek için de Kur’ân’da (bkz. el-İnşirâh, 7) insanın boş vakit gibi bir kavramının olmadığını, bir işi bitirince başka bir meşgale bulmasını emretmiş. Böylece meşgul olan insan, ne günah işlemeye ne de dedikodu yapmaya fırsat bulmuş oluyor. Bu nizama göre; insanın sürekli olarak bir işle meşgul olması, hem dünya hem de âhiret saâdeti için bulunmaz bir nimet mesâbesindedir. 

 

Allah Teâlâ; dünya hayatının dengesi ve nizamı için, her insana ayrı ayrı hususiyetler vermiş. Kimi insanlara idare etme kabiliyeti verip yöneticilik yaptırmış, kimine el sanatı ve üretme mahareti lutfederek, cemiyetin ihtiyaçlarını karşılama vazifesi vermiş, kimine de bu üretilen malların satışı için ticaret hüneri vermiş. Hâsılı; insan hayatında neye ihtiyaç varsa, o ihtiyacı giderecek şekilde kabiliyetler vermiş. 

 

Hikmeti gereği; idareci olan insanlara, başkalarına vermediği farklı kabiliyetler vermiş; istişâre edip, başka düşünceleri cem edip en isabetlisini seçme hususunda bir maharet vererek adâleti ve nizamı sağlarken; ticaret ehline hızlı karar verme ve cesaret ihsân ederek sahip olduklarını almak ve satmak hususunda bir denge sağlamıştır. 

 

Evet, insan mutlaka bir işle meşgul olacak. O hâlde, insan bir işi yaparken; «nasıl bir ölçüye tâbî olacak ve bu işin nirengi noktası ne olacak?» diye merak ediyor. İnsan, dünyaya sadece yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını gidermek için değil; imtihan gereği çıkarıldığı cennete yeniden dönmek ve ebedî sürecek bir hayat için kendisine verilen mühlette heybesine azık toplamak gayesiyle gelmiş. Bu azığı toplarken, insanın yaptığı iki tür iş var. Birisi zarûrî olan yani hayatını idâme ettirmek için yaptığı işler, diğeri ise ebedî sürecek hayatı için gerekli olan uhrevî işler. Bu hususta Allah Teâlâ uyacağımız ölçüyü tespit etmiş ve Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Allâh’ın sana verdiği şeylerle âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasîbini unutma.” (el-Kasas, 77) emriyle, bu işleri yaparken hassas bir denge gözetme ve her ikisini de aksatmadan îfâ ederek hem dünyamızı hem de âhiretimizi mâmur etme yolunu göstermiş. 

 

Yapmamız gereken, başarmamız gereken en güzel, en mühim şey; bu işleri yaparken bir önem sıralaması yapmak, bu işlerin hayatımızdaki yerini sağlamlaştırmak ve sabitlemek olmalıdır. Âyet-i kerîmeye dikkat edersek; bize verilen nimetlerle önce âhiret hayatımızı kazanmaya gayret etmemize, sonra da dünya geçimini sağlamak için gayret etmemize işaret buyuruluyor. Bu sıralamayı bozar ve kendimizi dünyalık işlere kaptırırsak, -Allah muhafaza- ebedî hayatımızı da ziyan etmiş oluruz.

 

Madem bir işle meşgul olmak zorundayız. O hâlde; yapacağımız işi seçerken nasıl davranmamız ve hangi ölçüye göre hareket etmemiz gerektiğini iyi hesaplamak gerekiyor. İşte bu mevzuda hassas davranmak ve kendi fıtratımıza, tabiatımıza müsait olan işleri tercih etmek zorundayız. Zira seçtiğimiz ve yaptığımız iş; bizim mâneviyatımıza, ruh hâlimize, müsbet veya menfî noktada, direkt olarak tesir etmektedir. 

 

İnsan sadece ünsiyet kurduğu canlıdan değil; güzel bir manzaradan, kokusu hoş bir çiçekten, serin, şırıl şırıl akan bir sudan ve hayvandan dahî tesir alabiliyor. Bu husus ile alâkalı olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur:

 

“Sükûnet ve vakar, koyun besleyenlerdedir.” (Buhârî, Menâkıb, 1; Müslim, Îmân, 84/52)

 

Hadîs-i şerîfi okuyunca insan evvelâ taaccüp ediyor; «Çobanlık ile sükûnetin, hele vakarın ne alâkası var?» diye. Lâkin biraz tefekkür edince; çobanlık yapan insanların açık havada olmaları, temiz hava almaları ve sürekli tabiat ile iç içe olmaları sebebi ile tefekkür ufuklarının geniş olduğunu, hayvandaki o ağırbaşlılık ve sükûnet hâlinin ise insanlara da sirâyet ettiğini müşâhede ediyoruz. 

 

Yine bu hususta hem çalıştığımız ortamın hem de birlikte olduğumuz insanların tesiriyle alâkalı olarak başka bir misal vererek şöyle buyuruyor:

 

“İyi ve kötü arkadaşın misâli, güzel koku satanla körük çekenin hâline benzer: 

 

•Misk satan ya sana güzel kokusundan bir miktar meccânen verir ya sen satın alırsın yahut da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. 

 

•Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Buhârî, Zebâih, 31, Büyû’, 38; Müslim, Birr, 146. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 16)

 

Başa dönecek ve sonuca gidecek olursak; dünyada yaptığımız her tercih hem dünyamızı hem âhiretimizi ilgilendiriyor. O hâlde; kısa sürecek dünya hayatında öyle isabetli tercihler yapalım ki, hem dünyada sükûnet bulalım hem de âhiret heybemizi ağzına kadar dolduralım, taşıralım. 

 

Allah Teâlâ; yapacağımız her tercihi yalnız kendi rızâsı doğrultusunda yapmak ve isabet ettirmek şuuru ve gayreti versin. Firâset ve basîret ehli olup hakikati görmeyi ve buna göre hareket etmeyi nasip etsin. Âmîn…