EVLÂD-I ENBİYÂ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

 

Peygamberler tarihi, anne-baba-evlât münasebetleri ve çocukları Allah yolunda eğitmek hususunda işaret ve hikmetlerle doludur. 

 

Özlü bir ifadeyle kıssaları anlatan Kur’ân-ı Azîmüşşân yanında, hadîs-i şerifler ve İsrâilî rivâyetlerle de bu hususa ışık tutabiliriz. 

 

Toplumdan inanmış, ideal bir ümmet teşkil etmekte büyük zorluklarla karşılaşan peygamberler, bunu en azından toplumun çekirdeği olan ailelerinde kurmak isterler. Hazret-i İbrahim’den Hazret-i Zekeriyyâ’ya hepsinin evlât niyazı bu irtibat içindedir. 

 

Hazret-i Lokman’ın evlâdına nasihatleri (bkz. Lokmân, 12-19)

 

Yâkub -aleyhisselâm-’ın evlâtlarına tevhid vasiyeti (bkz. el-Bakara, 132-133)

 

Hazret-i Musa’nın annesinden başkasını emmemesi (bkz. el-Kasas, 7-13) ve yetişkinliğinde kayınpederinden aldığı irşad (bkz. el-Kasas, 25-29)

 

Hazret-i Süleyman’ın babadan tevârüs ettiği dâvâyı tahkimi ve daha nicesi… 

 

Hazret-i İbrahim’in kurban imtihanına tâbî tutulduğu evlâdın Hazret-i İsmail olduğuna kāniiz. Onu zorla kurban etmeye götürmez Hazret-i İbrahim. Âdeta fikrini sorar, teklif eder. O da;

 

“–Babacığım emrolunduğun işi yap! Beni -inşâallah- sabredenlerden bulacaksın!” der. (es-Sâffât, 102)

 

Anne, baba ve evlât; emrolunan işi tamamlamak üzere şeytanı taşlar, Hakk’a teslim ve kurban olur. 

 

Mevcut Tevrat’ta İshak geçtiği ve Kur’ân’da sarâhaten Hazret-i İsmail denilmediği için, kurbanlık evlâdın İshak olduğunu söyleyen âlimler de olmuştur. 

 

Rivâyete göre, Hazret-i İbrahim, İshak’ı kurban etmeye götürürken, annesi Sâre’den; 

 

“–Onu medreseye / dînî eğitime götürmeliyim. Yaşı ilerledi eğitimi aksadı.”
diyerek ayırır. Annesi üzülse de bu duruma, eğitim zarûretine itiraz edemez. Duâlar ederek giydirip kuşandırarak dînî eğitime yollar. 

 

Bir peygamberin, evlâdını, dînî eğitim müessesesine vermek ihtiyacından bahsetmesi mühimdir. Peygamber evlâdı bu ihtiyaçtan vâreste değilse kimse değildir. 

 

Bu dönemde tekke ve dergâhları andıran sözlü eğitim müesseselerinden bahsedilmektedir. Yeşiva / medrese bu peygamberlerin hayatında sıklıkla karşımıza çıkar. İshak -aleyhisselâm-’ın ikiz çocuklarından Esav, Yeşiva’ya gitmeyi reddederken, Yâkub 14 sene bu medresede okur. Evlâdı Hazret-i Yûsuf da kardeşleri tarafından kuyuya atılacağı zamana kadar böyle bir vahiy eğitimi almıştır. Yûsuf’un kardeşlerinin; “Onu bizimle gönder!” diye hususen istemelerine bakılırsa, Hazret-i Yâkub bu eğitim sahasından Yûsuf’u hiç çıkarmıyordu. 

 

Asırlar sonra Hazret-i Meryem’in annesinin adağını da biliyoruz. O zaman erkek çocuklarının mâbede adanması bir nevi dînî eğitim ve hizmete tahsis etmek demekti. Meryem’in kız olarak doğmuş olması, annesinin adağını değiştirmedi. 

 

Hazret-i İsa’nın bu adayış neslinden, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de fedâkâr kurban Hazret-i İsmail’in neslinden gelişi, müşterek bir noktaya işaret eder: 

 

Gelecek nesiller için atılan köklü adımlar. 

 

Bazen zâhirî ilim adamlarının yetişmesi için bile üç nesil şartı koşanları duyuyoruz. Üç nesil ilimle, irfanla meşgul olacak ki, ancak sonrasındaki nesil hakkıyla bir âlim olarak zuhur etsin. İbâdetlerin melekeleşmesi için de bu nesillerce devam, mühim bir esastır.

 

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- torunları Hasan ve Hüseyin’e korunmaları için şu duâyı okurdu:

 

أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّةِ ،
 مِن كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ ،
 ومِن كُلِّ عَيْنٍ لَامَّةٍ

 

“Her şeytan ve zehirli haşerattan ve dokunan her kötü gözden Allâh’ın mükemmel olan kelimelerine (yani Kur’ân âyetlerine veya Allâh’ın isim ve sıfatlarına) sığınırım.”

 

Şöyle de eklerdi: 

 

“Atamız İbrahim (de evlâtları) İsmail ve İshak’ı (bir rivâyette Yâkub’u) ettiği bu duâ ile Allâh’a ısmarlardı.” (Buhârî, Enbiyâ, 10)

 

Demek ki;

 

Dert ortak. İnsanların âdeta haşereleri olan kem gözlü şer odakları, hususen bu hayırlı insan yetiştiren ocakları hedef seçerler. 

 

Hâtemü’l-Enbiyâ / Peygamberlerin Sonuncusu olan Efendimiz’den sonra peygamber gelmeyecek. Lâkin torunlarının, yani ehl-i beytin İslâm tarihinde evliyâullah silsilesinin ana damarını oluşturmaları, Hazret-i İbrahim ve evlâtlarının taşıdığı vazifeye muvâfık düşüyor. 

 

Hadîs-i şeriflerde, bir karşılaştırma unsuru vardır: 

 

Meselâ: 

 

“Filân amel, şu zikir, «İsmail evlâdından bir köleyi hürriyetine kavuşturmak»tan daha sevaptır.” 

 

Kem gözlüler başarılı olup da böyle asil, köklü, mânevî ailelerden fertleri tuzaklarına çeker, nefsin veya şeytanın esâretine düşürebilirler. Onları kurtarmak zirve bir ibâdettir. Çünkü onlar kurtuldu mu nicelerinin de kurtuluşuna vesile olabilirler. 

 

Bazen evlâtları uzaktan yetiştirmek gerekir. Hazret-i İbrahim, İsmail’i zaman zaman ziyaretlerle yetiştiriyordu: 

 

Kiminle evlendiğini, 

 

Hanımının şükür ve rızâ ehli mi, nankörlük ve isyan ehli mi olduğunu kontrol ediyordu. 

 

Bir ziyaretinde; birlikte mâbedi, Kâbe’yi inşâ ettiler. Nesli de alâkadar eden duâlar ettiler, insanları hacca çağırdılar. 

 

Kâbe’nin yanında hatîm denilen yarım daire ile çevrili alan Kâbe’ye dâhildir. Buranın diğer adı; «Hicr-i İsmail»dir. Yani bir peygamber evlâdının, mâbedin gölgesinde, suffasında yetiştiğini anlıyoruz. 

 

Mânevî eğitim hep mâbedlerin hicrinde / kucağında / suffasında olur. Eğitim çağını kaçırmış / geçirmiş olanları da cumadan cumaya da olsa mâbede, vaaza ve irşâda biraz olsun erken çağırmak için yapılan nebevî davete bakınız: 

 

“Bir kimse cuma günü boy abdesti aldıktan sonra; 

 

Erkenden cuma namazına giderse, bir deve kurban etmiş gibi sevap kazanır. 

 

İkinci saatte giderse bir sığır, 

 

Üçüncü saatte giderse, boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap kazanır. 

 

Dördüncü saatte giderse bir tavuk, 

 

Beşinci saatte giderse, bir yumurta sadaka vermiş gibi sevap elde eder. 

 

İmam minbere çıkınca melekler hutbeyi dinlemek üzere topluluğun arasına katılır.” (Buhârî, Cum‘a, 4;
Müslim, Cum‘a, 10)

 

Rivâyetlerde bir ayrıntı daha var:

 

Hazret-i İbrahim geldiğinde oğlunu ok hazırlarken görür. 

 

Faaliyet, meşguliyet, tedbir, faydalı olmak… 

 

Bu faydalı iştigalin asırlar sonrasına yansımasına bakın:

 

Hazret-i Peygamber -sallâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-, (bir defasında Eslem kabîlesinden) ok atan bir cemaatin yanına uğradı da şöyle buyurdu:

 

“–Ey İsmail oğulları! Ok atmaya devam edin. Çünkü babanız (İsmail Peygamber) de (maharetli) bir ok atıcı idi.” (Buhârî, Cihâd, 78, Enbiyâ, 12, Menâkıb, 4)

 

Faydalı ve hayırlı meşguliyetler, insanları nefislerinin kolayca kapılabileceği kötü alışkanlıklardan korur. Avcılık ve okçuluk Hazret-i İsmail’de hayra yönlendirilmiş bir faaliyettir. Esav’da ise ava düşkünlük, vahşet ve zulüm işareti olur.

 

Zamanımızda okçuluk sporu ve savunma sanayiindeki faaliyetler gençleri cezbediyor. Biz de millet olarak İslâm’a asırlarca hizmet etmiş bir ecdâdın torunlarıyız. Batılıların kurgularını seyretmek yerine, kendi kargılarını sallamak elbette en doğrusudur.

 

Evlâtlarımızı ve nesillerimizi bu hikmetler ve işaretlerle yetiştirebilirsek ne mutlu!..