MES’ÛLÜZ…

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

BİR HADİS:

 

عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللّٰهِ
صلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ :

 

 » كُلُّكُمْ رَاعٍ وَ كُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِه۪…«

 

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den işittiğine göre, O şöyle buyurmuştur: 

 

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz…” (Buhârî, İstikrâz, 20)

 

BİR MESAJ: 

 

“Mü’minler olarak mes’ûliyet şuûruna sahip olmalıyız!” 

 

Yaradan’ı tanı, Hakk’ı unutma;

Allâh’ı unutan dilden mes’ûlüz…

Helâl rızıktan ye, haramı yutma;

Harama uzanan, elden mes’ûlüz… (Ahmet ARSLAN)

 

 

 

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan nakledilen bir hadîs-i şerifte Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 

 

Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. 

 

Devlet başkanı bir çobandır ve yönettiklerinden mes’uldür. 

 

Evin beyi bir çobandır ve yönettiklerinden mes’uldür. 

 

Evin hanımı da çobandır ve yönettiklerinden mes’uldür. 

 

Hizmetkâr da efendisinin/âmirinin malı üzerinde bir çobandır ve yönettiklerinden mes’uldür.” (Buhârî, İstikrâz, 20)

Bu hadîs-i şerif, mü’minin ferdî ve içtimâî mes’ûliyetlerini hatırlatan en mühim hadîs-i şeriflerden biridir. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; sözüne önce mes’ûliyet şuurunu ortaya koyan umumî bir cümle ile başlamış, sonra mühim mes’ûliyet alanlarına işaret etmiş, en sonunda da sözünün başında söylediği gibi tekrar mes’ûliyet cümlesi ile sözünü tamamlamıştır.

 

•Devlet Başkanı Bir Çobandır ve Yönettiklerinden Mes’uldür

 

Hadîs-i şerifte mes’ul olma sırası bakımından en başta yer alan kişi, âdil devlet başkanıdır. Bu durum, mes’ûliyet bakımından devlet başkanlarının ne kadar mühim bir konumda olduklarını göstermektedir. 

 

Âdil İmam ifadesi, yönetici konumunda olan her kişiyi içine alan umumî bir tabirdir. Bu terime âmir ismini de verebiliriz. Bu mânâda bir âmir, idaresi altındaki insanlara karşı âdil davranmalı; «hemşehrim» veya; «akrabam» demeden hepsine eşit mesafede bulunmalıdır. Îmânı gereği şefkat ve merhamet ile onlara yaklaşmalıdır. 

 

Hazret-i Peygamber -sallâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-, âmir konumunda olanların hususiyetle devlet başkanlarının omuzlarındaki bu ağır mes’ûliyeti şu sözleriyle hatırlatmaktadır:

 

“Allâh’ın kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği bir kimse; halkın tamamını sadâkat ve samimiyetle koruyup gözetmezse, cennetin kokusunu alamaz.” (Buhârî, Ahkâm, 8) 

 

Yine bir devlet başkanı; idaresi altındakileri âdil bir yönetimle idare etmeye, haksızlığa uğrayanların hakkını korumaya, inanç ve düşüncelerinin farklı oluşuna bakmadan onlar için huzurlu ve güvenli bir ortam sağlamaya çalışmalıdır.

 

Millî şairimiz M. Âkif ERSOY, devlet başkanında olması gereken mes’ûliyet şuurunu şu beyitinde ne güzel dile getirmiştir: 

 

Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, 

Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu.

 

•Evin Beyi Bir Çobandır ve Yönettiklerinden Mes’uldür 

 

Ailede eşlerin birbirlerine karşı mes’ûliyetleri vardır. Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususu şu sözleriyle dile getiriyor: 

 

“Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Tirmizî, Radâ, 11)

 

Mes’ûliyet duygusu; bir ailede geliştirilip muhafaza edilmesi lüzum eden, aileyi bir arada tutan, kısacası aileyi aile yapan en temel duygulardan biridir.

 

Evin beyi en başta hanımını Allâh’ın bir emâneti olarak görmeli ve onun haklarına riâyet etmelidir. Kocanın eşine karşı; yeme-içme, giyinme ve barınma gibi mes’ûliyetleri olduğu gibi, onun iffet ve namusunu muhafaza etme gibi bir mes’ûliyeti de vardır.

 

Çocuk da ona Allâh’ın bir emânetidir. Evin beyi, çocuğuna karşı mes’ûliyet duygusunun bir gereği olarak; en başta ona güzel ve mânâlı bir isim vermeli, onu İslâm ahlâkı ile ahlâklandırıp güzel bir terbiye ile tezyîn etmelidir. Nitekim bir hadîs-i şerifte beyan buyurulduğuna göre; 

 

“Bir anne-baba; çocuğuna, güzel bir terbiyeden daha kıymetli bir mîras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33)

 

Aile reisi

 

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm, 66/6) âyet-i kerîmesinin fehvâsında hareket edip, idaresi altındakilere karşı mes’ûliyet duygusu içerisinde hareket etmeli, öğrenilmesi farz olan bilgileri öğretmeli; Allâh’ı öğretmeli, Peygamber’i öğretmeli, namazı öğretmeli, iyiliği öğretmelidir. Yeme-içme, giyinme ve barınma gibi hayâtî ihtiyaçlarının karşılanması noktasında onları görüp gözetmelidir. Aksi durumda; 

 

“Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45) 

 

•Evin Hanımı da Çobandır ve Yönettiklerinden Mes’uldür 

 

Evin kadını en başta kocasına karşı mes’ul olduğunu unutmamalı; kocasının haklarını korumalı, malını israf etmemeli ve her türlü ihânetten uzak durmalıdır. Onun önemli bir vazifesi de çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirmeye çalışmak; onların ilim, irfan, edep, görgü, eğitim ve öğretimleriyle ilgilenmektir. 

 

Hadîs-i şerifte belirtildiğine göre; evin hanımı da ailesinden mes’uldür. Yukarıda da işaret edildiği gibi İslâm ailesinde, aile fertlerinin her birinin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Eşler birbirinden sorumludur ve birbirleri üzerinde hakları vardır. 

 

•Hizmetçi/Hizmetkâr Efendisinin/Âmirinin Malı Üzerinde Bir Çobandır ve Yönettiklerinden Mes’uldür

 

Hadîs-i şerîfin mes’ûliyet yüklediği bir kesim de hizmetkâr veya işçi kesimidir. Buna göre bir hizmetkâr veya bir işçi, yanında çalıştığı kimsenin veya işverenin malının çobanıdır ve o malın korunmasından mes’uldür. İdaresine bırakılan şeyleri kendisine emânet bilmeli ve onları gözü gibi korumalıdır. Yapması istenen işleri de kusursuz şekilde yapmaya gayret etmelidir.

 

Kısaca ifade etmek gerekirse; devlet başkanından hizmetçisine varıncaya kadar herkes, bulunduğu konuma göre işinden ve yaptığı vazifesinden mes’uldür.

 

Mü’min mes’uldür. En başta Rabbine karşı mes’uldür. Hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor: 

 

“Allâh’ın kulları üzerindeki hakkı, insanların O’na kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.” (Buhârî, Tevhîd, 1)

 

İnsan olmanın, müslüman olmanın bir mes’ûliyeti vardır. Bu bakımdan mü’min; insanlık şerefine halel getirecek söz ve davranışlardan uzak durmalı, İslâm’ı temsil ettiğinin de şuurunda olmalıdır.

 

Bu mânâda Yeryüzünün Halîfesi unvânına sahip müslümanlar olarak mes’ûlüz, bize emânet edilen beden ve rûhumuzdan mes’ûlüz. Bu sebeple mes’ûliyetimizin bir gereği olarak; sigara, alkol gibi her türlü zararlı alışkanlıklardan bedenimizi korumak ve muhafaza etmek durumundayız. Sevgili Peygamberimiz’in emir buyurduğu veçhile, ağız ve diş temizliğine riâyet etmek zorundayız. 

 

Mes’ûliyet şuuruyla hareket ederek rûhumuzu en başta; şirk, riyâ gibi mânevî kirlerden arındırmak durumundayız. Gıybet, iftira, kin ve haset gibi mânevî hastalıklardan rûhumuzu uzak tutmak zorundayız.

 

Mes’ûlüz, ailemizden mes’ûlüz. Eşimizden, çocuklarımızdan, zürriyetimizden gelecek olanlardan mes’ûlüz…

 

Toplumdan mes’ûlüz. Toplumun fakir fukarâsından, ihtiyaç sahibi olanından, evsiz-barksız kalanlarından, yetiminden öksüzünden mes’ûlüz…

 

Geleceğin inşâsında söz sahibi olacak olan gençlerden mes’ûlüz…

 

Elle tutulur bir gayret göstermeden, dertlenmeden; «Ne olacak bu gençliğin hâli?» deyip ancak yakınıp durduğumuzdan ve bundan öteye gidemediğimizden dolayı mes’ûlüz…

 

Gözümüzün önünde günahlar işlendiği hâlde, haksızlıklar karşısında dilsiz şeytan misâli sessiz durduğumuzdan dolayı, emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker yapmadığımızdan dolayı mes’ûlüz…

 

Toplumun gidişâtından mes’ûlüz

 

Toplumun, günaha batanlarından, bekârından mes’ûlüz…

 

Evlenecek olan gençleri zora koşup onları günaha ittiğimizden dolayı mes’ûlüz…

 

Toplumun küçüklerinden mes’ûlüz, onlara şefkat ve merhamet ile muamele edemediğimizden dolayı mes’ûlüz. Büyüklerimizden mes’ûlüz, onlara hürmet ve şefkatle yaklaşamadığımızdan mes’ûlüz.

 

Mü’min mü’mine zimmetlidir. Mü’min, mü’min kardeşinden mes’uldür. Bu sebeple mü’minler olarak zulüm altında olan mü’min kardeşlerimizden mes’ûlüz. Aç ve açıkta kalan kardeşlerimizden mes’ûlüz. Hayvanlar, bitkiler, bütün bir yeryüzünden mes’ûlüz…

 

Âyet-i kerîmede; 

 

“O (Allah) göğü yükseltti ve denge koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (er-Rahmân, 55/7-8) buyuruluyor. Onun için müslümanın tabiata karşı da bir mes’ûliyeti vardır. Müslüman ekolojik dengeden de mes’uldür…

 

Hangi konumda olurlarsa olsunlar yönetenler; idare ettiklerinden, yönetilenler de kendilerine emânet edilen işlerden mes’uldürler…

 

Velhâsıl mes’ûlüz, mes’ûlüz, mes’ûlüz…

 

Mü’min, mes’ûliyet şuuruna sahip olarak mes’ul olduğu şeyler hakkında yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Unutulmamalıdır ki, bir gün gelecek bütün yapıp ettiklerimizden hesap vereceğiz. 

 

Mes’ûliyet şuuruna sahip olanlara ne mutlu! 

 

Rabbimiz, cümlemize mes’ûliyet şuuru lutfetsin!

 

Âmîn…