İLÂHÎ MES’ÛLİYET

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

 

İmtihandayız son nefese kadar.

 

Yarınlar;

 

Cennet mi, cehennem mi olacak?

 

Tahminlere gerek yok.

 

Sırtımızdaki mes’ûliyetler ve emânetlere göre tecellî edecek yarınlar. Onların hepsi bizim nereye gideceğimize yönelik yüce bir program.

 

Yüce programda ilâhî mes’ûliyetlerini ve üzerindeki emânetleri idrâk eden insanoğlu;

 

•Îman ve irfân ile doluyor.

 

•Müjdelere nâil oluyor.

 

•İki dünyasını da mâmûr ediyor.

 

Bîgâne ve aykırı tipler ise;

 

•Gaflet ve isyan ile doluyor.

 

•Nefse ve şeytana yenik düşerek zebûn oluyor.

 

•İki dünyasını da mahvediyor.

 

Bu itibarla;

 

Hayatın en mühim hakikati; ömrü, ilâhî mes’ûliyetler çerçevesinde yaşayabilmek. Nihayetinde bu fânî günler, -bin yıl bile olsa- bir saniye imiş gibi gelip geçiyor ve omuzlardaki imtihan defteri kapanıyor.

 

O defter kapanmadan;

 

Mes’ûliyet tarlasında harmanlar savrulmalı. Vaktinde kazanmalı imtihanları.

 

O zaman;

 

Defterin kapandığı gün ebedî müjdelerin kapısı açılır insana. Af ve mağfiret kapıları açılır. Rahmet ve selâm kapıları açılır. 

 

Belki;

 

Bir de bunu daha iyi anlayalım diye, Allâh’ın Kitâbı «Fâtiha» Sûresi ile başlamaktadır. Başlamanın da, açmanın da, fethin de, girişin de hikmetlerle dolu bir ifadesi.

 

Hakikaten;

 

İnsana, Allâh’ı gönülden idrâkin ve O’na sonsuz muhabbetin kapısı, evvelâ «Fâtiha» ile açılır.

 

Gerçekten;

 

Dünyayı ve âhireti doğru anlamanın kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

Hakkıyla kulluğun kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

Her ilâhî yardımın kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

İstikamet üzere hidâyet kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

Muhtaç olduğumuz tüm nimetlerin kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

Allâh’ın sevdiği kullarla beraberliğin huzur kapısı «Fâtiha» ile açılır.

 

Hâsılı;

 

Gazaba uğrayanlara ve yoldan sapmışlara aldanmadan ebedî kurtuluşun kapısı da «Fâtiha» ile açılır.

 

Her namazda «Fâtiha» okunması bundan dolayı. 

 

Vefât eden kimseyi ebediyete yolcu ederken «Fâtiha» okunması bundan dolayı.

 

Maddî ve mânevî hastalıklarda «Fâtiha»nın şifâlı tesiri bundan dolayı.

 

Gönülden okuyanlar, bambaşka nasiplenir. Zira ehl-i îmân için her meselede, her sıkıntıda, her şaşkınlıkta, her karmaşada, her çırpınışta mutlaka nice faydalar sağlayan sayısız sırları ve nasipleri vardır «Fâtiha»nın.

 

Her başarıda mutlaka «Fâti­ha»dan bir nasip vardır.

 

Devran şâhit oldu:

 

Amansız bir devr-i cehâleti bertaraf edip de muhteşem bir asr-ı saâdetin inşâsında «Fâtiha»dan bir nasip vardır. Hidâyet sancaklarının bütün kıtalara gönül gönül ulaşmasında «Fâtiha»dan bir nasip vardır. İnsanlığı İslâm medeniyetiyle buluşturarak mazlumlara şefkat ve merhamet tevzî eden gönüllerde «Fâtiha»dan bir nasip vardır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın feth-i mübîn müjdesine mazhar olmasında «Fâtiha»dan bir nasip vardır. Afrika’nın, Asya’nın, Avrupa’nın içlerine kadar insanların fevç fevç îmâna koşmasında «Fâtiha»dan bir nasip vardır.

 

Nedir o nasip?

 

Evvelâ:

 

Eûzü – besmele.

 

Sadece hayra râm olarak tüm kötülüklerden ve kötülerden Allâh’a sığınmak. Hâssaten, şeytandan ve şeytan gibilerden:

 

 اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

 

“Kovulmuş şeytandan Allâh’a sığınırım!”

 

Niye önce sığınmak?

 

Çünkü şeytan, Yâsîn Sûresi’nde buyurulduğu gibi insan için «adüvv-i mübîn / apaçık düşman». Öyle bir düşman ki; dosttan daha yakın, daha sıcak, daha taraftar. Seni hiç yalnız bırakmıyor, hep yanında duruyor. O yüzden çok tehlikeli. Tabiri câizse, karşı karşıya iki zıt cephe şeklinde bir düşmanlık yapmıyor şeytan. İnsanın koluna giriyor. Bütün nefsânî meselelerde ve sıkıntılarda, mücadele ve kavgalarda, kimsenin desteklemediği yerde güya destekliyor. Her virajda, hiç durmadan;

 

–Sen haklısın! diyor.

 

Öfkelenirsen;

 

–Sen haklısın! diyor.

 

Yerde de gökte de seni hüsrana uğratacak olumsuz bir fikre bile kapılsan;

 

–Sen haklısın! diyor.

 

Hele aykırılık ve âsîlik rüzgârına kapılırsan, hiç durmadan;

 

–Sen haklısın! diyor.

 

Ne yapıp ediyor, illâ şer nâmına, günah nâmına, kötülük nâmına ne varsa hepsini en güzel ambalâjlarla süslüyor, püslüyor ve onları en doğru gibi göstererek gümbür gümbür fısıldıyor:

 

–Sen haklısın!

 

Ezkazâ, yaptığın yanlışları ve kötü davranışları biraz fark edip muhasebe yapacak olsan, hemen türlü ikna yollarıyla derhâl devreye giriyor:

 

–Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Bu durumda başka ne yapabilirdin ki? Olabileceğin en doğrusunu yaptın! Senin hiçbir suçun yok. Hani, azıcık yanlış oldu ama buna mecburdun. Yoksa istemediğin bir tabloya mahkûm olacaktın. Başka çare olsaydı, tamamdı. Olmadığı için diyecek bir şey yok: SEN HAKLISIN!

 

Mel‘un şeytan;

 

Bütün şer işlerde böyle bir vicdan davulu… Elindeki hilekârlık tokmağıyla bunları insanın kafasında güm güm ettiriyor. Fakat her cümlesinin sonunda ona aldanan insanın hiç duyamayacağı bir sesle;

 

–GÜYA… diyor.

 

Aldığı öcün zevkini yaşıyor.

 

Gafil insana, dıştan;

 

–HAKLISIN, dediği her şeyde, içten;

 

–GÜYA… diyerek sinsice sırıtıyor ve kendi zaferini kutluyor.

 

Zaten;

 

Bütün hayırlı işlerde bunun tam tersi davranıyor. İnanca ve ibâdete dair her hususta açıktan açığa haykırıyor:

 

–GÜYA…

 

Sonra, peş peşe sıralıyor:

 

–Ne gerek? 

 

–Şimdi durduk yere keyfini niye kaçıracaksın? 

 

–Çok mantıksız. Hani biraz mantıklı olsaydı, neyse. Fakat değil.

 

–Hayatın gerçeklerine aykırı!

 

–Köle misin yahu?

 

–Hep sıkıntı, hep sıkıntı, uuuuf uf!

 

–İmtihan, imtihan, ne bu yahu!

 

–Her şeyi şöyle bir boş ver, bak ne kadar rahatlayacaksın!

 

–Aklım almıyor! Görmediğin şeye mi inanacaksın?

 

–……

 

–……

 

İnsan;

 

Eğer îmâna, irfâna, fazîlete ve hayra dair bir şey yapacaksa, o mel‘un iblis, bu cümleleri on kat fazlasıyla, üstelik bağıra bağıra söylüyor.

 

İnsanın aklına ayrı, gönlüne ayrı, rûhuna ayrı, nefsine ayrı zehirler atıyor. Vesveseler atıyor. Şüpheler atıyor. Zanlar atıyor. Yalanlar atıyor. Fakat hiçbirini; zan, vesvese, şüphe, yalan ve kötülük diye atmıyor, hepsini de; mantık, felsefe, akıl, fikir, en doğru, en güzel, en isabetli diye atıyor vicdanlara.

 

İlle de kol kola yapıyor bunu.

 

Hiç karşı karşıya gelmiyor insanla. Düşmanlığını fark etmesin diye. Korkunç tuzaklar kazmayı bile kol kola durarak gerçekleştiriyor. Görünürde hiç işin içinde değil. Ne yapıyorsa, nefse yaptırıyor çünkü. Böylece kendisinin suçsuz bir dost olduğu algısını oluşturuyor ve düşmanlığını rahatça devam ettiriyor. 

 

Onun, her kötülükte;

 

–Haklısın, diye zikreden ağzı;

 

Her iyilikte de;

 

–Haksızsın! zikriyle dopdolu.

 

Lâkin bunu direkt söylemiyor. Zıtlaşma olmasın, kol kola vaziyetini kaybetmesin diye dolaylı ve daha tesirli bir metotla söylüyor. Meselâ namaz kılacaksan; rûhuna ve kalbine öyle darlık veriyor, öyle tazyikte bulunuyor ve içine öyle şeyler atıyor ki, neredeyse kılmamak kılmaktan daha iyi olacakmış gibi hissettiriyor. İç âleminde seni toparlayacak bir burukluk ve yıpranış olursa;

 

–Kendine haksızlık yapma! diyor.

 

Ters bir savunma şırınga ediyor. Günahtan çekinen ve utanan kimse, kendisini nedâmetle kahretmek noktasında iken şeytan hopluyor:

 

–Yaptıysan ne oldu, kendini ispat ettin!

 

–Olan oldu, daha yıpranmaya ne gerek!

 

–Ben böyleyim, deyiver, kim ne karışır?

 

Önceki pişmanlığı, sonra sonra;

 

–Bu niye günahmış ki, şeklinde bir düşmanlığa dönüştürüyor.

 

Nihayet;

 

Zâlim olmanın kavgasını yaptırıyor gafil insana.

 

İşte;

 

Bu yüzden «Fâtiha Sûresi» çok mühim.

 

İnsanın;

 

Entrikalarla dolu bir mücadelede vaktinde uyanması, kendisine tuzaklar kurmuş olan ebedî düşmanına değil kendisine merhamet ve nimetler hazırlamış olan ebedî dostuna sarılıp kurtuluşa ermesi için «Fâtiha»dan nasîb almak çok mühim.

 

En başta eûzü, bu yüzden gerek.

 

Çünkü;

 

Eûzü çekmeden besmele çekmek, kirli tabağa yemek koymaya benzer. Hâlbuki önce tabağın temizlenmesi şart. Aynı şekilde bir kalbin, aklın, idrâkin, hislerin ve fikirlerin de eûzü ile tertemiz olması şart. 

 

Eûzü;

 

Şeytandan Allâh’a sığınmak, şeytanın içimize attığı ne varsa hepsinden temizlenebilmenin hamlesi. Bu temizliğe erişmeyen bir gönlün, gerçek mânâda «Allah» demesi, noksandır. Malûm, çamurlu bir dille muhatabı övmek, gerçek bir takdir değildir. O çamurun yıkanması lâzım.

 

Âyette buyurulur:

 

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ۝٢٠٠ 

 

 

 

Şayet; 

 

Şeytanın fitlemesi / şeytandan bir kışkırtma / kötü bir düşünce,

 

Seni dürterse(sakın nefsine ve gaflete değil),

 

Derhâl Allâh’a sığın! 

 

Çünkü;

 

O, 

 

Hakkıyla işitendir, 

 

Hakkıyla bilendir.” (el-A‘râf, 200)

 

Bu hakikat, bir başka âyette sadece bir vurgu farkıyla aynen tekrar edilir:

 

 وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ۝٣٦

 

Şayet; 

 

Şeytanın fitlemesi / şeytandan bir kışkırtma / kötü bir düşünce,

 

Seni dürterse(sakın nefsine ve gaflete değil),

 

Derhâl Allâh’a sığın! 

 

Çünkü;

 

O, 

 

Elbette O; 

 

Hakkıyla işitendir.” (Fussilet, 36)

 

 Önce;

 

Allâh’a sığınmak sûretiyle gönlü şeytandan ve kötülüklerden temizledikten sonra, ikinci cümle besmele:

 

بِسْـــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يــــــمِ ۝1

 

Rahmân ve 

 

Rahîm olan 

 

Allâh’ın adıyla. (el-Fâtiha, 1)

 

Bu:

 

Rahmet ve merhamet sıfatları etrafında Allah ile beraberlik.

 

Bir kulun;

 

Kendisini yaratan Allâh’ı anması ve O’nunla beraberliği anlaması, hayatın özü ve sözü:

 

Öyle bir söz ki; sözün tâcı, özün şifresidir,

 

En çözülmez düğümün; besmele, tek çâresidir. (Seyrî)

 

Kur’ân’ın her harfi, her kelimesi, her cümlesi ayrı bir mûcize deryâsı.

 

Nitekim;

 

Besmele’den sonra Fâtiha’daki ilk kelime, bu dünyada;

 

•Savrulan,

 

•Dağılan,

 

•Yolunu şaşıran,

 

•Öteye beriye sürüklenen insanı; daldığı her yerden, her girdaptan çekip alıyor ve Allâh’ın rahmet eşiğine getiriyor, ona oradaki kurtuluş kapısını açarak gösteriyor.

 

İlk kelime:

 

Hamd…

 

İnsan hayatını dolduran «beğenmeler, övgüler, hayranlıklar, özenmeler ve hevesler»in tamamını içine alan bir kelime. 

 

Niye bununla başlangıç? 

 

Çünkü insanın, doğumdan ölüme kadar tüm hayatı âdeta;

 

•Beğendikleri,

 

•Övdükleri,

 

•Hayranlıkları,

 

•Özenmeleri,

 

•Hevesleri etrafında geçmektedir.

 

İnsan, maddî ve mânevî hep bu özellikler etrafında kendini şekillendirmekte ve ömrünü ona göre tanzim edip yaşamaktadır. 

 

Dolayısıyla «hamd» kelimesi ile Allah, insana âdeta diyor ki:

 

–Ey insan; neyi beğensen biraz sonra yok, neyi övsen yok, neye hayran olsan yok, neye özensen yok, neye heveslensen yok! 

 

Şayet bunları toza toprağa ve nefse kaptırırsan, senin değerin de nasibin de onlar gibi yok ve hiçten ibaret olur. Çünkü fânîlik içinde seni cezbeden şeyler; boş hayaller, türlü türlü aldanışlar, hep gelgeç gafletlerdir. Bir gün hiçbiri kalmaz. Şimdi, keyif ve kazanç görünse de hepsinin birdenbire tam tersine dönmesi, sadece an meselesidir. Hepsi de bir anda kaybolur, üstelik sana da ebediyyen kaybettirerek.

 

O hâlde iş işten geçmeden büyük hakikati gör!

 

Gör ve idrâk eyle ki:

 

Hamd ve onun muhtevâsını oluşturan tüm gerçekler, ancak yüce Allah’ta sonsuz ve muhteşem. Eğer hakkıyla O’na yönelirsen, sana verilen ilâhî değer, daima var olur. Sana iki cihanda da lâzım olan nasipler ve nimetler de şu fânî ile mahdut kalmaz. Sonsuz ve ebedî olur.

 

İmdi;

 

Bu fânî hayatta; seni esir eden beğenmelerini, övgülerini, hayranlıklarını, özenmelerini ve heveslerini nereye kaptırdıysan, henüz vakit varken, hepsini topla, toparla ve sadece Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a arz et!

 

O, Rahmân ve Rahîm olarak, neler neler lutfeder sana!

 

Yegâne îman ve İslâm’ı ihsân eder. Rahmetini ve merhametini nasîb eder. Kimsenin gücünün yetmediği girdaplarda sana hayal ötesi yardımlar eder. Huzûrunda samimî bir kul olursan, dosdoğru yolda hidâyet üzere eyler. Peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraber eyler. Sapıklardan, gazaba müstehak olanlardan muhafaza buyurur.

 

İçinde ve dışında nice güzellikler yaşatır, huzurlar ve zaferler yaşatır. Fetihler yaşatır.

 

Müjdelere mazhar eyler.

 

Nimetlere mazhar eyler.

 

Cennetlere mazhar eyler.

 

Hâsılı:

 

Bunlar ve daha nice mazhariyetler için en büyük anahtar «Fâtiha»da:

 

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ۝٢ 

 

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ۝٣ 

 

(Biliniz ki:

 

–Ey insanlar!) 

 

Hamd / tüm övgüler / hayranlıklar / medh ü senâlar, 

 

Allâh’ındır. (O); 

 

Âlemlerin Rabbi’dir. (el-Fâtiha, 2)

 

Rahmân’dır, 

 

Rahîm’dir. (el-Fâtiha, 3)

 

Hesap ve ceza gününün / âhiret gününün yegâne mâlikidir(el-Fâtiha, 4)

 

(Deyiniz ki: 

 

Ey Rabbimiz!

 

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ۝٤ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ۝٥ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ۝٦ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ۝7

 

Ancak Sana kulluk eder / ibâdet eyleriz ve 

 

Yalnız Sen’den yardım dileriz. (el-Fâtiha, 5)

 

Bizi;

 

Sapmışların değil,

 

Kendilerine gazaplanılmışların da değil,

 

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna,

 

Dosdoğru yola hidâyet eyle! (el-Fâtiha, 6-7)

 

Allâh’ım!

 

Her türlü kötülüğün cirit attığı bir âhirzamandayız. Vatanımızı, milletimizi ve neslimizi selâmet üzere eyle! İslâm coğrafyasındaki bütün mü’min nesilleri de muhafaza eyle!

 

Allâh’ım!

 

İlâhî mes’ûliyetlerin ve emânetlerin farkında olanlardan eyle! Onları edâ edenlerden eyle! Türlü nefsânî ve şeytânî yorumlarla rotasını şaşıran gafillerden eyleme!

 

Bizlere;

 

Her namazda okuttuğun «Fâtiha»daki hakikatleri yaşamayı ve onları ömür terazisi hâline getirmeyi bilhassa nasîb eyle! Sonsuz kerem ve lutfunu, rahmet ve merhametini, ebedî müjde ve nimetlerini nasîb eyle!

 

Yâ Rab!

 

Nasîb eyle!

 

Âmîn…