HELÂL HARAM HASSÂSİYETİ

Mehmet MENCET

 

Allah Teâlâ, insanları dünya hayatında çok değişik imtihanlarla deniyor. Herkes bu imtihanlardan kolaylıkla çıkamıyor. Sorular, cevaplar ve puanlar çok farklı. Kimseninki kimseye uymuyor. İşte böyle zor zamanlarda Allâh’ın emirlerini, helâl-haram mefhumunu çok iyi anlayabilen, yaşayabilen insanlar var. 

 

Depremde de bu tür büyük ibret alınacak hâdiseler yaşandı.

 

Dünya depremi; evlerin, yolların, her türlü yaşanacak imkânların bittiği nokta. İnsanların rûhunda yaşanan depremler ise acaba nasıl giderilir, nasıl telâfî edilir? 

 

Herkesin bir hayat hikâyesi olduğu gibi; depremde de herkesin yaşadığı, gördüğü ve duyduğu çok değişik, ibretlik hâdiseler meydana geldi. 

 

Rabbim, bir daha böyle felâketler göstermesin! Bizleri musîbetle değil, nasihatle uyandırsın!

 

Depremin üçüncü günü; yeğenim bir arkadaşının arabasıyla Hatay’a, bir arkadaşlarına yardım etmek için gittiler. Giderken de boş gitmeyelim. «Ne götürelim?» diye düşünürken, bir markete girmişler… O sırada, sadece gıdâ maddelerini düşünmüşler. Bir hanım oradan geçerken;

 

“–Çocuklar için de bir şeyler alın. Mutlaka bez ve mama da lâzım olur.” demiş ve tanımadıkları bu hanımın söylediği fikir çok mantıklı gelmiş.

 

Bir sürü gıdâ maddesi, çocuk maması, hattâ benzin alıp yola çıkıyorlar. Yollar bozulmuş. Büyük arabalar geçemiyor, tırlar yollarda kalmış ve yüklerini boşaltıp gitmek zorunda kalmışlar. Havaalanı… Herkesin bildiği gibi orası da bozulmuş. Yani ulaşım her türlü yerden zorlaşmış. Bunlar da kenarlardan geçerek bir mağazanın önüne geliyorlar. 

 

Kadının biri marketin önünde, kucağında bebek sağa-sola bakıyor. Belli ki çaresizlik içinde. Yanına gidiyorlar;

 

“–Ablacığım… Bir sıkıntı mı var? Bir şey mi istiyorsun? Bir şeye ihtiyacınız mı var?” deyince;

 

“–Herkes içeriyi yağmalıyor, bir şeyler alıyor. Ama benim içime sinmiyor. Çocuğuma mama alacaktım, alayım mı almayayım mı bilemedim.” diyor. 

 

Hemen koşup arabadan çocuklar için bez ve mamaları getirince, kadıncağızın gözleri doluyor. 

 

“–İstiyorsanız sizi uygun bir yere bırakalım. Burada tek başınıza ne yapacaksınız?” diyorlar.

 

“–Nasıl ayrılayım buradan! Göçük altında babam var, kardeşim var. Onları bırakıp nasıl gidebilirim, gittiğim yerde nasıl durabilirim?” diyor. 

 

Şunu anlıyorlar ki, bazı insanlar depremi sû-i istimal edip marketten televizyon, klima alıp çalarken; bu kadıncağız sadece ihtiyacı olduğu hâlde, zarûret içinde olduğu hâlde, yani belki bir yerde alması bile hoş görüleceği hâlde; bebek mamaları, bebek bezi gibi ihtiyaçlarını bile almaya tereddüt etmiş; 

 

«–Acaba helâl olur mu? Yavruma haram bir şey yedirmiş olur muyum?» diye kapıda bekliyormuş. 

 

İşte helâl haram hassâsiyeti…

 

Allah Teâlâ’nın lutfu. Ankara’daki o hanımın; 

 

“–Çocuklara gerekli şeyleri alın.” demesi. Ve o kadının kucağına, getirdiklerini vermeleri. Onu birkaç gün idare edecek kadar malzeme. Eğer Allah dilerse, biz de dikkat edersek, ayağımıza kadar gönderir bizim maddî, mânevî ihtiyaçlarımızı. Yeter ki biz, o hassâsiyetin idrâkinde olalım.

 

Yine bir başka deprem hâtırası: 

 

Hâli vakti iyi olanlar, suları bile stokladılar. Bizlere pahalı olarak satıyorlar. Ahırları bile ikiye böldüler üç bin liradan aşağıya kiraya vermiyorlar. Bazıları hiç ibret almıyor hâlâ. Gözlerinin önünde neler yaşandı, hiç umurlarında değil!

 

Arama kurtarma ekipleri; gece belli bir vakitten sonra istirahate çekildiklerinde, yurdun çeşitli yerlerinden gelip, altın bulabilme âletleri getirip, göçük altında araştırma yapanları yakaladı jandarmalar.

 

***

 

Yeğenimin arkadaşının anneannesi rahatsız, felç geçirmiş ve Ankara’da doktor olan torunu, onu muayene etmek, tedavi etmek için Hatay’a gelmiş, iki gün kalmış. Tekrar Ankara’ya dönmek için havaalanına gitmek üzere, sabaha karşı erken kalkmışlar;

 

“–Burada bekleyinceye kadar havaalanında bekleyelim.” demişler. 

 

O sırada dayıları; 

 

“–İki gündür doğru dürüst görüşemedik. Geçerken beni de alın da hiç değilse o birkaç saat içinde görüşürüz.” demiş. 

 

Gece saat 03.00’da 03.30’da kalkmışlar, yola çıkmışlar, dayıyı almışlar. Tam şehrin çıkışında, trafikte, kırmızı ışıkta beklerken ânîden deprem olmuş. Yollar ayrılıvermiş, gaza bastıkları hâlde araba bir türlü ilerleyememiş. Şaşırmış kalmışlar; «Ne oluyoruz? Arabaya arkadan bir vuran mı oldu, bir şey mi oldu?» diye. Sonra deprem olduğunu anlayınca;

 

“–Havaalanına gitmeyelim!” deyip tekrar geri dönüp, eve gelmişler. Kendi binaları sağlam; ama karşı binalar, yanındakiler hep yıkılmış. Eğer evde olsalardı, mutlaka onlar da büyük bir şey atlatacaklardı.

 

Bu kadar imtihan karşısında, insanoğlu neden ibret alıp kendine çeki düzen vermez. Biraz kötü örnekler var. Ama bunlar da yaşandı. 

 

***

 

Bir arkadaşımızın öğretmen kızı, arkadaşlarıyla karar veriyorlar. «Kiralık ev bulalım, içini de imkânlarımız nisbetinde toparlarız, kirayı da her ay aramızda paylaşırız. Bir depremzedeye yardımcı olalım.» diye. 

 

Depremzede hanımı alıp emlâkçıyla geziyorlar; 

 

“–Burası küçük, buranın manzarası kapalı, burası pek bakımlı değil, biz rezidansta oturuyorduk…” gibi lâflar edince bütün imkânlarını zorlayıp yardım etmek isteyenlerin canları sıkılıyor; 

 

“–Kusura bakmayın; siz istediğiniz gibi bir yer bulup oturun, bizim elimizden daha fazlası gelmez!” diyorlar.

 

Otelde çalışan arkadaşın oğlu da; 

 

“–Anne, kendimi zor tuttum. Elimizden gelen yardımı, ikrâmı yapıyoruz;

 

«Böyle günde iki çeşit yemek mi olacak?» 

 

«Benim odam deniz manzaralı değil!»… gibi şikâyetler. Sanki tatile geldiler.” 

 

***

 

Burada Kredi Yurtlar Kurumunun yurtlarında kalanlar var. Doktor olan kızım da vazifeli gidiyor.

 

Allah devletimize zeval vermesin, her konuda yardım ediyor ama bazen yeterli olmuyor. Orada şahsî ihtiyaçları temin etmeye çalışıyoruz. Gözü gönlü tok olanlar, kendilerine lâzım olmayanı paylaşıyorlar.

 

Yine Kredi Yurtlar Kurumunun yurtlarında kıyafet isteyen olmuş; arkadaş götürüp güvenliğe bırakırken, güvenlikteki genç; 

 

“–Abla bunları bırakıyorsun, ama işine yaramayanı çöpe atanlar var…” deyince; arkadaş ona sormuş:

 

“–Senin ismin ne?” 

 

“–İsa.”

 

“–Bak İsa! Sen ne güzel bir peygamberin ismini taşıyorsun. O; her yanlış yapılan işte, güzellikler aramış, vazgeçmemiş. Birkaç kişi böyle yapıyor diye hizmet etmekten vaz mı geçelim?” demiş 

 

Yedek çamaşırım yok. Ayaklarım büyük numara, gelen ayakkabılar uymuyor. Hastalara, bebeklere bez yetmiyor… Nice ihtiyaçlar. 

 

Düşünün… Kış günü… Bir anda pijamayla, terlikle sokaktasınız. 

 

Bize bir arkadaşımız kuş vermişti. Kafese biraz yem, biraz su koyduk mu kâfî geliyordu. Bu bizi tefekküre daldırdı 

 

Aman yâ Rabbî! 

 

Ne kadar âciz ve muhtaç bir varlığız. O kadar çok ihtiyacımız var ki; yatak, yorgan, kaşık, tabak, bardak, tarak, diş fırçası, iğne, iplik vs. gibi sonsuz ihtiyaç… Biz bu kadar nimetin hangisinin farkındayız ki… Şükürsüz bir hayattayız… Ânîden de bu şekilde kaybedince; kimi şaşkın, kimi hâlâ isyan içinde…

 

Varlıkta şükreden, yoklukta sabreden; her şeyin Allah’tan geldiğinin idrâkinde olan; başımıza gelen büyük-küçük imtihanlardan ders alarak çıkanlardan eylesin Rabbim.

 

Yandık kavrulduk, depremin etkisiyle…

 

Yâ Rab bizi affeyle!

 

Unuttuk âhireti, daldık dünyaya…

 

Yâ Rab bizi affeyle! 

 

Savrulduk her birimiz bir yere, unuttuk kul olduğumuzu, düştük kedere…

 

Yâ Rab bizi affeyle! 

 

Ayrıldık eşimizden dostumuzdan, işimizden aşımızdan…

 

Yâ Rab bizi affeyle!