FATİH ve FETİH

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Dünyanın gözdesi, şehr-i İstanbul’u fethederek bizlere muhteşem bir mîras bırakan, Osmanlı Devleti’nin 7. padişahı Fatih Sultan Mehmed Han’ı ve aziz askerlerini; bu güzel Mayıs ayında, hürmet ve saygıyla, rahmet ve Fâtihalarla anmak isteriz. 

 

“Ana gibi yâr, İstanbul gibi diyar olmaz.” denir. Köklü medeniyetimiz, fetih ile insanlık tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. İstanbul’un fethi; yalnızca ülke tarihi açısından değil, dünya tarihi açısından da önemli bir dönüm noktasıdır. Pek çok hakanların, sultanların, hükümdarların fethetme hayalleri kurduğu bu şâheser şehri (İstanbul’u); Fatih Sultan Mehmed, 29 Mayıs 1453 tarihinde, Bizans’ın elinden alarak muhteşem bir başarıya imza atmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu genç padişahı; aynı zamanda bir devri kapatıp, yeni bir devri açmıştır.

 

Ancak bu mükemmel muvaffakiyette, Kâinâtın Biricik Efendisi Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın müjdeli hadîsinin etkisi vardır: 

 

“Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, o ordu ne güzel bir ordudur.” (Ahmed, IV, 335; el-Hakîm IV, 468) buyruğuna muhatap olma şerefine erişmek, aslında Fatih için en büyük bir pâye idi. Onun hayallerini İstanbul’u almak süslüyordu.

 

Şimdi burada duralım ve düşünelim, bugünkü neslin hayallerini ne süslüyor?..

 

İstanbul’un fethi sadece Türk tarihi yönüyle değil, Avrupa tarihi yönüyle de çok ehemmiyetlidir. Hiç şüphesiz fetih ile, İstanbul’da bir zulmet devri bitirilmiş; akabinde, şehri ve halkı erdemli ve fazîletli prensipleriyle aydınlatan, kalplere hoşgörünün engin rahatlığını sunan İslâm ile, şehr-i İstanbul, apayrı bir huzura kavuşmuştur. Sultan Fatih; sadece İstanbul’u fethetmekle kalmamış, şimdiye kadar orada yaşayanların gönüllerini de fethetmiştir ki, asıl fetih de budur.

 

İstanbul’un fethedilmesi; stratejik konumu, şâheser güzelliğiyle öteden beri herkesin ulaşmak istediği bir hayaldi. Bu hayali; genç, dâhî padişah, Fatih Sultan Mehmed’e kadar kimse gerçekleştiremedi. İstanbul pâyitaht zeminidir; pek çok övgülere, tasvirlere, şiirlere, şarkılara, hikâyelere, efsânelere konu olmuş, güzelliğiyle her zaman ve her devirde herkesi âdeta büyülemiş bir şehirdir.

 

Bu güzel şehir ilk kez, 510 senesinde, Pers İmparatoru Darius daha sonraları Avarlar tarafından kuşatılmıştır. 1453 senesine kadar tam 27 kez fethedilmeye çalışılmasına rağmen bir türlü başarılamamıştır. Tabiî bu kuşatmaların her birinin, kendi devrine göre; stratejik, siyâsî, ekonomik, iktisâdî ve güvenlik sebepleri vardı. Müslümanların fethine kadar şehr-i İstanbul, Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentidir. Aynı zamanda, Ortodoksların da mukaddes kabul ettiği şehir merkezidir. Hıristiyan cephesinde durum bu merkezde iken, biz meseleye bir de İslâmî cepheden, «fetih hadîsi»nin müjde olarak bahşedildiği asr-ı saâdet devrinden bakmak istiyoruz.

 

Bilindiği üzere müslüman olduktan sonra, kendi öz vatanlarından istemedikleri hâlde çıkarılan Mekkeli müslümanlar, himayedar diyar Medine’ye hicret etmek zorunda kaldılar. 

 

Dinleri sebebiyle, böylesi bir mağduriyet yaşayan müslümanlar, Medine’de bir «İslâm Devleti» kurdular. Fakat tabiî, çok çetin şartlarla mücadele ettiler. 

 

Bulundukları şehri yani Medine’yi korumak için verdikleri zorlu savaşların bir seferinde, Mekkeli müşriklerle yapılan «Hendek Savaşı»na hazırlık için hendek kazarken Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’dan İstanbul’un fetholunacağı müjdesi (627) geldi. Hattâ fethi gerçekleştirenlerin dahî mükâfatlandırılacağı, Peygamber hadîsinde belirtiliyordu. Bu müjde sebebiyle; müslümanlar daha 667 senelerinde İstanbul’u almaya çalışmışlar, bu hedefle ilk kuşatmayı yapmışlardır. Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-’ın mihmandârı, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri; bu ilk İstanbul kuşatmasından, bugün şehr-i İstanbul’a kalan çok kıymetli bir asr-ı saâdet hâtırasıdır. Bu vesileyle, bu güzel şehirde; iki yüzü aşkın sahâbe-i kirâmın medfun bulunduğundan bahsedilir. İstanbul halkı için bu ne büyük bir değerdir!

 

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden itibaren de, her bir sultanın İstanbul’u alma arzusu olmuştur. 1328 senesinde Orhan Gazi zamanında; bugün Sultanbeyli sınırları içinde bulunan «Aydos» tepesinde, «Aydos Kalesi» yapılır. Bu bölge, o zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde idi. Buradaki asıl gaye; İstanbul’u almak hedefiyle, «Gebze Kalesi»ni fethetmekti ki, o bölgeden gelebilecek yardımların önünü kesmek hedefleniyordu. 1350 yıllarına kadar Kadıköy ve Üsküdar civarlarında, hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Devam eden daha sonraki senelerde, eşsiz şehir İstanbul; Yıldırım BâyezidMusa ÇelebiI. Mehmed ve Fatih’in babası II. Murad tarafından da kuşatılmış, ama bir türlü alınamamıştı. 

 

İstanbul’un fethi; Osmanlı Devleti için Anadolu’yu Rumeli’ye bağlayarak İslâm’ın Balkanlarda ilerleyebilmesi ve yükselişi açısından çok önemliydi. Peki, Sultan Fatih bu işi nasıl başardı? 

 

Çocukluğundan gençlik yıllarına kadar Fatih, İstanbul’u fethetme hayalleriyle büyüdü. Bu sebeple; tahta geçer geçmez, fetih hazırlıklarına başladı. Bu iş için önce, Rumeli Hisarı’nı dört ay gibi kısa bir sürede yaptırdı ve orada bizzat çalıştı. Fetih hazırlıkları büyük bir titizlikle, stratejik ve ilmî şekilde tesis edildi. Sultan Fatih bu muhteşem fethi; devlet adamları ve ilim adamlarının yanı sıra din büyükleriyle de istişâre ederek yürüttü.

 

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek,

Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek; 

Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek…

 

Yürü, hâlâ, ne diye oyunda oynaştasın?..

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! 

 

Fatih; şehri 53 gün süren uzun kuşatmadan sonra, çok çetin mücadeleler neticesinde, 29 Mayıs 1453’te hamdolsun fethetti. İki sene gibi bir süre içinde, maiyyetinde bulunanlarla birlikte bu fethi gerçekleştirdi. Pek tabiî bu fetih, batıyı derin üzüntüye boğdu. İstanbul gibi mukaddes bir şehrin müslümanlarca alınması, Hıristiyanlığın utancı olarak nitelendi. Bizim açımızdan ise, büyük bir zaferdi. Ancak asıl önemli olan, «Nebevî muştunun gerçekleşmesi»ydi. Fetihle Orta Çağ bitti, Yeni Çağ başladı. Dolayısıyla Fatih; bu fetih ile bir devri kapatmış, yeni bir çağı açmış padişahtır. Bilhassa gençlerimizin, o kıymetli şahsiyetten alacağı çok dersler vardır.

 

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan,

Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan;

Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan…

 

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın…

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

 

Fatih fethin akabindeki sürede; Anadolu beyliklerini aldıktan sonra, batıya doğru ilerleyerek; Yunanistan, Bosna-Hersek, Eflâk-Boğdan, Belgrad hariç Sırbistan’ı alarak Tuna’dan Fırat’a kadar Osmanlı topraklarını genişletti. Devrinde tam 17 imparatorluk, devlet, krallık ve beylik ortadan kaldırıldı. O tıpkı Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm- gibi; her savaşta ordusunun başında, hattâ en önündeydi. Mağlûp olduğu hiçbir savaş olmadı, Hazret-i Allâh’ın izniyle hep muzaffer oldu. O, savaşlarda gizliliğe çok dikkat ederdi. Temkinliydi; savaş öncesi, en ince detaylara kadar hesap ederdi. Keskin zekâlı, düşüncelerinden vazgeçmeyen, gerektiğinde en zor kararları verebilen, aynı zamanda isabetli kararlar alabilen bir güzel kişilikti.

 

Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır,

Şu mihrap Sinânüddin, şu minare Sinan’dır;

Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır!..

 

Bilmem neden gündelik işlerle telâştasın…

Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın!

 

Bilindiği üzere belirli dönemlere damgasını vuran devlet liderleri; yaşadıkları devrin menfîliklerini müsbete çevirmeyi, yani şerleri hayra değiştirip, dönüştürmeyi başaran mümtaz şahsiyetlerdir. Böyleleri güçlü şahsiyetleri ile hem toplumu ihyâ ederler, hem memleketlerini kalkındırırlar. İşte Fatih böyle bir şahsiyettir. 

 

Fatih’in geliştirdiği Osmanlı topları ve gemileri, silâh sanayiinin o devirde ne kadar etkili ve güçlü olduğunu gösteriyor. Fatih Sultan Mehmed’in devlet anlayışının merkezî olup, hükümranlığın bölünmezliğini esas alması, hukuk temelini sağlam temeller üzerine bina etmesi; onun devlet adamlığındaki ustalığını ve bilgeliğini ortaya koyuyor. Bu fetih, sadece Türk tarihinde değil, dünya tarihinde de etkisi hâlâ devam eden büyük bir hâdisedir. Bizim açımızdan; Fatih İstanbul’u fethetmekle kalmamıştır. Hükümranlığı süresince Devlet-i Aliyye’yi birkaç kat büyüttüğü, devleti sosyal ve kültürel açıdan geliştirdiği açık ve nettir. 

 

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!

Yürü, aslanım, fetih hazırlığı başlasın…

 

Yürü, hâlâ ne diye, kendinle savaştasın…

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

 

Fatih; sadece güçlü bir devlet adamı değil, aynı zamanda Rasûlullah -aleyhisselâm-’a yürekten bağlı samimî bir müslümandı. Fatih aldığı eğitimler îcâbı, dînî konuları yaşama hususunda çok hassastı. Babası II. Murad; Fatih’in yetişmesine özel önem atfetmiş, birçok hocalardan dersler aldırmıştı. Molla GürânîHocazâde, Molla AbdülkādirMolla HayreddinSirâceddin Halebî bunlardandır. Fatih; hocalarını örnek alır, her konuda onlara danışır, fikirlerini almadan bir işe karar vermezdi. Nitekim fetih hazırlıkları, hep onların nezâretinde cereyan etmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han’ın, diğer dinlere gösterdiği hoşgörü ve anlayış herkesi memnun etmişti. Bu sebeple; yalnızca hıristiyanlar değil, farklı din ve mezheplere mensup olanlar da, onun devrinde huzur içinde yaşayabiliyorlardı. Bugün bulundukları her bölgede çeşitli sıkıntılara uğrayan, âdeta istenmeyen insanlar ilân edilen müslümanları şöyle bir düşünmeli; günümüzde bugün Fatih’in anlayışına ne kadar ihtiyaç var? 

 

Yüzüne çarpmak gerek, zamânenin fendini,

Göster, kabaran sular nasıl yıkar bendini?

Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!..

 

Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın…

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

 

Fatih; kendine güvenen, çok okuyan, araştıran, hemen her hususta bilgi sahibi, adâletli, cesaretli, dehâ seviyesinde akıllı, bütün bunlara ilâveten dindar bir kişilikti. Edebiyata, ilme, şiire önem verirdi. Sahip olduğu kütüphânesiyle, kitap okumaya verdiği önem ile, bilgeliğini buluşturmuştur. Aynı zamanda şairdi. Sosyal ve müsbet ilimlerde üst seviyeydi eğitim almıştı. Arapça, Farsça, Yunanca, Lâtince, Sırpça, Slâvca ve İtalyanca bilirdi. Tarih, coğrafya ve matematik hususlarına meraklıydı. Askerî, dînî ve edebî konulara özel ilgi gösterirdi. Fatih İstanbul’u dünyanın ilim ve fen merkezi yapmak istiyordu. Doğudaki meşhur ilim adamlarını; yüksek maaşlar vererek, İstanbul’a davet ederdi. Meselâ; meşhur matematikçi Ali Kuşçu, büyük fakih ve felsefeci Alâeddin et-Tûsî bunlar arasındaydı. Yanı sıra oluşturduğu vakıflarla, fakir ve muhtaç insanlara cömertçe yardımlarda bulunurdu. 

 

Fatih; devrinde İstanbul’u, «Osmanlı İstanbulu»na dönüştürmek adına, yaptığı îmar ve iskân çalışmalarıyla şehri ihyâ etmiştir. Fatih Sultan Mehmed; tartışmasız, Osmanlı Devleti’nin en başarılı padişahıdır. O; güçlü bir devlet adamı, başarılı bir kumandan, pek çok dil bilen eşsiz bir münevver, aynı zamanda şair, mühendis ve iyi bir şehir îmarcısıydı. 

 

Başta sorduğumuz sorunun cevabı, işte buraya kadar anlattıklarımızdadır. Fethin gerçekleşmesi adına iyi bir eğitim şartken, îman-inanç ve bilgeliğin birleşmesi de gereklidir. Ayrıca bir işte başarılı olmak için, o işe tamamıyla gönül vermek lâzımdır. Bu da ancak «adanmışlık rûhu»yla olur. Her zafer böyle gelmiştir. Fatih; gönül verdiği hattâ baş koyduğu dâvâsı için önce, hayal kurdu. Onun dâvâsı, hayaliydi. O hayale erişebilmek için; hazırlıklar yaptı, maddî-mânevî istişâreler gerçekleştirdi. Gereken tedbirleri aldı; takdir için de duâlar etti, büyüklerden duâlar aldı. Hazırlıklarını yaptı, hazırlıksız olmazdı, sonra yola çıktı. Neticede dünyada kimsenin erişemediği bir başarıyı yakaladı. 

 

Şimdi diyoruz ki, bize buradan ne dersler, ne mesajlar çıkar? Bilhassa gençlere… Bütün dünyanın parmakla gösterdiği, çağ kapatıp çağ açan genç, bu işi 18 yaşında plânlamaya başladı, 21 yaşında da FATİH oldu. Demek ki, bugün gençlere; aile ve eğitim kurumlarında, «Fatih Olma İdeali» verilmeli. Bunun adına, Fatih hususî olarak tanıtılmalı, gençlerin hayalleri Fatih ile şekillenmeli. O ne güzel bir genç ve ne güzel bir komutandır!

 

İstanbul’da medfun bulunan güzîde sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- da, bilhassa gençlere misal olarak anlatılmalıdır. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı evinde yedi ay misafir eden o kıymetli sahâbî; sırf Peygamber müjdesine erişmek için, kendisi seksen yaşlarında olmasına rağmen, 6 evlâdıyla birlikte İstanbul’a gelerek şehid olmuştur. 

 

Dolayısıyla; 

 

Müslümanlığı yaşamak; sadece namaz, oruç ve zekât ile olmuyor demek ki, cihad da gerekiyor. İstanbul’un mânevî komutanı olan Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin yaşının ilerlemiş olması, onu cihaddan alıkoymamıştır. 

 

Yanı sıra Ayasofya Camii hakkın ve muzafferiyetin sembolüdür. Ayasofya; Fatih, İstanbul’u fethettiği için bizzat onun malıdır ve orayı Büyük Sultan, cami olarak vakfetmiştir. Bu bir emânettir. Bize düşen emâneti korumaktır. Hamdolsun aslına döndürülmüştür. Vesile olanlardan Allah râzı olsun.

 

Son olarak şu can alıcı soruyu da sormadan edemeyeceğiz: 

 

“Acaba bugün İstanbul, ecdâdımıza lâyık bir hâlde midir?” 

 

Bugünkü gençlerin, aynı ecdâdı gibi, «hak ve adâletin hâkim olduğu» bir dünyanın meydana gelmesi için çok ciddî çaba sarf etmesi gerekir. Aynı zamanda; milletin, ümmetin hattâ dünyanın içinde bulunduğu maddî ve mânevî zulümden kurtulması adına, vahyin ışığında çizilen adâletli bir düzenin kurulması idealini benimsemeleri şarttır. Bu asil ve şerefli gaye için, adanmışlık rûhuna sahip gençlerin yetiştirilmesi elzemdir vesselâm. 

 

Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden,

Senin de destanını okuyalım ezberden;

Haberin yok gibidir, taşıdığın değerden…

 

Elde sensin, dilde sen… Gönüldesin, baştasın…

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!