ÇÂRGÂH MAKAMI

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphânesi’ndeyiz.

 

Senai Beyin yanına yaklaşıyorum; 

 

“–Biraz fâsıla verelim mi Senai Bey?”

 

“–Nasıl arzu ederseniz Hocam.”

 

“–Biraz rûhumuzu dinlendirelim ne dersiniz?”

 

“–Vallâhi çok iyi olur, ne tavsiye ediyorsunuz?”

 

“–Sizi Abdullah Beyin yerine götüreyim. Kendisi size daha önce çokça bahsettiğim Eyüp dayımın arkadaşı Beşiktaş çarşısındaki antikacı Rasim Efendi’nin mahdumu olur.

 

Babası vefât edince dükkân kapanmış, bir süre bağlantımız koptu. Kendisi daha sonra baba mesleğine dönüş yapmış, Üsküdar antikacılar çarşısında bir antikacı dükkânı açmış. Onunla nasıl karşılaştığımızı, buluştuğumuzu bir dahaki sefere anlatırım.” 

 

Bir taraftan antikacılar çarşısına doğru yürüyor, bir taraftan konuşuyorduk:

 

“–Bu Abdullah Bey, bir dönem Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’ne de devam etmiş, mûsıkîşinas bir zâttır kendisi. Çok geniş bir plâk koleksiyonu var, bize biraz müzik dinletsin, rûhumuz şenlensin.”

 

“–Çok iyi olur Hocam.”

 

Antikacılar çarşısına girdik, Abdullah Bey bizi kapıda karşıladı. Hoş sohbetten sonra konuya girildi.

 

“–Abdullah Bey! Kardeşim Senai Bey ile kütüphânede çalışıyorduk. Bu arada sizi tanıştırayım; kendisi emekli deniz albayı, eski haritalar üzerine çalışmalar yapıyor, biz de kendisiyle Hacı Selim Ağa Kütüphânesi’nde tanıştık. Çalışırken biraz mola verip, rûhumuzu dinlendirmek için sana uğradık.”

 

“–Emrinize âmâdeyim Hocam. Siz baba yâdigârısınız, buyurun keyfinize bakın!” deyip eski plâkları karıştırmaya başladı.

 

Bu arada asma kattaki çırağına çayı hazırlaması için seslendi.

 

Plâğı gramofona koydu, dinlemeye başladık. Bir süre sonra bir yanık kokusu ortalığı kapladı.

 

Herkes telâşlandı. Abdullah Bey, hemen yukarı koştu bir süre sonra geldi: 

 

“–Bizim çırak çay hazırlarken dikkat etmemiş, çaydanlığın yanındaki gazete tutuşmuş, hemen söndürdük.”

 

“–Siz niçin gülüyorsunuz Hocam?”

 

“–Bak bakalım, bu çalan eserin makamı nedir?”

 

“–Çârgâh makamı Hocam!”

 

“–Gördün mü işte, bakın üstat ne demiş:

 

«Tegannî olunursa harîk zuhûr eder.» yani doğru kullanılmaz ise yangın çıkar. Sebebini de şöyle îzah ediyor üstat;

 

«Şeâmetten olmayup ehl-i Hicâz’ın ekseri, makām-ı mezkûr ile tilâvet-i Kur’ân eyledikleri» yani çârgâh makamının Hicaz’da (Mekke ve Medine’de) sadece Kur’ân’ı tilâvet için kullanılmasıdır.*

 

Yani böyle bir inanış var. Bu yüzden saygı sebebiyle; çârgâh makamı din dışı eserlerde pek kullanılmamış, hattâ üç yüz küsur eseri olduğu söylenen Hacı Ârif Bey, hiçbir eserini çârgâh makamında bestelememiş.”

 

“–Mâşâallah mûsıkî konusunda da bilginiz var Hocam.”

 

“–Evet Senai Bey, bir dönem ben de Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’ne devam etmiştim, hâlâ da giderim. Abdullah Bey ile de orada tesadüf edip karşılaşmıştık zaten. Bu çârgâh makamı konusunu orada Âmir ATEŞ Hocamızdan da dinlemiştim.

 

Sen de bula bula çok nâdir olan o makamda bir plâk buldun sevgili Abdullah kardeşim. Yangın kokusunu duyunca; tevâfuk oldu, onun için gülüyorum.

 

Sen şimdi oradan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin na‘t-ı şerîfi olan Kani KARACA’nın seslendirdiği; 

 

Kudûmün rahmet ü zevk ü safâdır yâ Rasûlâllah! 

 

adlı çârgâh makamındaki tevşih eserini koy da rûhumuz şenlensin, hem saygıda kusur etmeyelim hem de âdet yerini bulsun.” 

 

“–Eee Hocam; eseri dinledik, neler anlatıyor Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri lutfetseniz biz de anlasak.”

 

Notlar aldığım defterimi çıkardım.

 

“–Estağfirullah Senai Bey, buradan size okuyayım inşâallah: 

 

Kudûmün rahmet ü zevk u safâdır yâ Rasûlâllah!

Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır yâ Rasûlâllah!

 

«Yâ Rasûlâllah! Sen’in dünyaya gelişin; insanlık için hem bir rahmet hem de zevk ve safâdır. Yine Sen’in Peygamber olarak ortaya çıkışın, âşıkların derdine bir çaredir.»

 

Nebî idin dahî Âdem dururken mâ vü tîn içre,

İmâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Rasûlâllah!

 

«Yâ Rasûlâllah! Sen; Hazret-i Âdem daha su ve toprak içindeyken, yani ilk insan daha yaratılmamışken bile Peygamber’din. Bu yüzden Sen, bütün peygamberlere imam olsan bu şeref elbette Sana lâyıktır.»

 

Kemâli zümre-i kümmel Sen’in nûrunla bulmuştur,

Vücûdun mazhar-ı tâmm-ı Hudâ’dır yâ Rasûlâllah!

 

«Yâ Rasûlâllah! Bütün kâmil insanlar, Sen’in nûrunla meydana gelmiştir. Sen’in vücudun da yüce Allâh’ın sıfatlarının tam bir mazharıdır.»

 

Sen’inle erdiler Zât’a dahî envâ-ı lezzâta,

İşin erbâb-ı hâcâte atâdır yâ Rasûlâllah!

 

«Yâ Rasûlâllah! Bütün insanlık, Sen’in sayende Allâh’ı bildi ve sayısız zevklere erdi. İşin de ihtiyaç sahibi olanlara atâ vermektir.»      

 

Hüdâyîye şefâat kıl eğer zâhir eğer bâtın,

Kapuna intisâb etmiş gedâdır yâ Rasûlâllah!

 

«Yâ Rasûlâllah! İster açık ister gizli olarak Hüdâyî’ye şefaat eyle! O kapına intisâb etmiş bir köle, bir hizmetkârdır.»”

 

O sırada ikindi ezanı okundu, hep beraber Üsküdar Vâlide-i Cedid Camii’ne namaz kılmaya gidildi.  

 

________________________

 

* Kazım UZ, Mûsıkî Istılâhatı, s. 19.