ALLAH KORKUSU

Sami GÖKSÜN

 

Adâleti ve merhameti iki cihanı kuşatan, insanı insana kulluk / kölelik etmekten meneden, mü’minleri îman ve ibâdet nûruyla aydınlatan yüce Rabbimiz; ilâhî bir çağlayan hâlinde bizlere lutfettiği Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

 

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmrân, 102)

 

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir.” (el-Hacc, 1)

 

Görülüyor ki; 

 

Allah Teâlâ bizlere kendisinden korkmayı emretmektedir. Zira îman hayatı Allah korkusuyla başlar. İslâm’ın yolu Allah’tan korkanların yoludur. Âhiret hayatının sırlarını, ancak Allah korkusu verir. Kalpler Allah korkusuyla dolmadıkça, hayat dâimî bir dert ve ızdıraplar hâlinde derinleşir. Kur’ân-ı Kerîm’in aydınlık sabahında yol almak, ebedî huzur ve saâdete ermek, yine Allah korkusuyla mümkündür. Allah korkusu taşımayan mü’min, hem dünyasını hem de âhiretini bir azap mahalline çevirmiş olur.

 

Allah’tan korkmak, hayatımızın her dakika ve saniyesinde O’nun murâkabesi altında olduğunuzu bilmek çok önemli bir duygudur. Bu duygudan mahrum olan bir gönülde; 

 

•Merhametin yerini zulüm, 

 

•Doğrunun yerini hile, 

 

•Şefkatin yerini intikam, 

 

•Sevginin yerini nefret doldurur.

 

Bedenleri yanmaktan kurtaracak, derileri ateş işlemez bir kalkan hâline getirecek, onları kurtuluşa erdirecek ve cennet bahçelerinde Hak dostları yapacak duygu yine Allah korkusudur.

 

Yüce Mevlâmız, Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Rabbinin huzûrunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.” (er-Rahmân, 46) buyurarak bu hakikati ortaya koyar.

 

Diğer bir âyet-i kerîmesinde ise;

 

“…Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” (et-Talâk, 2) buyurmuştur.

 

İçimize bir güve gibi girmiş, rûhumuza bir kene gibi yapışmış rüşvet, kumar, adam kayırma, sahtekârlık ve sû-i istimal gibi kötü huyları; Allah’tan korkmadığımız, Kur’ân’ın emir ve yasaklarını yerine getirmediğimiz, Peygamber Efendimiz’in yoluna girmediğimiz müddetçe rûhumuzdan sökmeye, sırtımızdan çıkarıp atmaya imkân yoktur.

 

Allah’tan korkmayan insandan, her türlü kötülük beklenir. Onun için atalarımız; 

 

“Kork, Allah’tan korkmayandan!” demişlerdir.

 

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurur:

 

“Cehennemliklerin kıyâmet gününde en hafif derecede azap görecek olanı, ayaklarının tabanının altına bir ateş közü konulup da bu yüzden beyni, tencere ve güğüm gibi kaynayan adamdır!” (Buhârî, Rikāk, 51)

 

Evet; Allah korkusu olmayan bir cemiyette, her türlü ahlâksızlık ve yolsuzluk kol gezer. Her insanın başına bir polis, bir güvenlikçi dikmeye imkân olmadığına göre; kötülük ve yolsuzlukları önleyecek tek kuvvet, Allah korkusudur.

 

Bir tüccar, bir bakkal mısınız? Allah korkusu taşımıyorsanız, tartınızı ve terazinizi doğru kullanamazsınız.

 

Bir manav, bir kasap mısınız? Allah korkusu yoksa aynı parayı almanıza rağmen; adamına göre mal verir, bazı kimselere ya çürüğünü yahut kemiğini verirsiniz.

 

Bir âmir, bir memur musunuz? Kalbinizde Allah korkusu duymuyorsanız; işinize vaktinde gelmez, gelse de gerekeni yapmaz, insanları; «Bugün git, yarın gel!» diye oyalar, adam kayırır, eline bakarsınız.

 

Başta peygamberler olmak üzere bütün olgun mü’minler, hayatları boyunca her an Allah korkusuyla titremişlerdir.

 

Ashâb-ı kiramdan Abdullah bin Şihhîr Hazretleri buyururlar ki:

 

“Bir keresinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 158)

 

Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün şöyle buyurmuşlardı:

 

“Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” (Buhârî, Tefsîru’s-Sûre 5, 12; Müslim, Fezâil, 134) 

 

Bunun üzerine Rasûlullâh’ın ashâbı yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladılar.

 

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-; devesi ile bir çadırın yanından geçerken, çadırda okunan azap âyetlerini duymuş, heyecan ve korku ile devesinden hızlıca ve titreyerek yere inmiştir.

 

İmam-ı Âzam Hazretleri bir akşam Kur’ân-ı Kerim okurken;

 

“Allah da bize lutfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azâbından korudu.” (et-Tûr, 27) âyet-i kerîmesine gelince mânâsını düşünerek sabaha kadar gözyaşı dökmüştür.

 

Gerçek ve olgun mü’min, Allah’tan korkan ve hâdiselerden ibret alan mü’mindir. Efendimiz de bu hususta öyle buyurmuyor mu?

 

“Hayrın başı Allah sevgisi; hikmetin başı da Allah korkusudur.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, hadis no: 4361)

 

Mü’minler olarak; bu meseleyi iyice tefekkür mevzuu yaparak, şu gerçeklere dikkat etmemiz gerekmektedir:

 

Evleri, apartmanları bir dakika gibi bir zamanda havaya uçuran, yerden kaynar sular fışkırtan, dağları ve ağaçları paramparça eden fırtına ve depremler; kabaran denizler, çakan şimşekler, düşen yıldırımlar bize Allah korkusunu hatırlatan ilâhî kudret eserleri değil midir?

 

Hulâsa; 

 

Hâdiselere îman gözüyle bakıp, hareketlerimizi kontrol etmeliyiz. Dünyada başıboş bırakılmadığımızı ve ilâhî bir kontrol altında olduğumuzu unutmamalıyız. Bilmeliyiz ki;

 

Îman kalesine sığınmadan, amel zırhına bürünmeden, Allah korkusu ve ümidiyle donanmadan, ebediyete uzanan yollar; dikenlerle ve tehlikelerle dopdoludur.

 

Rabbim bizi hakkıyla yaşayıp, Allah korkusuyla hayatını tanzim edenlerden eylesin!..

 

Âmîn…