ZENGİNLİK ve SADAKA-İ FITIR

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Fıtır Sadakası (Fitre) Nedir?

 

Fıtır, kelime mânâsı itibarıyla; oruç açmak, oruç tutmayıp normal yemek yeme düzenine geçmek anlamına gelmektedir. Kökünde ise esmâ-i hüsnâdan el-Fâtır -celle celâlühû- ve fıtrat gibi kelimelerden hatırlayacağımız üzere yaratılış mânâsı vardır. 

 

Bu tabir, Iydü’l-Fıtr / Ramazan Bayramı sabahından önce fakirlere verilmesi gereken bir sadakanın adı olmuştur. 

 

•Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği yaratılışımızın, sıhhatli bedenimizin bir teşekkürü, 

 

•Ramazan ayını afiyetle geçirebilmenin, oruç tutabilmenin bir şükrânesi,

 

•Ramazan’da bayrama kavuşmanın sevincidir fıtır sadakası. 

 

Lisânımızda fitre de denilmektedir. 

 

Mümkünse bayramdan önce fakirlere vermek gerekir. Bu noktada her müslüman aile reisi, ailesindeki bütün fertler için fıtır sadakası verir. 

 

Yani beş kişilik bir ailenin Fıtır Sadakası beş kişilik olarak verilmelidir.

 

Miktarı nedir?

 

Bir kişilik miktarı, bir kişinin bir günlük yemek ihtiyacını karşılamaktır. 

 

Diyanet İşleri Başkanlığı her sene asgarî bir rakam ilân etmektedir. Bu sene 70 liradır. En azı bu kadar takdir edilmiş olmakla birlikte, kişi ne kadar artırırsa kendisi için o kadar hayırlı olur. Kendi hayatımızda bir günde yediğimiz 2-3 öğün yemek ne kadar tutuyorsa; onu ve daha fazlasını vermek, şükrümüzün daha güzel bir edâsı olacaktır.

 

Sadaka-i Fıtrı Kimler Verir?

 

Sosyal yardımlaşmaya ve tesânüde çok ehemmiyet veren yüce dînimiz, ümmetin fakirlerini, zenginlerine zimmetlemiştir. Zekât; yıllık olarak zenginlerin fakirlere, yoksullara ve toplumun sayılan diğer dezavantajlı kesimlerine servetlerinden belirli bir kısmını aktarmalarıdır. Sadaka-i fıtır, kurban, sadaka, hayrat, vakıf gibi farklı farklı vazifeler var. Bu vazifelerin sorumluluk alt sınırı birbirinden farklılık gösterir. 

 

Burada zenginlik üzerinde durmalıyız. Arapçada fakir, muhtaç demektir. Ganî / zengin ise muhtaç olmayan, müstağnî demektir. Yani tarifler «ihtiyaç» üzerinden şekillenir. 

 

Üç türlü zenginlik var:

 

Zenginliğin birinci basamağı: Bir kimsenin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir günlük ihtiyacını karşılayabilecek mal varlığı varsa o zengin demektir. Nitekim Efendimiz -aleyhisselâm- bir hadîs-i şeriflerinde buyuruyor ki:

 

“(Ey mü’minler!) Sizden kim vücutça sağlıklı; kendisi, ailesi ve malı emniyet içinde olup, yanında gününe yetecek kadarcık rızkı bulunursa, bütün dünya ona verilmiş gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 21; İbn-i Mâce, Zühd, 9)

 

Günlük nafakasına sahip, «Çoluğuma çocuğuma o gün ne yedireceğim?» derdi yok, başında bir düşman belâsı yok, vücudunda afiyeti, sıhhati yerinde, Sultan Süleyman’ın da dediği gibi;

 

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

 

Yani bir nefes sağlık ve güven içerisinde yaşamak büyük bir zenginlik.

 

Böyle bir zenginliği olan bir kimsenin kapı kapı dilenmesi, sokaklara çıkıp para istemesi câiz değildir. 

 

Fakat günlük zenginliğe sahip olan bir kimseye sadaka-i fıtır verilir, fidye verilir, zekât verilir. Kendisi isteyemez ama bir aylık, bir yıllık nafakası olmadığı için -dışarıdan istemeden- kendisine verilenleri alabilir.

 

Zenginliğin ikinci basamağı ise;

 

Bu zenginlik, kişiyi zekât mes’ûlü yapacak seviyede olmasa da, kendi ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir aylık, bir yıllık ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar mal varlığı olan bir kimsenin durumudur. Nisab kadar malı var, fakat zekâtın diğer şartları tahakkuk etmiyor.

 

Bu kimsenin üzerine birtakım mükellefiyetler terettüp eder. 

 

Birinci terettüp eden mükellefiyet;

 

•Sadaka-i fıtır vermesidir. 

 

•Kurban kesme mükellefidir. 

 

Ayrıca bu kimse, kendisine istemeden de verilse verilen zekâtı alamaz.

 

Zenginliğin üçüncü basamağı: Bu seviye, ikinci basamağın keyfiyetli, nitelikli bir durumda olması demektir. Yani;

 

•Havâic-i asliyye / temel ihtiyaçlardan arta kalan,

 

•Üzerinden bir yıl geçmiş olan, 

 

•Nâmî / artıcı mâhiyete sahip 80 gram altın veya ona eş değer bir malı olan kişinin zenginliğidir. 

 

Bu kişiler, sadaka-i fıtır ve kurban yanında zekâtla da sorumludurlar. 

 

İkinci tip zenginlik ile üçüncü tip zenginlik arasındaki farklar ortaya çıkmış oluyor. Evinizde duvara dayalı fazladan bir-iki halı nâmî mal değildir. Bunun zekâtını vermezsiniz. Fakat bu tarz ihtiyaç fazlası mallar, ikinci tip zenginliği sağlar. Ticaret malı olmamak kaydıyla; fazladan araba, ev ve eşya da böyledir. 

 

Altın ve gümüş ise ister ziynet eşyası olsun ister çeyrek, gram vb. yatırım için alınmış olsun bizâtihî nâmî maldır. Ticarethânedeki mallar nâmî maldır. 

 

Elinize 80 gram ve üzeri altın veya karşılığı bir para geçiyor fakat bu meblâğ sizin ve bakmakla mükellef olduğunuz kişilerin bir yıllık ihtiyaçlarına sarf olunuyor. Yani üzerinden bir yıl geçmeden harcanıyor veya bir kısmı harcanıp 80 gramın altına düşüyor. Bundan zekât sorumlusu olmazsınız. Fakat Ramazan’da imkân sahibi olduğunuz için sadaka-i fıtırla, Zilhicce’de imkân sahibi olduğunuz için kurban kesmekle mükellef olursunuz. 

 

Dolayısıyla zekât mükellefi olmayan birçok insanımız, sadaka-i fıtır ve kurban ile mükelleftir. Çünkü ikinci sınıf zenginlik, rahat ulaşılabilecek bir zenginliktir. 

 

Kime verecekler?

 

İkinci tip zenginliğe ulaşamamış kimselere verilir. 

 

Ramazân-ı şerifte, zengin de olsak fecirden gün batımına kadar yiyip içemiyoruz. Olmadığı için yiyemeyen fakirin hâlini bizzat yaşamış oluyoruz. Bu ibâdetin içtimâî tarafında şefkat ve merhametin artması arzu edilmiş. Bu ibâdet mevsiminin sonunda da bir bayram var. Bu bayramda sadece zenginler mi sevinecek? Bayramlarda herkes, hep beraber sevinmelidir. Boynu bükük kimsenin kalmaması lâzım gelir. Her zaman böyledir de hiç değilse bayramlarda bunu sağlamaya âzamî gayret îcâb eder. Bunun da yolu herkesin konu komşusunu gözetip kollaması, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesidir.

 

Gayr-i Müslimlere Fıtır Sadakası verilir mi?

 

Sadaka-i fıtır müslümanın üzerine düşen bir borçtur ve müslümana verilir. 

 

Bize doğrudan düşmanlık etmeyen gayr-i müslimler zor duruma düştüğünde onlara da insanlık nâmına iyilik yapmamızı Rabbimiz menetmez. (Bkz. el-Mümtehine, 8) Aç, perişan, âfetzede bir insanın dîni sorulmaz. Onun imdâdına koşulur. Hattâ sâir mahlûkatı bile aç bırakmak bir müslümana yaraşmaz.

 

Fakat bu yardımın yapılacağı kalem, zekât ve sadaka-i fıtır olmamalıdır. Onlar için ayrı yardım bütçeleri oluşturmak lâzımdır. 

 

Zekât ve sadaka-i fıtır gibi vecîbeleri, müslüman kardeşine borcu olarak düşünmeli insan. «Birisine iyilik yaptık» diye, «bir şahsa olan borcumuzu ödemekle» vazifemizi tamamen yerine getirmiş olur muyuz?

 

Kişi; «Benim çevremde fakir müslüman yok!» diyor. Arayıp bulacaksın. Mâtemlerin civarında dolaşacaksın. 

 

Efendimiz -aleyhisselâm-;

 

“Muhakkak ki insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi, altından sadaka ile (çarşı-pazar) dolaşır da bunu kendisinden sadaka olarak kabul edecek tek kişi bulamaz.” (Buharî, Zekât, 9; Müslim, Zekât, 59) buyuruyor.

 

Lâkin o günler gelmedi. Mültecî, depremzede, savaş mağduru, yetim, öksüz ve muzdarip milyonlarca müslüman var. «Onlar gelsin, beni bulsun.» dememeli, biz onları arayıp bulmalıyız. Sıhhat, vaziyet ve vazife îcâbı bunu arayamayacak hâlde isek, ne mutlu ki, bize aracılık edecek güvenilir vakıf ve dernekler var. Üstelik bunu ücretsiz yapıyorlar. Zira bu vekâleti ücret karşılığında da yapabilirlerdi. 

 

Hâsılı;

 

Bayram sosyal bir hâdisedir. Tek kişi ile bayram olmaz. Bayram bütün milletin beraber yaptığı bir faaliyettir. Binâenaleyh herkes bayram ediyor; ama fakirin, fukarânın, yetimin, kimsesizin o gün pişirecek yemeği yok. Böyle bir durum yaşanmasın diye sadaka veririz. Efendimiz -aleyhisselâm- sadaka-i fıtrı Ramazân-ı şerifte yaptığımız birtakım eksikliklerin, birtakım yanlışlıkların keffâreti olarak da değerlendirir. Oruç tutan kimseye bir temizlik olarak sadaka-i fıtrı verdiğimizi söyler.

 

Cenâb-ı Hak; oruçlarımızı, sadakalarımızı, infaklarımızı, terâvihlerimizi, mukabelelerimizi, tilâvetlerimizi cümle ibâdetlerimizi makbul eylesin. 

 

Âmîn…