Rasûlullâh’ı Misafir Eden MİHMANDÂR-I RASÛL -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, istirahat edeceği zaman, etrafına bakındıktan sonra, etrafında pervâne olan bu güzel aileye döndü:

 

–Ey Ebû Eyyûb! Sizin bir serîriniz yok mudur?1

 

–Yoktur ey Allâh’ın Rasûlü! Ama en kısa zamanda bir serîr2 temin ederim inşâallah!

 

Mekkeliler genellikle serîr (sedir) üzerinde oturur ve yine serîr üzerine yatıp uyurlardı. Medineliler ise daha ziyade yer yatağını tercih ederlerdi. Serîrin yokluğu fakirlikten değil, evlerinin eşya ve döşeme farklılıklarından kaynaklanıyordu. Buna rağmen, serîr üzerinde oturup yatanlar da vardı tabiî. Ancak bu evde o an için serîr kullanılmıyordu.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- böyle sorunca, Eyyûb Sultan da; «Biz genelde serîr kullanmayız!» dememiş; «En kısa zamanda temin ederim inşâallah!» diyerek, hemen bir çare aramaya başlamıştı.

 

Rasûlullâh’ın serîr sorduğunu duyan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre, hemen harekete geçti. «Birileri bu işe baksın!» demedi. «Bu işi ben yapmalıyım!» diye düşünerek, bir fırsatını bulup, önce Eyyûb Sultan ile konuştu:

 

–Ben bu işten anlarım ey Ebû Eyyûb, sen hiç merak etme. Bir-iki saat içinde yapar getiririm sedîri. Sen diğer işlere bak!

 

–Hay Allah senden râzı olsun Es‘ad, bu işten anlaman da çok iyi doğrusu…

 

–Anlamasam bile, anlayanı bulur yaptırırdım. Misafir hepimizin misafiri! Öyleyse; «Ben anlamam.» gibi bir düşünce bize yakışmaz. Ya anlar gereğini yaparız ya da anlayanı bulur, yine gereğini yaparız Allâh’ın izniyle.

 

Hazret-i Es‘ad, hemen gidip işe koyuldu. Direklerini ağaçtan kesmiş, üzerini keten ve hurma lifleriyle örüp, hasırla kaplı bir serîr yaparak, acele ile Eyyûb Sultan’ın evine getirmişti. Rasûlullah -aleyhisselâm-’a takdim ederken, gönül dolusu muhabbetle şöyle söyledi:

 

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sizin için bir serîr yapıp getirdim. Uygun görürseniz bunun üzerinde oturur, akşamları da buna yatıp uyursunuz.3

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- da Es‘ad- bin Zürâre’nin hediyesini kabul ederek, ona duâ buyurdular.4 Gönülden gelen, en temiz hizmet düşüncesine bağlı olan bu hediyeden dolayı, gerçekten çok memnun olmuştu.5

 

Müslüman; başkasına iş çıkaran değil, işi hâlleden bir ahlâka sahip insandır çünkü. Başkasından iş bekleyen değil, müslümanların işini, kendi işi gibi gören bir şahsiyettir. Hazret-i Es‘ad- bin Zürâre, bu konuda ne güzel örnek oldu bize. Ama burada biz, birilerinin Hazret-i Es‘ad- gibi yapmasını beklemeyecek, Hazret-i Es‘ad- gibi olmaya çalışmak gibi bir mesajı alacağız artık.

 

Ne yaptığının şuurunda olan bu kutlu aile, herkes çıkıp İki Cihan Güneşi ile baş başa kalınca, bir başka iklime girdiler. O’nunla aynı mekânda olmak ve O’nun soluduğu havayı solumak bir başka mutlu ediyordu onları. Hele bir de böylesine büyük bir şerefe kendi evlerinde ermeleri ise, tarifi imkânsız bir hava yaşatıyordu onlara.

 

Bu erişilmez şerefin yanında, sorumluluğu büyük olan kıymetler kıymetlisi misafirlerini dinlendirmek için buyur ettiler:

 

–Yukarıya buyur ey Allâh’ın Rasûlü!

 

–Buyur yâ Rasûlâllah, yukarısı sizin!

 

–Ben altta oturmak isterim!

 

–Hâşâ yâ Rasûlâllah!

 

–Siz yukarıya buyurun.

 

–Ben altta oturmak isterim. Bana sürekli elçiler ve ziyaretçiler gelip gidecek. Bu yüzden ben alt katta olmalıyım. Ben böyle istiyorum!6

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, en sonunda; «Ben böyle istiyorum!» diye buyurunca, bütün aile susup kaldılar! O’nun sözünü çiğneyemezlerdi. O, ne derse o olurdu. Derhâl itaat etmeliydiler. Yorum yok, itaat vardı çünkü! Peygamberler Sultanı’nın alt katta oturmasına gönülleri râzı olmuyordu bir türlü. Fakat yapılacak başka bir şey de yoktu. Bundan dolayı üst katta O’nun için yaptıkları hazırlıkları hemen alt kata taşıdılar. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın istirahatini temin etmek için, çabuk davrandılar.7

 

Peygamberler Sultanı, bu güzel eve girince, ev halkı şereflerin en büyüğü ile şereflendi. O ana kadar Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî olarak bilinip anılan bu büyük sahâbî, o andan sonra Mihmandâr-ı Rasûl8 diye anılmaya başlandı. Bunu yukarıda ifade etmiştik. Ancak ilerleyen zamanlarda, özellikle de Osmanlılar Dönemi ve şimdi Türkiye’de bu unvan daha çok Eyyûb Sultan olarak ifade edilmektedir. Peygamberler Sultanı’nı evlerinde ağırlama şerefine eren bu ailenin her ferdi, ayrı bir sultan olarak anıldı. Biz de bu geleneği sürdürerek Sultan unvânı ile devam ediyoruz.

 

Ebû Eyyûb, Eyyûb Sultan olunca, hanımı da Fâtıma Sultan olarak anıldı. Çocuklar da şereflendiler bundan. Sultan ailenin sultan çocukları olarak anılmaya başladılar. Hem anıldılar ve hem de büyük bir saygı ve sevgi gördüler.9 Biz de sadece Eyyûb Sultan’ı değil, bu güzel aileyi bir bütün olarak Sultan Aile unvânıyla anıp anlatmaya çalışacağız.

 

Mekke Dönemi hâdiseleri içinde Dâru’l-Erkam, çok özel bir yer tutmaktadır. Medine’ye hicretten önce Dâru Es‘ad da aynı öneme sahipti. Dâru’l-Erkam, Erkam’ın evi olup, aynı adla meşhur olmuştu. Fakat bu evi çekip çeviren evin hanımı Hazret-i Hind bint-i Abdullah hakkında pek mâlûmat yoktur. Dâru Es‘ad; aynı şekilde Es‘ad bin Zürâre’nin evi olup, o da aynı isimle meşhur olmuştu. Fakat bu evin hanımı olan kadın ve çocuklar hakkında pek fazla mâlûmat verilmemektedir.10 Aynı eksiklik burada da söz konusudur maalesef. Eyyûb Sultan tanıtılıp bilindiği kadar, hanımı Hazret-i Fâtıma-i Hazreciyye11 ve çocukları pek tanıtılamamıştır. Evlerinde en kıymetli misafiri ağırlayan bu hanım hakkında mâlûmat vermemek de haksızlık olur. Konu akışı ve bir aile bütünlüğü içinde, bunu hep beraber göreceğiz inşâallah.

 

Hazret-i Hâlid bin Zeyd, Eyyûb Sultan olduğu gibi, Hazret-i Fâtıma el Hazreciyye de Fâtıma Sultan olarak anıldı. Çocuklar da şereflendiler bundan. Sultan ailenin sultan çocukları olarak anılmaya başladılar. Hem anıldılar ve hem de büyük bir saygı ve sevgi gördüler

 

Peygamberler Sultanı gibi örnekler örneğini misafir ettiklerinde Eyyûb Sultan 31-32, Fâtıma-i Hazreciyye 25-26 yaşlarında iken; çocukları: Eyyûb 12, Hâlid 10, Abdurrahman 9, Amre ise 6 yaşlarına henüz girmişlerdi.12

 

Üste çıkmışlardı, fakat O’nun üstünde olmak çok zorlarına gidiyordu. Peygamberler Sultanı’nın üstünde olmanın verdiği sıkıntı, özellikle gece çok daha fazla tedirgin ediyordu onları. Bundan dolayı daha dikkatli davranıyorlardı. Öyle ki, birbirleriyle bile konuşmuyorlardı artık. O’nu rahatsız etmemek için; o kadar dikkat ediyorlardı ki, aralarında bile işaretlerle anlaşmaya çalışıyorlardı. Bu böyle bir veya iki gece sürdü.13

 

İkinci geceydi…

 

Allâh’ın Rasûlü rahatsız olmasın diye düşünerek, oldukça sessiz hareket ediyorlar, en küçük bir tıkırtı bile yapmamaya çalışıyorlardı.

 

Ne kadar sessiz ve dikkatli olsalar bile, kazâra bir su testisi devrildi! Testi devrilir devrilmez, büyük bir endişe ile yerlerinden fırlayıp, o anda yastık, yorgan, yatak, ne buldularsa suyu emdirmeye çalıştılar. Aşağıya su damlamasın diye, serî bir şekilde hareket ettiler. Neticede suyun aşağı akmasını önlemeyi başardılar.

 

Kazâ ile de olsa suyu döktükleri için, çok mahcup olmuşlar, bütün geceyi uykusuz geçirmişlerdi. Hem de çoluk çocuk; bütün hepsi. Bir yandan suçlular gibi köşelerine sığınıp büzülmüşler, bir yandan da kendilerinin bile zor duydukları bir fısıltı ile yüreklerini yakan sıkıntılarını dile getirmişlerdi.

 

–Allâh’ın Rasûlü alt katta, biz O’nun üzerinde; bu nasıl olur!

 

–Biz böyle O’nun üzerinde iken yatıp uyuyamayız!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın yattıkları yerin üzerinde olmak bir yana, bir de böyle durumda yatıp uyumak, her birinin çok ağırına gidiyordu. Gece boyu bu endişeden dolayı yatıp uyumamışlar, dolayısıyla yorgun ve bitkin düşmüşlerdi. Öyle ki, sabah olduğunda Peygamberler Sultanı da durumu fark edip, ne olduğunu sordu:

 

–Ne oldu size böyle?

 

–Her şeyimiz Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Yüce Allah Sen’i başımızdan eksik etmesin. Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz Siz’in üzerinizde yatamıyoruz. Ne olur Siz yukarı çıkın. Biz aşağı inelim. Siz’in üzerinizde olmak bize çok ağır geliyor! Siz alt katta kaldığınız sürece, bizler Siz’in üzerinizde yatıp uyuyamayız. Ne olur Siz yukarı çıkın yâ Rasûlâllah!

 

–Gelen gidenlere kolaylık olması ve sizin de sürekli rahatsız olmamanız için, alt katı istemiştim ben!

 

–Gelen giden herkes, bize rahmet getirirler. Biz bütün aile, her emrine hazırız. Ama ne olur, siz yukarı çıkın yâ Rasûlâllah!

 

–Peki, öyle olsun! İstediğiniz gibi olsun o hâlde!14

 

Peygamberler Sultanı böyle buyurunca, bütün aile sevinçlerinin en güzelini yaşadılar. Hiç vakit kaybetmeden büyük bir şevkle işe koyuldular. O’nun eşyalarını yukarıya, kendi eşyalarını da alt kata taşıdılar.

 

Neticede bütün aile olarak Peygamber Efendimiz’i üst kata taşıyınca, rahat bir nefes alabildiler ancak. 

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

________________________________________

 

1İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 4, s. 314.

 

ألسّرير Serîr; üzerine oturulduğu gibi, aynı zamanda üzerinde yatılacağı ve bugün kanepe, divan, sedir, somya gibi çeşitleri olan ev eşyası.

 

Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 525.

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 288-291; Zürkānî, Mevâhibü’l-Ledünniyye Şerhi, c. 3, s. 383.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, Eyyûb Sultan’ın evinde kaldığı sürece o sedirin üstünde yatıp uyudu. Kendi evi yapıldığında da aynı sedir oraya taşındı.

 

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 144-145.

 

Süheylî, Ravdu’l-Ünüf, c. 4, s. 279-280; Bedruddîn Aynî, Umdetü’l-Kārî, c.4, s. 177; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ’ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 265.

 

مهماندار رسول Çok değerli zâtları misafir edip, onları şereflerine uygun ağırlayan kimse demektir.

 

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 144, 177, c. 2, s. 100, 140-152; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 110-116, c. 3, s. 484-485; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 403-404; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe Fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 94-96; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c.2, s. 402-413; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 198-214; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 234-235.

 

10 Hazret-i Es‘ad- bin Zürâre’nin, iki hanımı ve üç çocuğu olduğu bilinmektedir. Ümeyrâ bint-i Süheyl bin Sa‘lebe ile diğer zevcesi Nevvâr bint-i Mâlik; yaşları küçük ve hepsi kız olmak üzere üç tane de çocukları vardı; Kebşe, Habîbe, Furey’a. Ve bu ailenin bütün fertleri müslüman olmuşlardı.

 

11 فاطمة الخزرجي Fâtıma-i Hazreciyye ile aynı isimde olan muhâcir hanım sahâbi Fâtıma bint-i Kays ile karıştırılmamalıdır. Eyyûb Sultan’ın bu hanımı, Fâtıma-i Hazreciyye olarak bilinmektedir.

 

12 Bu konuda farklı rivâyetler de olmakla birlikte, biz burada en çok tercih edilen rivâyeti esas aldık.

 

13 Bazı rivâyetlerde bu sürenin bir, bazılarında iki, bazılarında da üç gece sürdüğü ifade edilmektedir. Biz de bir gecenin az, üç gecenin ise çok olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden ikinci gece rivâyetini esas aldık.

 

14 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 415; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ’ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 264.