ZELZELE

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Dimezler miydi nâsihler bu halka,

Fesâd u fitneyi Sübhân götürmez.

Günâhı şol kadar yüklendiler kim,

Bu dâğ u taş degül mîzân götürmez.

Yaparlar kasrlar mânend-i gerdûn,

Dimezler günbed-i gerdân götürmez.

Gör âhir zelzeleyle yıktı ânı,

 

Bu ululukları Sultan götürmez. (Gelibolulu Sun‘î)

 

Eyüp Dayının antikacı arkadaşının dükkânındayız. 

 

Dükkân ağzına kadar dolu.

 

“–Dayı niye bu kadar kalabalık bugün?”

 

Eyüp Dayı eliyle susmamı işaret etti; 

 

“–Müzâyede var evlât.” dedi.

 

Arkalarda bir taburenin üzerine oturup seyretmeye başladık.

 

Antikacı amca eline bir şey alıyor, bir fiyat söylüyor; oradakiler fiyatı artırıyor, en fazla fiyatı veren o eşyayı alıyordu.

 

Bu böyle devam etti, kısa bir süre sonra da bitti. Herkes dağıldı. Antikacı amca yanımıza geldi ve;

 

“–Kusura bakmayın müzâyede biraz uzadı. Canınız sıkılmamıştır inşâallah…” deyince Dayı beni işaret etti; 

 

“–Ona sor!” dedi.

 

Antikacı amca muzip bir şekilde;

 

“–Madem beyefendinin canı sıkılmış, ona bir hediye verelim.” dedi ve biraz önceki kürsünün yanındaki masadan bir oyuncak aldı;

 

“–Kimse artık hikâyeye para vermiyor. Oysa bu oyuncak benim için çok değerli, bunu sana hediye edebilir miyim?” dedi. 

 

Elimi uzatıp aldım. Oyuncak, tahta bir bebekti. Ancak sağ ayağı dizinden kırılmış, kırılan yere yeni ayak yapılmıştı, ama her hâliyle sonradan eklendiği anlaşılıyordu. Dizden aşağısına; parmakları olmayan, kalem gibi bir dal parçası tutturulmuştu.

 

Daha sonra karşımızdaki tabureye oturdu ve; 

 

“–Size bu tahta bebeğin hikâyesini anlatayım.” dedi.

 

Bu tahta bebeğin sahibinin dedesi usta bir marangozmuş ve bu oyuncağı da ona dedesi yapmış. 

 

1939’da Erzincan depremini yaşamışlar. Dede enkaz altında kalmış, vefat etmiş. Diğer aile efrâdı, enkazdan çıkmışlar. Tahta bebeğin sahibi çocuğun; sağ ayağının kaval kemiği kırılmış, işe bakın ki tahta bebeğin de sağ ayağı aynı yerden kırılmış. 

 

Aile İstanbul’a göçmüş… 

 

Bir gün çocuğun babası olan Rasim Efendi ki kendisi ile tanışırdık; ayağı alçıda olan oğlunun elinde o kırık ayaklı oyuncağı görünce, üzülmüş tabiî ve oyuncağa takma bir ayak yapmış. Babası gibi usta olmadığı için çok güzel olmamış, ama çocuk buna çok sevinmiş.

 

Çocuk, bu oyuncağı odasının penceresinin önüne koymuş.

 

Gel zaman git zaman; pencerenin önünde camın buğulanmasıyla meydana gelen su damlacıkları, taze bir daldan yapılmış olan ayağın filizlenmesine sebep olmuş. 

 

Tabiî oyuncağın ayağının şekli iyice bozulmuş.

 

Çocuğun üzüldüğünü gören Rasim Efendi; kendisi de ziraattan iyi anladığı için, o filizlenen ayaktan bir sürgün almış ve çocukla beraber Âdile Sultan Kasrı’nın olduğu koruluğa gitmişler. Orada Sultan Abdülaziz’in av köşkünün arkasındaki bir söğüt ağacına aşı yapmışlar. 

 

Aşı tuttuğunda, Rasim Efendi beni de götürüp göstermişti o ağacı. Oğlu ile birlikte gezintiye çıktıklarında uğrar, geçmişi yâd ederlermiş. 

 

İşte bu çocuk bir gün, baba yâdigârı deyip bana uğradı. Biraz hasbihâl ettikten sonra; kendisinin bir emânetçisi olmadığını, onun için bu oyuncağı bana vermek istediğini söyledi; 

 

“–Siz en iyi şekilde değerlendirirsiniz…” dedi.

 

“–Eee bunca zamandır sıkılmadan sohbetlerimize katılıyorsun, senden daha uygununu mu bulacağız Eyüp Usta?” dedi ve ekledi:

 

“–Şimdi bu oyuncağı al. Buna baktıkça şairin şu sözlerini de sakın unutma! 

 

15. asırda yaşamış dîvan şairi Gelibolulu Sun‘î muhtemelen Gelibolu’da meydana gelen bir deprem üzerine, acısını şöyle dile getirmiş: 

 

«Depremin sebeplerinden biri, insanların fitne fesâdı. Bu kadar günahı; bırakın dağı-taşı hiçbir terazi çekemez. Bu kadar kini, kavgayı felek dahî çekemez. Şu insanlar; dünya gibi heybetli köşkler yaparlar, ama feleğin kubbesinin onları çekemeyeceği hiç akıllarına gelmez. İşte bakın; sonunda deprem onları yıktı, böyle kibirlenmeleri Sultan çekemez!» 

 

Evet, evlât! Yıllardır söyleniyor ama boşuna; insan doymaz, hırslı, ibret almıyor. Bu da senin kulağına küpe olsun. Âdile Sultan koruluğuna gittiğin zaman da, mutlaka o kocaman boz söğüt ağacını ziyaret et…” 

 

O sırada ezan okundu, hep beraber Sinan Paşa Camii’ne namaza gidildi.