Ülkemizin Tabiî Gerçeği; DEPREM

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

 

Takdir-i ilâhî; İslâm âlemi bu sene mübârek «Üç Aylar»a girdikten sonra, ülkemizin güney bölgesi 6 Şubat günü iki büyük depremle sarsıldı. 11 vilâyette, takrîben 14 milyon insanı etkileyen ve «asrın felâketi» olarak tavsif edilen bu âfette, 150 bin civarında bina, 500 bin civarında daire yıkıldı veya ağır hasar gördü; 50 bin civarında insanımız vefat etti, 100 binin üzerinde yaralımız var. Şimdiye kadar görülmemiş derecedeki bu âfet, ağır kış şartlarının da tesiriyle milletimizi derinden etkiledi; hüzne boğdu.

 

 Beklenmeyen boyuttaki bu âfetin vâkî olduğu bölgede, her ne kadar devlet bütün organlarıyla koşsa da; vilâyet, kaza, köy ve mezrâlar olarak fevkalâde geniş bir sahada vukû bulan hâdiseye, elverişsiz şartların da tesiriyle müdahalede zorluklar yaşandı. Durum tespiti, değerlendirme, müdahalenin icrâsı için vâkî olan zarurî gecikmeler, depremzede vatandaşlarımızın sıkıntılarını, ızdıraplarını katbekat artırdı. Her hâdisede olduğu gibi, böylesine büyük boyutlu bir vakada da, durulan yere ve bakış açısına bağlı olarak, fevkalâde farklı görüşler ortaya atıldı; ithamlar, iftiralar, tezviratlar… 

 

Fitne-fesat vasatından çeşitli menfaatler devşirmeye yönelik olarak; iş, kasıtlı bir şekilde umursamaz davranıldığı ve müdahalenin geciktirilerek pek çok kişinin ölümüne sebep olunduğu gibi akla ziyan ithamlara kadar vardırıldı. Hiç alâkası yokken; Diyanet teşkilâtı, camiler, imam-hatip okulları, dindarlar, bir kısım sivil toplum kuruluşları suçlanarak, onların lüzumsuzluğu ve ülkeye yük oluşları neticesi çıkarılmaya çalışıldı. Hâkim olduğu iddia edilen kadercilik zihniyetinin ve gayr-i meşrû kazançlar için dîni istismâr eden kesimlerin, ilmi göz ardı ederek bu fâciaya sebep oldukları iddia edilerek, ateizm ve deizme yol açılmaya çalışıldı. Bilhassa sosyal medyada yer alan ve bir cemiyetin en büyük gücü mesâbesindeki birlik ve beraberlik rûhuyla bağdaşmayan bu bilgi kirliliği ve hasmâne şâyiâların, içtimâî huzuru ifsâd eden âmiller olduğu şüphesizdir.

 

Böyle büyük çaptaki felâketler, milletlerin imtihanı mesâbesindedir. Çok şükür ki; necip milletimizi rûhen diri tutan fazîletler bakımından, takdir edilecek seviyelerde olduğumuz bir daha görüldü. Nitekim vâkî deprem sebebiyle ülkemizde bulunan bir Japon gazeteci bu keyfiyeti; 

 

“Türk milleti, bu felâket zamanındaki dayanışma ve yardımlaşma hususiyetleri bakımından gıpta edilecek bir durumdadır. Bizim ülkemize de örnek olmasını dilerim.” diye sitâyişle zikrediyor. 

 

Gerçi; ev kiralarını fâhiş seviyelere çıkaran, sahipsiz kalan iş yerlerindeki eşyaları yağmalayan, enkazda kalan değerli eşyaları çalan, lokantalarda yemek fiyatlarını birkaç misli artıran, taşınmak isteyenler için nakliye ücretlerini aşırı yükseltenler gibi depremi bencil menfaatler için fırsata çevirme telâşında olanlar da vardı. Ancak milletimizin kāhir ekseriyetinin, topyekûn yardım için seferber olması; şanlı medeniyetimizin vârisleri olarak, göz yaşartıcı, gönülleri ferahlatıcı bir vaziyet teşkil etti.

 

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: 

 

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirle­rini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66) 

 

Depremin duyulması ile beraber, milletimiz bu hassâsiyetle yandı; en kısa zamanda hazırlanan yardım konvoyları yollara düştü, hattâ merkezî tanzim dışında gönderilen vasıtaların yoğunluğundan yollar tıkandı. Bölgedeki bir vazifeli, manzarayı; 

 

“Yardım yağıyor; öyle ki, teslim alma, depolama, tasnif ve iletme işlemlerine yetişilemiyor.” diye tasvir ediyordu. Devletle beraber yurt içi ve yurt dışı çeşitli sivil toplum kuruluşları, bu geniş sahadaki mağdur vatandaşlarımızın iş yerlerinin açılması, işletilmesi, iâşe ve ibâtesi için ellerindeki bütün imkânları seferber ettiler. 

 

Mevlânâ Hazretleri

 

“Şems bana bir şey öğretti: «Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.» Ben de biliyorum ki; yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum.” buyuruyor. 

 

Bu minvalden olarak İsmail Atâ Hazretleri de şöyle nasihat eder: 

 

“Güneşte gölge, soğukta kaftan, açlıkta ekmek ol.”

 

Nitekim imkânı olan ganî gönüllü insanlarımız; boş evlerini -kira almadan- evleri yıkılan insanlarımıza açtılar; birleşip, -şiddetli kış şartlarında- her şeylerini kaybedip gece kıyafetleriyle ortada kalan insanlarımıza ekmek oldular, su oldular, battaniye oldular… Hattâ; oturduğu evini boşaltıp, evsiz kalan mağdurlara veren «îsâr» sahibi hayırseverler, her şeye rağmen gamlı gönüllere ümit ve sevinç verdi.

 

Allah Teâlâ, sonsuz ilmiyle fevkalâde hassas dengeler ve ölçülerle yarattığı sonsuz kâinatta; «el-Kādir» ism-i şerîfi mûcibince her şeye gücü yeten, tanzim eden, plânlayan ve takdir edendir. Dilediği şekilde dilediğini yapmaya gücü yetendir. Bu nizamın aksamadan devamı için de, bütün unsurların tertip ve tanzîmini ilmî kanunlarla tespit buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Gaybın anahtarları Allâh’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (el-En‘âm, 59) beyanıyla, «el-Alîm» olan Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretiyle kâinâtı ihâtası ifade buyurulur. Öyle ki; insanoğlu, havsalasının alabildiği ölçüde, esrârına vâkıf olabildiği nisbette, bu işleyiş hakkında bilgi edinir. Öğrendiği bilgiler ışığında; dünyayı îmâr etmek için takdir buyurulan dengeleri bozmadan, tabiatla barış içinde gerekli tedbirleri almakla mükelleftir. Bencil ihtiraslarının peşinde tabiatı sömürmeye kalkarsa, bunun pek acı neticeleriyle karşılaşmak mukadder olur. Bu hususla alâkalı olarak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle îkaz buyurulur: 

 

“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Böylece Allah, dönüş yapsınlar diye, işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (er-Rûm, 41) 

 

Bu mevzuda, insanın mes’ûliyeti; 

 

“Allah Teâlâ’ya tâzim ve itaat; mahlûkata şefkat ve merhamet.” düsturu ile tayin edilmiştir.

 

Kâinatta, hikmetine binâen bir zerre mesâbesinde bile olmayan ve sonsuz nimetlerle dolu ve sonsuz zenginlikte bir hayatla yaratılan dünyamız; yapısı itibarıyla tespit buyurulan ilmî kanunlar çerçevesinde, zaman zaman deprem denilen bir âfeti de yaşamaktadır. Bugün elde edilebilen bilgiler sayesinde alınacak tedbirlerle, bu âfeti zararsız atlatabilmek mümkün olmaktadır. Nitekim asırlar öncesinden kalan eserlerde bile, gerekli teknik şartlara uyularak bunun mümkün olduğu görülmektedir. Ancak, jeolojik yapısı bakımından deprem ülkesi olduğumuz bilindiği hâlde; bencil menfaatler uğruna, iskâna açılmada bu vaziyet göz önünde tutulmadan ve gerekli teknik şartlara uyulmadan hareket edilmesinin pek acı neticelerini, 6 Şubat depremlerinde bir kere daha milletçe yaşadık. Burada; bölgeyi iskâna açan, inşaatı yaptıran, izin veren, kontrol eden ve malzemeleri hazırlayan şahıslar ve mercîler olarak geniş bir topluluğun mes’ûliyetleri bahis mevzuudur. 

 

“İnsan, fiillerinde sorumluluk sahibidir. Allah, kulların fiillerini onların iradeleri doğrultusunda yaratır. Bu yaratma Allâh’ın buna mecbur olmasından değil, «âdetullah/sünnetullah» denen düzen ve takdirinden dolayıdır. İnsanlar; hür irade sahibi olmaları dolayısıyla, sorumluluk alanlarıyla ilgili işlerini doğru, güzel, dikkatli ve sağlam yapmakla mükelleftirler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Allah Teâlâ’nın yapılan bir işin sağlamca yapılmasını istediğini bize haber vermiştir…” (Dr. Ahmet GELİŞGEN: «Musibet, Takdir-i İlâhî ve Sabır», Makaleler, 20.11.2017) 

 

Kur’ân-ı Kerim’de; insanlar doğru istikametten sapmamaları için, akletmeleri, tefekkür etmeleri, ibret almaları yönünde devamlı îkaz buyurulur. Hikmetli bir sözde; 

 

“Dünya âhiretin tarlasıdır.” denilmiştir. Bu tarladan iyi mahsul alabilmek için; ekim öncesinden başlayıp, hasadına kadar devamlı kontrol altında tutmak gerekir. İnsan da, sâlih bir kul olarak, mes’ûliyetleri çerçevesinde, kendisini ve çevresini devamlı dikkatle kollamak mecburiyetindedir. Bu hususa işaretle, Fudayl bin İyaz Hazretleri

 

“Mü’minin konuşması hikmet, susması tefekkür, bakışı ibret, ameli iyiliktir.” buyurur. 

 

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu kıvâma ulaşmış mü’min keyfiyeti için şöyle buyurur:

 

“Mü’minin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mü’mine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

 

Musîbet zamanlarında kalpler yumuşar; ibret almak, ders çıkarmak için daha da hassaslaşır. Ancak, bu fazîlete menfî açıdan bakanlar da olabiliyor. Nitekim 1999 Marmara depreminde; «Bu hâdiseden ibret alalım.» diye yazan bir gazeteciye; o günün şartlarında, hapis cezası verildiği hatırlanacaktır. Vukû bulan bu depremde de nice ibretlik vakalara şâhit olundu. Depreme uğrayan bir aile reisi şöyle anlatıyor: 

 

“Kahvaltı soframızda yirmi çeşit yiyecek vardı. Küçük oğlan; «Ton balığı yok; ben yemem!» dedi. Dedim ki; «Biz bunun cezasını çekeriz; ölçülü olalım!» Deprem başımıza geldi; soğuk bir sandviçle kahvaltı yaptık.” 

 

Bir genç şöyle diyor: 

 

“Ben sadece Cuma namazı kılardım. Ama gördüm ki ölüm çok yakın, ben hazırlıksızım. Her an ölebiliriz, artık ibâdetlerimi tam yapacağım.”

 

Bir diğer depremzede şunu anlatıyor: 

 

“Komşumun üç Mercedes arabası, bir fabrikası, üç mağazası vardı. Depremde hepsi yok olmuş. Geldi; benden bir kilo pirinç istedi.”

 

Bir başka aile reisi şöyle konuşuyor: 

 

“Ev sahibim, kira fiyatını çok yükseltmek için beni evden çıkardı. Depremde evi yıkılınca, çadırda beraber kaldık.” 

 

Depremzede olan yaşlı bir kadın; 

 

“Artık herkes gitti; devletimiz bizimle kaldı.” diye, minnetle şükrediyor. Çok şükür ki, milletimizin gıpta edilecek merhamet ve dayanışma şuuru ile, çok büyük bir külfet getiren bu bâdire de hayırlısıyla atlatılacaktır. İdrâk etmekte olduğumuz mübârek rahmet ayları ve bilhassa Ramazan ayı ile; bu dayanışma fazîleti katmerlenecektir. 

 

Milletimizin başı sağolsun; Allah Teâlâ böyle bir âfeti bir daha yaşatmasın; insanları nefsine râm olma gafletine düşürmesin, iradesine hâkim kılsın; depremzede vatandaşlarımızı selâmete çıkarsın.