RAMAZAN, DEPREM, BAYRAM…

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Bir senedir hasretle beklediğimiz, ayların sultanı Ramazân’a eriştik elhamdülillâh. Aramızda isteyip de erişemeyenler oldu. Hepimizin Ramazan ayı mübârek olsun. Hassâten bu güzel ay hürmetine; Rabbim, yaralı gönüllere inşirah, ruhlara itmi’nan bahşeylesin. Depremde kaybettiğimiz 50 bine yakın canımız için, aziz milletimizin başı sağ olsun. Değerine paha biçilemez şu kudsî ayda; çabucak toparlanmamız adına, O Kādir-i Mutlak bizlere yardım etsin. Devletimize zeval vermesin. Mağdur vatandaşlarımıza; güç, kuvvet, îman, firâset ihsân eylesin. Yine nasip olursa; ay sonunda, bayrama kavuşmayı umut ediyoruz. Yüce ve Azîz olan Mevlâ Teâlâ, lutfeylesin inşâallah. 

 

6 Şubatta deprem ile sarsılan güzel yurdumuzun 11 ili, fâcia denecek şekilde büyük bir yıkıma uğradı. 50 bin civarında insanımız vefat etti, binlerce yaralımız var. Bu sayı hakikaten dile kolay; oysa ne büyük, tahammülü zor bir acı. Hey büyük Rabbim! Kim bilir ne müthiş bir mesaj vermek istedi bizlere!.. 

 

Yitirilen canlar, harâbeye dönen nice mâmur şehirler, yıkılan binalar, kaybedilen mal-mülk, makam-mevki ve itibar… Gerçekten tam bir felâket tablosu çıktı ortaya… İnsanların o zamana kadar, düzgün yaşamak için; nice emekler sarf edip, alın teri döktükleri işleri, işyerleri, evleri hepsi hepsi, sadece bir dakika içinde yok olup gitti. Arkasından insanoğlu yalnızca bakakaldı… Demek ki, her şey boş…

 

Boş olmayan tek şey, hayatı anlamlı yaşatan her şey…

 

Yûnus Emre ne güzel der:

 

Mal sahibi, mülk sahibi! 

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan… 

Var biraz da sen oyalan! 

 

İşte insanoğlunun ömrünü verip oyalandıkları; gün geldi yok oldu, yalan oldu. Saniyeler içinde, nesi varsa elinden gidiverdi. Rezidansta oturanla gecekonduda oturan, aynı çorba kuyruğuna girdiler. Ev sahibi ile kiracı hâkezâ… Anlatılacak, ibret alınacak çok şey var. Acılar dağ gibi. Ancak sanki Ramazan; ağlayan insanların ruhlarına bir nebzecik rahmet oldu, oluyor. Hakk’a yöneliş, ibâdetle diriliş, duâ duâ yalvarış ve yakarışlar; gönlü ihyâ edecektir inşâallâhü Teâlâ. Ramazan’da; ağlayan yürekler bir nebze olsun sükûna erişecek, kalplere sekînet inecektir diye ümit ediyoruz.

 

Bilhassa en sevdiklerini, yakınlarını kaybeden kardeşlerimize, yüce ve Azîz olan Rabbimiz bol sabır versin. Mübârek Ramazan ile acıları dinsin, yürekleri inşirâha kavuşsun. Ruhları ibâdetlerle huzura erişsin inşâallah. 

 

Tabiî zor; biliyoruz, anlıyoruz acılarını, derinden hissediyoruz. Ancak sabır ve tahammül, dertlerin ilâcıdır. Biz kardeşlerimizin acılarını paylaşıyoruz. Acılar paylaşınca küçülür. Bütün Türkiye, hattâ dünya koştu âfet bölgelerine. Herkes, başta devletimiz bütün birimleriyle; halkının, vatandaşlarının yanındaydı. Yanı sıra cemaatler, vakıflar, dernekler, sivil toplum kuruluşları, medya unsurları, çeşitli müesseseler, ferdî, aynî ve nakdî yardımlar… Gerçekten muhteşem bir birlik ve beraberlik sergilendi hamdolsun. Özellikle arama kurtarma çalışmalarına katılan yerli ve yabancı insanlar; fedâkârca, günlerce çok çabalar sarf ettiler. Rabbim, emeği geçen herkesten râzı ve hoşnut olsun. 

 

Biz inanan insanlarız; yaşadığımız her şeyi inancımıza göre değerlendirir, tedbirlerimizi ona göre alırız. İsyan etmeyiz, Yaradan’ı -hâşâ- suçlamayız, lânet okumayız, hele bedduâ hiç yapmayız. Biz îmanlı insanlar; düşünce ve davranışlarımızda hep mûtedil olur, aşırıya kaçmayız, ölçümüz budur. Başımıza gelenlere, kendimizi harap edercesine, ne aşırı üzülür ne de sevinçte aşırıya kaçarız. Başımıza gelenler «imtihan» dolayısıyladır. Zira Cenâb-ı Hak;

 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155) buyuruyor. 

 

Dünya bir sınanma alanı; kimin neyle imtihan edileceğini, kimin dünya imtihanında başına neler geleceğini, ancak Allah Teâlâ bilir. Bize düşen, bu zor imtihanda başarılı olmaktır. «Neden bunlar benim başıma geldi? Niçin her şeyimi bir anda kaybettim? Bu nasıl adâlet?» gibi, insanı helâk olma derekesine sürükleyebilecek taşkınlıklara düşüp, şeytanın fısıldadığı saptırmalara kulak asılmamalıdır. Bu durum tam da, bir îman meselesidir. Hâdise çok büyük… Îmanların da aynı paralellikte, güçlü, sarsılmayan ve kavî bir hâlde olması gerekiyor. Öyle rüzgârın estiği her yöne doğru eğilen bir îman, bu hâdiseyi göğüslemeye kifâyet etmez.

 

Bilindiği üzere; deprem, zelzele, tsunami, sel felâketleri gibi tabiî âfetlere engel olunması insanoğlunun irade ve gücü dışında (sünnetullah) hâdiselerdir. Bunların hepsi «ilâhî irade» dâhilinde olmaktadır. Bu vukû bulan, bize göre menfî görünen hâdiselerde, bizim bilemediğimiz nice hikmetler vardır. Şimdiye kadar ilk olanlar, bugün olanlar ve gelecekte de olacak olan hiçbir şey boşuna değildir. Belki de bu felâketler; hakikatlerin daha iyi anlaşılmasıyla, nimete dönüşecek, ne biliyoruz? Bakalım zaman ne gösterecek? Zaman, her sızıyı dindirecektir. Cenâb-ı Hak, merhametlilerin en merhametlisidir. O asla ne zâlimdir ne de gaddardır. Bu cereyan eden olayda, sadece O’nun bildiği ama bizim göremediğimiz pek çok gizli sırlar vardır. O, vekildir. Kulunun yâr ve yardımcısıdır. O’nun şefkat ve merhametinin üstünde başka bir kuvvet ve güç yoktur. 

 

Ancak ilâhî bir ceza olarak tecellî eden musîbetlerin; îkaz, ibret, hikmet, hayret boyutu vardır. Hâdiseleri hem dünyevî hem uhrevî boyutuyla düşünmeliyiz. Allah Teâlâ; 

 

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O; mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (el-Mülk, 2) buyuruyor. Hâdiseyi sadece görünen yüzüyle değerlendirmek doğru olmaz. Nice menfî hâdiseler; kimileri için ikram, kimileri için ihsan, kimileri içinse hüsrandır. En güzelini Mevlâ Teâlâ bilir. Ancak bizler âcizâne; «Güzel neticeler çıkar.» diye ümit ediyor, ye’se düşmüyoruz. Çünkü bizim büyükler büyüğü, Allâh’ımız var, sahibimiz var. O, bizi görüyor ve asla bizi derdimizle bir başımıza bırakmaz. O, kimseye zulmetmez. Nitekim bu felâketle karşılaşmış kardeşlerimizde; güzel bir tevekkül var, sabır var, tahammül var. Onca yakınını kaybetmiş olmasına rağmen, yıkılmamış ayakta ve başkalarının yardımlarına koşuyorlar. Mâşâallah diyoruz ki: 

 

«İşte îmandır, aşılmaz engelleri aştıran.» Ne güzel karşılamışlar, doğrusu hayran kaldık. Rabbim böylesi kardeşlerimizin sayısını çoğaltsın.

 

Ancak şu âyet-i kerîmeyi de, hatırlamadan edemiyoruz:

 

“İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” “Meal notu: Âyette; kötü fiillere, ibret olsun diye dünyada iken verilen karşılıklar için «bir kısmı» denmekte ve asıl cezanın âhirette olduğuna işaret edilmektedir.” (er-Rûm, 41) 

 

Dünyayı yaşarken «helâller keyfe kâfî iken haddi aşanlar»ın; İslâm dışı hayatla aşırıya kaçarak her türlü yanlışı, çirkini, menfîyi işleyen ve işlerken yürekleri titremeyenlerin; dindarlıklarını yalnızca Ramazân’a yahut cumadan cumaya tahsis edenlerin kulakları çınlasın. Her canının istediğini; kimseden çekinmeden, fütursuzca her mekânda icrâ edenlerin kulakları çınlasın. Akla gelen gelmeyen cümle ahlâksızlıkları alenen işleyenlerin kulakları çınlasın. Elbette bunca rezilliğe ses çıkarmayanların da kulakları çınlasın. Haram-helâl hudutlarını rahatlıkla çiğneyerek, sadece kendi keselerini çabucak dolduranların kulakları çınlasın. Böyleleri her şehirde var. Kendi ellerimizle çağırmış olmayalım bu felâketleri?!.

 

Aslında insanların ruhlarında yaşadıkları iç deprem daha önemlidir. Zira insanlar iç âlemlerinde, her boyutlu iç deprem yaşamaktalar. Belki de bu deprem, önemi hep gözden kaçan hususları düşünmemize yol açabilecektir. Bir kere; bunca ilmî bilginin gelişmiş olduğu şu ortamlarda, şehirlerin düzgün yerlere kurulması neden düşünülemedi? Bina yapan müteahhitlerin demirden, çimentodan çalmaları; öte yandan, düzgün ve sağlam malzeme kullanılmadan inşâ edilen yapılara, kanunsuzca iskân verilmesi… Bunlar hakikaten doğru şeyler değildir. Çürük malzemeyle bina inşâ eden insanlar, çürük insanlardır. Onların yaptıkları yapılar içinde yaşayan insanlara bir zarar geldiğinde, kendileri için «kul hakkı» doğacaktır. Dünyada; «Gemisini kurtaran kaptan» deniyor, ama her dünya gerçeği, âhirette geçmiyor. Burası yalan dünya, asıl içinden hiç çıkmayacağımız bâkî olacak bir âlemde kendini kurtarabilmektir hakikî mârifet.

 

Belki de toplumumuz bundan sonra; yeni şehirler kurma, yeni binalar inşâ etmede genel anlamda bu fecî hâdiseden ibretler alarak, hayırlı sonuçlar çıkaracaktır. Bir daha böyle felâketlerin yaşanmaması için, inşaat kurallarına uygun, kaliteli malzemelerin kullanılmasıyla binaların inşâ edilmesi; ihmal ve tedbirsizlik sebebiyle bu hususlara dikkat edilmemesi hâlinde, ağır cezaî müeyyidelerin uygulanması gibi hukukî ve cezaî tedbirlerinin alınmasına sebep olacaktır. Bu elîm hâdise, inşâallah depremden dersler çıkarılmasına vesile olur.

 

Bu deprem bize gösterdi ki, sağlam insan yetiştirmek gerekiyor. Çalmayan, sahtekârlık yapmayan, doğru ve dürüst olan, herkesin iyiliğine çalışan, «kul hakkı»na dikkat eden, alın terine kıymet veren; kısa yoldan, yorulmadan kolayca köşe olmak yerine, sadece verilenle kanaat eden; fazîletli prensipleri hayatına koyan insanlara ihtiyaç var. Herkesin başına bir polis dikemeyeceğimize göre, herkesin iç âleminde polis olması şart. O da insanların, «vicdan» sahibi olma hakikatidir. Ancak pek tabiî, bu bir eğitim meselesidir. 

 

Bugün bazı insanlar, başlarına gelen bu felâketi doğru değerlendiremeyip, sürekli isyanları oynuyorsa; bu durumdan, onları eğitmeyen, doğru fikrî yapı geliştirmesine engel olan çevresi sorumludur. Emin, güvenilir, dosdoğru, hak ve hukuk gözeten, merhametli ve şefkatli insanlar yetiştirmemiz elzemdir. Tıpkı 18 yaşında emîn ve güvenilir vasfını kazanan Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- gibi… İnsanların karakterleri sağlam olmalı ki, sağlam binalar inşâ etsinler. Fakat depremzede olan Anadolu’muzun güzel insanları; onca acı ve elem yaşamalarına rağmen öyle serinkanlı, sabırla ve tevekkül ile hareket ettiler ki, her birinin sükûnetine hayran olduk. Mâşâallah… İşte gelecek; böyle fazîletli, değerlerine sahip, erdemli insanlar sayesinde, daha güzeliyle yeniden inşâ edilecek inşâallah. Hep birlikte, her şeyin üstesinden geleceğiz, yüce Rabbimiz’in inâyetiyle. Depremi yaşayanlar; bizden daha sakin, daha derli-toplu, meseleleri, îman dairesinde değerlendiriyorlar. 

 

Biz inanıyoruz ki; hâdiselerden ibretler çıkaranlara, Cenâb-ı Hak kaybettiklerinden daha güzelini lutfedecektir. Biz biliyoruz ki, vefât eden kardeşlerimiz şehiddir inşâallah. Kalanlara da yüce ve Azîz olan Rabb-i Teâlâ; karşılaştıkları cefâya karşılık, ecirlerini de ona göre verecektir. Kişi ne kadar ağır bir imtihan ile karşılaştıysa, Allâhü Azîmüşşân da ona göre sabrını verir. Engin şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, kulunu onca acısıyla asla bir başına bırakmaz. O, daima yaraları en güzeliyle saran ve kulunun elinden hep tutandır. Bize düşen Rahmet-i Rahmân’a yönelmektir. O da kendisine yönelenlere; daha iyisiyle, daha güzeliyle mukabele edecektir. Buna itimadımız tamdır. 

 

Ancak tabiî bizim; önümüz de bayram, depremzede kardeşlerimizde umut yeşertmemiz gerekiyor. Onlara; 

 

“Evet bu hâdise başınıza geldi, fakat bütün Türkiye sizinle! Yalnız değilsiniz! Her şey daha iyisiyle yeniden inşâ edilecek. Bu hâdise, bizim bilemeyeceğimiz çeşitli hikmetlerden dolayı Cenâb-ı Hak’tan geldi. Depremden sonra önünüze beyaz bir sayfa açılacak inşâallah.” diyerek tesellî vermemiz, yerinde bir davranış olur. İnsanlar, zamanla hakikatler ışığında değişecek, dönüşecek; daha düzgün, çalmadan-çırpmadan, sahtekârlığa teşebbüs etmeden, riyâkârlığa kaymadan, yalan söylemeden yaşayarak, işlerini ona göre yapacaklardır. Bu kadar kayıptan sonra, gerekli derslerin çıkarılacağı kanaatindeyiz. Bütün bir toplum; Allah Teâlâ’nın rahmeti vesilesiyle, bu depremden güzel istifadeler çıkaracaktır, diye ümit ediyoruz inşâallah. Yeter ki biz Hakk’ın kapısından ayrılmayalım.

 

Bu hususta şerefli Kitâbımız Kur’ân-ı Azîmüşşân’da pek çok âyet-i kerîmeler vardır: 

 

“O hâlde; Sen’inle beraber tevbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hûd, 112) 

 

“Başınıza gelen herhangi bir musîbet; kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” 

 

“Meal notu: Âyette hitap edilenler, günahkâr mü’minlerdir. Günahı olmayan mü’minlerin başına gelen musîbetlerin sebepleri başkadır. Meselâ; onların sabretmeleri, ecirlerini artıracak sebeplerden biri olarak sayılabilir.” (eş-Şûrâ, 30)

 

Helâl ve haram prensiplerine riâyet eden, hakkı bilen, insan haklarına dikkat edenler ancak, işlerini sağlam ve düzgün yapabilirler. Bunlar da inançlı ve îmanlı insanlardır. Dolayısıyla îman çok şeydir, hattâ îman her şeydir. Hayatın bütünü, ancak ve ancak îmanla yaşanırsa, müstakîmce yaşanabilir, gerisi boştur. Nasıl evlerin yıkılmaması için tedbirler alınıyorsa, aynen bunun gibi; çalmayan-çırpmayan, hak-hukuk gözeten bir neslin yetiştirilmesi de, bu olanların arkasından alınacak en önemli tedbirdir, kanaatindeyiz. 

 

Bu seneki buruk ve hüzünlü bayram; ülke insanımıza iyilik, hayır, huzur, ümit, selâmet, sabır, dayanışma ve helâlleşme temin etsin. Üzüntülerin paylaşmayla hafiflemesine, kardeşlikle yükün dağıtılmasına, ağlayan gönüllerin bir nebze gülmesine, kalbin rakîkleşmesine bu bayram vesile olsun inşâallah.