TESELLÎ BAYRAMI

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Bu sene Ramazân-ı şerîfe mahzun girdik. Bayrama da 6 Şubat zelzelesinin yüreklerde meydana getirdiği o gam ile yol alıyoruz. 

 

Mahzun ve muzdarip yürekler tesellî bekler. 

 

Tesellî ve avutma; meşgul edip, oyalama mânâsı taşır. 

 

Düştüğü için ağlayan çocuğun dikkatini dağıtıp eline bir oyuncak tutuşturur, gönlünü avutursunuz. Küçük çocukların neşeye meyyal tabiatlarını avutmak pek zor olmadığı için, yetişkinler; 

 

«Çocuk mu avutuyorsun?» diye çıkışırlar, basit yaklaşımlarla kendilerini tesellî etmeye çalışanlara. 

 

Fakat daha derin acılar vardır ki şaire;

 

Tesellîden nasîbim yok hazân ağlar bahârımda,

Bugün bir hânümansız serserîyim kendi öz diyârımda… 

 

(Mehmed Âkif)

 

dedirmiştir. 

 

Hattâ bu tesellî ayrı bir eziyete bile dönüşür:

 

Yok tesellîden nasîbim vermeyin zahmet bana,

Etmeyin bunca eziyyet, az mı hicrânım benim? 

 

(Süleyman Ârif)

 

Izdırap ile kuruyup gitmiş bir gönle tesellînin fayda veremeyeceğini Nâbî şu teşbihle anlatmış:

 

Her kim ki verir âşık-ı bî-tâba tesellî,

Gûyâ nemek-feşânlık eder lahm-ı kadîde…

 

“Hâlsiz, bitkin âşığı tesellî etmeye çalışanın hâli, kuru ete tuz saçanın hâli gibidir.”

 

Kuru etin, tuzu kabul etmediği gibi, bitkin âşık da tesellî kabul etmeyecektir. Hattâ Ahmed Hâşim gibi perdelerini kapatacaktır:

 

O eski hücreye benzer ki ömrümün kederi,

Çekilmiş ufk-ı tesellîye karşı perdeleri…

 

Tesellînin kökünde «unutma» var. Hattâ aynı kökten gelen, «sülvân»a, mâşukasını unutamadığı için harap olan melânkoliklere içirilen iç açıcı bir ilâç veya kalbe ferahlık veren bir esans mânâsı verilmiş. 

 

Asıl tesellî, kalpten o sevginin çıkmasıyla olur. Oyalanıp oyalanıp tekrar hatırlamak, yeniden aynı acı veren hırslara dönmek avutucu değildir. 

 

Burada gönülden silinmesi, unutulması gereken şey âfette kaybedilen servet, ev, dükkân ve benzeri maddiyata duyulan sevgi ise, unutulması güzeldir. Hattâ bir daha kalbe hiç taht kurmasalar daha iyidir. “Mal canın yongasıdır.” denilerek, kaybedilen maddî şeyleri bir nevi canımızın fidyesi olarak görmek yerindedir. 

 

Fakat yitirilen yakınların muhabbeti, unutulması istenen sevgilerden değildir. Ancak; 

 

Ecel ayırsa bile mahşerde buluşuruz… 

 

tesellîsi ile onu da tehir etmekte ferahlık vardır. 

 

Gerçek hidâyet kıssalarının anlatıldığı bir kitapta, evlâdını yitiren bir annenin; “Onunla cennette buluşursun.” şeklindeki tesellîlerde var olan hakikatin peşine düşerek, müslüman olduğunu okumuştum.

 

İsminde nisyan kökünü taşıyan insan, maalesef unutur. Şartlara uyum sağlar. Hattâ kendine de şaşar. 

 

Sızladıkça sızlanırsın, 

Niye unutmaz ki gönül?

Bir gün gönlünü tanırsın:

Neyi unutmaz ki gönül!

 

Izdırapların felsefî olanları da var. 

 

İntihar teşebbüsünde bulunan kişiler üzerinde yapılan bir araştırmada, en çok «hayatında bir anlam bulamamak» cevabıyla karşılaşılmış. O mânâyı; ölümde, yoklukta aramak ne kadar acı. 

 

Gerçi ikbalden idbâra sürüklenerek büyük bir yeis timsâli olan Âkif Paşa; 

 

Avutan halkı bu gam-hânede oldur yoksa,

Olmasa müşkil idi tesliye-bahşâ-yı adem.

 

“Bu gam dolu dünyada halkı avutan sonunda yokluğa gidecek olmaktır. Yokluğun tesellîsi olmasa iş pek müşküldü.” dese de, yokluğa methiyeler düzse de, ölümde çare aramamıştır. 

 

Hattâ onun «adem / yokluk» dediği hususu, tasavvuftaki «fenâ» kendi cirm-i sağîrinden çok daha büyük bir değerde yok olmak, ümmette, mânevî önderinde, Rasûlullah’ta ve son olarak Cenâb-ı Hak’ta fânî olmak şeklinde değerlendirenler de az değildir. Behiştî’nin dediği gibi; felsefe, akademi, psikolojik tahliller ve cümle lâkırdılar, bu derin ızdırâba çare olamaz. Çare Allah ile baş başa olunan halvettedir:

 

Âşıka vermez tesellî kîl ü kāl-i medrese,

Ey Behiştî nüzhet istersen fenâ kûyunda kal!

 

Lâkin bu tavsiye havâssa uygundur. Ayrıca yalnızlık Allâh’a mahsustur. Halvette tesellî bulabilmek için, iç dünyanın temiz olması îcâb eder. İç dünyamızda; isyana, itiraza, ye’se, inkisâra ve benzerlerine davet eden konuşmacılar varsa, yalnızlık daha beter netice verir. 

 

Tesellînin öz Türkçesi diyebileceğimiz avutmak fiilinin kökünde, toplanma mânâsı sezilebiliyor. 

 

Muzdarip insanın etrafına toplanmalı; onu gamlı dünyasının içinden, ızdırap ve hüzünlerinden çıkarmalı. Tabiatı itibarıyla içtimâî bir varlık olan insanı yalnız bırakmamalıdır. Onu neşelendirecek, konuşturacak, zihnini dağıtıp, gönlünü ferahlandıracak bir vasat tesis etmelidir ki, bayram işte tam da budur. 

 

Akrabalar, yakınlar, eş-dost bir araya gelir bayramlaşır, hediyeleşir, ikramlaşır. Bayramda ikram edilen tatlılar, yukarıda anılan sülvan gibi bir tesir gösterir. Günümüz tıbbı da, tatlıların endorfin yani mutluluk hormonu salgılattığını söylemiyor mu? 

 

Öyle ki, «elle gelen düğün bayram!» sözü, hep beraber olundukça, menfî hâdiselerin bile sevinçli birer vâkıa gibi telâkkî olunabileceğini söyler. 

 

Ne etsek eylesek, el ayak çekilir, dostlar evine döner. Muzdarip insan yine iç dünyasıyla baş başa kalır. Burada insan kendi kendini tesellî edecek şeyler bulmalıdır. 

 

Hayal bu vadide, yalan sâbıkalı bir tesellîcidir:

 

Az çok hayâlden gelir insâna tesliyet,

Bir iğbirârdır yüzü gülmez hakîkatin. 

 

                                                      (Abdülhak Hâmid)

 

“Gerçeğin yüzü gülmez, hep gücenik durur. İnsana tesellî gelirse ancak hayalden gelir.” 

 

Hayal ekseriyâ kötülenir. Fakat atılacak adımlar, yapılabilecek teşebbüsler var olduğu hâlde, hayale aldanmak işte bu kötülenmelidir. Münib Paşa’nın dediği budur:

 

Tesliyet-dâd ise de âdemi vâsıl edemez,

Bî-teşebbüs reh-i maksûduna hulyâ vü heves.

 

“Hayal ve hevesler, insana tesellî verse de, maksadına kavuşturamaz. İllâ ki gerçeğe dönüştürmek için işe girişmek gerekir.”

 

Yoksa, Nâbî’nin rüyası gibi çaresiz ve imkânsız durumlarda hayallerde tesellî bulmak da güzel değil midir? 

 

Gâh olur bârî hele zevk-ı mülâkāta sebeb,

Gayrı yok bana tesellî-bahş olur rü’yâ gibi.

 

“Hiç değilse zaman zaman sevdiğimle karşılaşmama sebep olur. Artık rüya kadar bana tesellî verecek başka bir vesile kalmadı.”

 

Fuzûlî’ninki kadar derin bir plâtoniklik iyi midir yoksa bu kadarı da biraz fazla mıdır bilemedim! 

 

Hayâliyle tesellîdir gönül meyl-i visâl etmez,

Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez.

 

“Hayaliyle avunur gönül, kavuşmayı istemez; gönül dışında bir sevgili olduğunu âşık hayal etmez.”

 

Polyannacılık diye tahfif edilse de, insanın başına gelen sıkıntılarda hikmet arayışına girmesi de, büyük bir tesellî kaynağıdır. Nâbî biraz espriyle söylemiş:

 

Mihnet-i devleti andıkça tesellî buluruz,

İllet-i reşke hakîmâne müdâvîyiz biz…

 

“Devlete, nimete kavuşmak gibi bahtiyarlıkların sıkıntılı taraflarını da düşünür, o nimete eremeyişimize tesellî buluruz. Böylece o nimete erenleri kıskanma hastalığını da hikmetli bir şekilde tedavi ederiz.”

 

Meselâ; 

 

“Büyük başın derdi büyük olur.” 

 

“Malın mı var derdin var.” 

 

“Evlât!.. Atsan atılmaz satsan satılmaz!..” gibi sözler bu terapiye misal verilebilir. 

 

Mânevî açıdan bu tedavi daha da derinleştirilebilir: 

 

Evet zenginlik bir devlettir. Fakat bir yanda hesabı, bir yanda ifsâd etme ihtimalini artırıcı tesiri vardır. Bunları düşündüğünüzde; 

 

“İyi ki zengin değilim!” sözü hiç de «kendini avutma»dan ibaret değildir. 

 

Hattâ Ziyâ Paşa’ya kulak verirsek, şu dünya hayatında başımıza gelen her bir hâdise bizim için ya bir azarlamadır ya bir tesellîdir:

 

Bir müessirden zuhûr eyler Ziyâ, âsâr hep,

Sırf tâzîr ü tesellîdir bize tâbîr-i baht.

 

Azarlama ise, kendimize çekidüzen verelim, tesellî ise, hamdedelim.

 

Acıları ne azaltır? 

 

Mukayese etmek. 

 

Dünya ayrılığını, ukbâ ayrılığına, dünya kaybını, ukbâ kaybına kıyaslarsanız acılar hafifler. 

 

Hele terazinin diğer kefesinde kazanç varsa, dünyada kaybettiğine sabredersen, cennette âlâsına hem de ebedî olarak kavuşacaksın, tesellîsi gerçekten çok müessir olacaktır. 

 

Şu mukayeseler ne kadar mânâlı:

 

•Dünyanın bütün sıkıntıları, cehennem azâbının yanında «hiç»tir. 

 

•Cehennem azâbının en korkunç derecesi, Allâh’ı görmekten mahrum kalmanın yanında «hiç»tir. 

 

•Dünyanın bütün nimetleri, cennet nimetleri yanında «hiç»tir. 

 

•Cennetin bütün nimetleri, Allâh’ı bir defa görmenin yanında «hiç»tir.

 

124.000 peygamber içinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ümmet olma lutfunu hangi acı gölgeleyebilir? 

 

İçtimâî ızdıraplara tesellî bulmak daha da kolaydır. Çünkü;

 

“Âkıbet müttakîlerindir!” 

 

“Arza sâlihler vâris olacaktır.”

 

“Allah nûrunu tamamlayacaktır!” gibi muhteşem müjdeler vardır. 

 

Âkif, şarkın hâl-i hâzırda mârifet ve fazîletten mahrum olduğunu söylese de sonrasında bu milletin kökünde îman olduğu için, yeniden şahlanacağının müjdesini vererek Âsım’ı tesellî eder:

 

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdemki derindir cidden,

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar?

O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,

Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;

Yine bir vâha serer kavrulan îmânımıza.

 

Ezcümle:

 

Hallâk-ı cihân âleme kıldıkta tecellî,

Her kimseyi bir hâl ile kılmış mütesellî! 

 

                                                      (Abdürrahim Künhî Dede) 

__________

•Ötüken Sözlük, Yaşar ÇAĞBAYIR, 

•Halebî, Umdetü’l-Huffâz. 

•Kur’ân’da Mü’minlere Teselli, Moral Motivasyon, doktora tezi. 

•Şiirimizin Beyitler ve Mısralar Sözlüğü, Haz. M. Atâ ÇATIKKAŞ. 

•Bilgelikler Divanı, N. Ahmet ÖZALP.