KİMSE GÖÇMEZ BU DÜNYADAN MAL İLE

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

İnsan yaşadığı muhitte, gördüğü her şeyden ibret alacak hususiyette yaratılmış. Bu hususiyet, tarih boyunca ya bazı ilimlerin keşfine veya birçok âletin îcâdına vesile olmuş. İnsan; gördüğü herhangi bir nesneyi zihninde muhasebe edip, onu nasıl, ne şekilde ve niçin kullanabileceğini hesap edebilen bir mahlûk. Bu hususiyeti ile âlet kullanabilen ve ihtiyacı olan âleti yapabilme kabiliyeti verilen tek mahlûk, insandır. 

 

Çevresinde var olan her şeyi, derin bir tefekkür ile temâşâ eden kimse için; yeryüzü, sayısız ibret ve hikmet sergileriyle doludur. Bu tefekkür ile bakıldığında; bir yaprakta bile kendisini Yaratan’ı tanıtan, nice deliller ihâta edilmiştir. Güneşin doğuşu, batışı, yıldızlar, ay ve dünyanın hareketleri; hepsi ilâhî düzenin birer hizmetkârı olarak gözümüzün önünde belli bir düzen ve intizam içinde deveran edip durmaktadır.

 

Ehl-i kelâm bu hususta ne güzel ifade buyurmuşlar:

 

Zâhidâ! Aç gözün, sahrâya bak da ibret al!

Şu direksiz kubbe-i semâya bak da ibret al.

Görmek istersen, Cenâb-ı Kibriyâ’nın kudretin,

Her sabah, seher vakti, dünyâya bak da, ibret al!

 

Elbette, bu hâdiselerden ibret almak için, insanın kalbinin mâsivâdan arınmış ve yönünü bu ilâhî nizamın yaratıcısı olan Allah Teâlâ’ya çevirmiş olması gerekiyor.

 

Kalp kıvâmını bu seviyeye yükselten bir insan için artık; rüzgârın esmesi, yaprağın kımıldaması, ağacın dalı, çiçeklerin renkleri ve yaprakların çeşitleri, ilâhî azametin anlatıldığı birer kâinat kitabı hâline gelir. Bu seviyedeki bir kalp; zerreden küreye her varlığın bir vazifesi olduğunu, bunların tek ve yegâne yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın, bu nizamın ve intizamın tek hâkimi olduğunu idrâk eder. 

 

Bu idrak nimetinin aksine, yaşadığı muhitte kendi dışında deveran eden dünyadan habersiz, rûhânî tefekkürü beceremeyen, hayatını gaflet içinde geçiren ve kalbini mâsivayla doldurup, gönül âlemini bir çöplüğe çevirmiş kimseler ise başına gelen küçük ve büyük hâdiselerden, zerre kadar ibret dersi çıkaramazlar. Böyle bir kalbe ne büyük felâketler ne de küçük musîbetler artık tesir etmez ve netice olarak herkesin ibret aldığı bir manzaraya dönüşürler.

 

Ehl-i kelâmın ifadesi ile; «Kimi iyiliği ile örnek olurken, kimi de kötülüğü ile ibret olur.» 

 

Hazret-i Mevlânâ bu hususta buyuruyor ki:

 

“Akıllı insan o kişidir ki, insanların müptelâ oldukları belâlardan ibret alır.” 

 

Memleketimizde yakın zamanda yaşanan âfet, bünyesinde sayısız ibret levhaları barındırıyor. Gerek yeryüzü hareketleri noktasında muazzam tesirleri müşâhede etmek açısından, gerekse insânî hâllerin yoğun bir şekilde yaşandığı bir sahne olması açısından, bizler için son derece ehemmiyetli dersler ve ibret manzaraları sergileniyor.

 

Allah Teâlâ; insanları Kur’ân’daki kavlî âyetlerle, peygamber sözleriyle îkaz ediyor. Ancak; insan bu îkazları çoğu zaman ya dikkate almayarak, ihmal ederek veya karşı çıkarak uymuyor. Böyle durumlarda Allah Teâlâ kevnî âyetleriyle bu îkazını yapıyor. 

 

Allah Teâlâ’nın kevnî âyetlerinin en dehşetlilerinden bir tanesi, yakın zamanda müşâhede ettiğimiz deprem âfetidir. Bu âfet, bölgede yaşayan insanları bir gece ansızın uykuda yakalamış ve hem maddî hem de mânevî noktada ciddî kayıplara sebep olmuştur. 

 

Bu âfetten alacağımız en büyük ibretlerden bir tanesi; insanların bir ömür boyu, gece-gündüz demeden çalışıp elde ettikleri mallarını, mülklerini ve sahip oldukları her şeyi bir dakikada kaybetmeleri olmuştur. O gece insanlar kim bilir ne hesaplar ne hedefler ne ümitlerle yatmışlardı. Kimi ertesi günü başlayacağı işini, kimi evleneceği eşini, kimi yeni doğacak yavrusunu, kimi gelecek maddî kazancını düşünerek yatmıştı. Ancak; Allah Teâlâ’nın o bölge ve insanlar için takdir ettiği zaman ve âkıbet yetişti ve kıyâmet sahnesinin küçük bir bölümü harekete geçerek, bütün hesapları altüst etti. Yarına dair hesap yapanların hepsi yanıldı. Kimi eşini, evlâdını, kimi bütün ailesini kaybetti. Zengin yatan fakir kalktı. Bu sefer de yakınlarını kurtarma veya hayatta kalabilme mücadelesine girildi. Bu sahne bize; birkaç dairesi olanın, lüks sitelerde veya rezidanslarda yaşayanların, son model arabası olanların da birkaç dakikada bir dilim ekmeğe, bir bardak suya muhtaç hâle gelebileceğini yakînen göstermiş oldu.

 

Evet bu dünyada yaşıyoruz. Allah Teâlâ’nın, her birimize verdiği farklı imkânlar ile imtihan oluyoruz. Evvelâ, bu imkânların neden bir başkasına değil de bize verildiğini tefekkür etmemiz lâzım. Sonra; bu nimetlerin bazen bollaştırılarak, bazen daraltılarak yapılan imtihanı iyi anlamak lâzım. Bu imtihanlar karşısında, isyan etmeden, îmânımızı muhafaza ederek sabredersek; kurtulanlardan olduğumuzu Rabbimiz bize müjde olarak veriyor. (Bkz. el-Bakara,155)

 

Bize verilen maddî imkânlar ve evlâtlar birer emânet. Allah Teâlâ, bu emânetlerin hepsini veya bir bölümünü tedrîcen veya hepsini bir arada elimizden alabilir. Buna itiraz edemeyiz. Zira her şeyin sahibi Allah Teâlâ’dır. O’nun izni olmadan, kâinatta zerre bile yerinden kımıldayamaz. Bizim, bu azamet ve kudret karşısında acziyetimizi idrâk etmemiz ve bize verilen emânetleri yerli yerinde kullanmak için gayret etmemiz lâzım. Sahip olduklarımızı evvelâ helâl yoldan kazanmak, sonra da bu imkânları helâl yollara harcamak gibi bir vazifemiz var. «Ben bunların sahibiyim, canımın istediği gibi kullanırım, tasarruf ederim…» diyemeyiz. O imkânları, verenin rızâsına uygun yerlerde kullanmak gibi bir mükellefiyetimiz var.

 

Memleketimizin yaşadığı bu felâket, bizlere çok ibretlik manzaralar gösterdi. Bir misal olması açısından; insanımızın en fazla kıymet verdiği şeylerden biri olan, bir çanta içerisinde kilolarca altın çıktı. Lâkin, sahibi ve ailesi canlı çıkamadı. O bölgenin, belki de en zengin kişisine, sahip olduğu bu altınlar hiçbir fayda vermedi. Hâlbuki; onları kazanmak için neler yapıp etmişti de neticede dünyada bırakıp gitmişti. İşin başka bir veçhesi de şu ki; şayet bu kişinin evlâdı filân da ortaya çıkmazsa, bu mirasın, belki de yaşarken hiç sevmediği, belki de irtibatının olmadığı yakınlarına kalacak olması da ayrı bir ibret tablosu. 

 

Bu sahnelerden gerekli dersi çıkarmak lâzım. Kimse sahip olduklarını yanında götüremiyor. Ömrünü harcayıp, milyon liralara aldığı evine, arabasına artık; «Benim.» diyemiyor. Zira; «Evim.» dediği şey bir moloz yığını, lüks arabası ise bir hurdadan ibaret hâle gelmiş oluyor. Hâsılı, dünyalık mal bu dünyadan başka bir yerde geçmiyor ve başka bir yere götürülemiyor. O kadar malın sahibi olunmasına rağmen, bazen bir kefen bile bulunamıyor veya yakınlarının duâ edeceği bir mezardan bile mahrum kalınıyor. 

 

O hâlde, ibret almak ve öldükten sonra da yaşamaya gayret etmek lâzım. Bunu temin için arkamızdan sadaka-i câriye olacak hizmetlere temâyül edip, sahip olduğumuz maddî imkânları bankalara, kiralık kasalara saklamak yerine; hayır-hasenâta ve İslâmî hizmetlere harcamak lâzım. Zerresini dahî götüremeyeceğimiz mallarımızı, önceden göndererek hem dünya hem de uhrevî hayatımızı teminat altına almak lâzım.

 

Allah Teâlâ; başımıza gelecek büyük değil, en küçük hâdiseden bile ibret alan ve hâlini düzeltenlerden eylesin. Beyhûde çabalayıp hem dünyasını hem ukbâsını kaybetmekten bizleri muhafaza eylesin. Âmîn.