ACIMIZ BÜYÜK

Zahit GENÇ genczahit@gmail.com

 

İnsan olarak büyük bir imtihanın içinde, millet olarak da zor bir durumla karşı karşıyayız. İnanıyoruz ki, yaratılmış olan hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Bu sebeple her şeyin bir hikmeti vardır. İnsan için imtihanlar da böyledir. Onların da bir sırrı, bir hikmeti vardır. Mü’min olarak böyle bilir, böyle inanırız.

 

Ve yine inanırız ki; bu imtihanlar, kulluğumuzun ispatı içindir. İmtihanı kaybetmek ise; insanlığımıza leke, kulluğumuza zarar demektir. İnsan olarak geldik; insan olarak yaşamak, insan olarak kalmak zorundayız. Bunu sağlayacak olan da Hakk’a olan îmânımızdır. Îmânı kaybetmek, insanlığımızı kaybetmek demektir.

 

Acımız derin, kaybımız çok, imtihanımız büyüktür. İnananlar için böyle durumlarda; sabır, sebat, tevekkül, teslîmiyet ve namaz en sağlam dayanaklardır. Binayı sağlam kolonlar, insanı ise bu dayanaklar ayakta tutar.

 

Millet olarak yaşadığımız bu hâdise, öyle büyük bir imtihan ki, 11 ilimizde yaşayan 13 milyon insanı doğrudan ve derinden sarsan, 70 ilimizde yaşayan 70 milyon insanımızın da yüreğini burkan bir imtihan…

 

Yıkılan devâsâ binalar, ezilen bedenler, kaybolan binlerce can. Gönül dağlayan feryatlar, yürek yakan acılar, derin kaygılar, büyük korkular…

 

“Allah dağına göre kar verir.” sözünden anlıyoruz ki, her kulun imtihanı farklıdır. “Büyük insanların imtihanları da büyük olur.” sözü de bunu anlatır.

 

Büyük bir imtihan içindeyiz. İmtihanlar insanlık değerimizi ölçmek, kalp kıvâmını açığa çıkarmak içindir. İnsan olarak biz depremin şiddetini ölçtük; deprem ise bizim insanlığımızı, kalp kıvâmımızı ölçtü.

 

Türkiye sözde değil özde tek yürek oldu. Kendi küçük, yüreği büyük yavrularımız; kumbaralarında biriktirdikleri harçlıklarını bağışladı. Görüldüğü gibi bu imtihanlar, insan olarak nasıl bir cevher taşıdığımızı ortaya çıkardı. 

 

Bu örnek davranışta bulunan yavrularımız sayıca az demeyin. 

 

“Bir çiçekle yaz gelmez, ama her bahar bir çiçekle başlar.” 

 

İşte bu yavrularımız, memleketimizin gelecek baharının umut çiçekleridir.

 

Böyle güzel yüreklere sahip evlâtlarımız olduğu için şükretmeliyiz. Bunun yanı sıra bu güzelliklere gölge düşürecek zelil insanlar da yok değil. 30 liralık bisküviyi 100 liraya, 100 liralık battaniyeyi 300 liraya, 3 bin liralık ev kirasını üç katına çıkaran; paranın kulu olmuş, insanlığını yitirmiş, haysiyet yoksunu mahlûklar da ne yazık ki içimizde yaşamaktadır.

 

Fay hatlarından uzak; zemini sağlam yerlere, sağlam binalar yapılacağı konuşuluyor. Doğru olan budur. Önce tedbir, sonra tevekkül ve teslîmiyet. Mü’minin kader inancı budur. Tedbir bizden takdir Allah’tandır. Efendimiz; 

 

“Önce deveni bağla sonra tevekkül et.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60) buyurmuş. Bununla birlikte vicdanlı, merhametli, işini iyi ve sağlam yapan insanlar da yetiştirebilirsek; işler biraz daha yoluna girer.

 

Biz müslümanız, üzülmemek elde değil, bu îmânımızın gereğidir. Yine de herkes kalp kıvâmına göre düşünür, duygulanır, üzülür. Yüreği büyük insanların üzüntüsü de büyük olur. Elbette herkes Mevlânâ yüreği taşıyamaz. Mevlânâ buyurur; 

 

“Şems bana bir şey öğretti: «Yeryüzünde bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.» Yeryüzünde üşüyen mü’minler var, artık ısınamıyorum.” buyurur.

 

Bu felâket karşısında yüreği sızlamayan bir müslüman yoktur. Ama ne kadar içimiz yansa da bizim yüreğimiz, dört evlâdını toprağa vermiş bir ananın yüreği gibi yanamaz. 

 

“Ateş düştüğü yeri yakar.” sözü bu sebeple söylenir. Bir müddet sonra, bizim yangınımız söner; fakat evlâtlarını kaybetmiş bu ananın yürek acısı, ömür boyu sürer.

 

“Yaraları saracağız!” diyor yetkili ağızlar. Ellerinden geleni de yapacaklarına inanıyoruz. Yollar, binalar yapılır, şehirler yeniden kurulur ama gidenler geri gelmez. «Oğlumu, gelinimi, torunlarımı hepsini kaybettim.» diye dövünen bir dedenin yürek yarası nasıl sarılır? Bu acıları hafifleten, dindiren tek şey var, o da; Hakk’a îman ve kadere teslîmiyettir.

 

“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader.” diye söylemiş Necip Fazıl. Kıbrıs’ın fethinde 50 bin, Sarıkamış’ta 90 bin, Çanakkale’de 250 bin can fedâ etmiş bir milletiz. Biz böyle acılarla yoğrulmuş ve her zaman doğrulmuş; alnı ak, yüzü pak bir milletin evlâtlarıyız.

 

Ağustos ayı zafer ayı olarak hâfızalarımızda yer etmişti, şubat ayı da hüzün ayı olarak hâfızalarımızda kalacaktır.

 

Bu ayda unutamayacağımız iki tarih var ki; biri, tarihimizde kara bir leke olan, özünü yitirmiş, rûhunu kaybetmiş insanlar tarafından müslümanlara yaşatılan acıların, yapılan zulümlerin tarihi olan «28 Şubat».

 

İkincisi, Kahramanmaraş-Pazarcık ve Kahramanmaraş-Elbistan merkezli; 7,7 ve 7,6 şiddetinde iki büyük depremin yaşandığı «6 Şubat».

 

Bir imtihan yaşadık millet olarak; büyük bir imtihan, sanki küçük bir kıyâmet. Mü’minlerin derdinden ancak mü’minler anlar ve acısına ortak olur. Fransız gâvuru; 

 

“Tank göndermeye bile gerek yok.” diye çizmiş, yazmış. Gâvurdur gâvurluğunu yapacak. 

 

Mü’minle münkirin, müslümanla kâfirin insan olarak da; insana, hayata, tüm mahlûkata bakış olarak da, arasında dağlar kadar fark vardır. Mü’min; yaratılanlara rahmet nazarıyla bakar, gönlünden merhamet taşar. O mümin ki; “Yaratılmışları severiz, Yaratan’dan ötürü” duygusu ile dolu bir gönlün sahibidir. Bu sebeple; mü’minin gönlünde her zaman muhabbet, münkirde ise kin ve nefret bulunur.

 

Bu depremi de buralarda yaşanan acıları da ibret alınacak hâdiseleri de unutmayacağız. Günlerce enkaz altında kaldıktan sonra, enkazdan çıkarılan teyzemizin; 

 

“Ekmek ve su değil de bana bir başörtüsü verin!” sözünü; yine enkaz altından yaralı çıkarken, tekbir ve tehlil getiren insanımızı, her can kurtarmada, tekbir getiren kahramanlarımızı da unutmayacağız. Tekbir ve tehlil sedâlarından rahatsız olan; vicdansız, ruhsuz, ne idüğü belirsiz gürûhu da unutmayacağız. Mü’min; sevdiğini Allah için sever, buğzettiğine de Allah için buğzeder. Yani Rabbimin sevdiklerini sever, buğzettiklerine de buğzederiz.

 

Biz insanız, bedenler insanlığımızın libâsıdır. Asıl insanlık cevherimiz, içimizde saklıdır. Yüreğimizde, vicdanımızda, îmânımızdadır. Mü’minin acısına ortak olmayan bir yüreğe yürek, kardeşinin derdine yanmayan bir vicdana vicdan, kadere inanmayan bir insanın îmânına hakikî îman diyebilir miyiz?

 

Bu deprem; hem sûretine bakıp insan dediğimiz, sîretine bakınca ne olduğunu anladığımız insan tiplerini tanımamıza; hem de insanın kendisini tanımasına bir vesile oldu. Bu büyük acıyı yaşayanların acısına ortak olabildik mi? Ağlayanlarla ağlayabildik mi? Elimizden gelen yardımı yapabildik mi? Cevabımız; «Evet!» ise, insanlığımız, îmânımız, vicdanımız sapasağlam duruyor demektir.

 

Velhâsıl, insanı insan yapan Hakk’a olan îmânıdır. Belâ ve musîbetler karşısında insanı ayakta tutan da budur. «O’ndan geldik O’na döneceğiz.» şuuruyla yaşatan da yine bu inançtır.

 

Dileğimiz, duâmız o ki; af ve mağfireti geniş, rahmet ve keremi bol olan yüce Rabbim, bir daha bu millete böyle büyük bir acı yaşatmasın. Hayatını kaybeden kardeşlerimizin mekânını cennet, makamını âlî eylesin, yakınlarına da sabr-ı cemîl ihsân etsin. Âmîn…