TEVEKKÜL ve TESLÎMİYET ÖRNEĞİ BÖYLE OLUR

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

 

Geçtiğimiz ay yaşadığımız deprem sadece Türkiye’yi değil vicdan sahibi olan bütün insanlığı derinden üzdü. Öncelikle ülkemize geçmiş olsun, başımız sağ olsun diyoruz. Hâlen tedavi gören kardeşlerimiz var, onlara da Rabbimiz âcil ve hayırlı şifâlar ihsân eylesin. 

 

Değerli kardeşlerim; bu satırların yazarı kardeşiniz, 17 Ağustos 1999 depremini yaşadı. Sarsıntıdan bir yarım saat önce kalktık, teheccüd için hazırlık yaparken depremin ilk sarsıntısını hissettik. «Sanırım sokaktan çöp kamyonu geçiyor…» diye düşünürken birden sarsıntı şiddetlendi ve kendimi salona attım. Hemen secdeye kapandım ve o an aklıma gelen A‘râf Sûresi’nin 155. âyet-i kerîmesini okumaya başladım. 

 

İki gün önce, değerli kardeşim İnşaat Mühendisi Ferhat PAKDAMAR ve İlâhiyatçı Yazar Cafer DURMUŞ Ağabeyimizle yaptığımız bir sohbette, bu âyet-i kerîmeyi konuşmuştuk. Oradan hâfızamda kalmış. Ve onu okumaya devam ettim. Eşim ve çocuklarım sonra uyandılar. Sakin bir şekilde bekleyip; herkes dışarıda toplanınca biz de çıktık. Tabiî artçı sarsıntılar devam etti günlerce. Tüm Fatihli komşularımızla; Bâlî Paşa Camii avlusunda, Fatih Camii avlusunda, Dülgerzâde Camii’nin köşesindeki parkta ve en son da Vatan Caddesi’nde günlerce yattık, evlere girilmedi. 

 

O dönemlerde -biliyorsunuz- 28 Şubat dönemi olarak bilinen sıkıntılı devre hâlâ devam ediyordu. Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfımız da diğer STK’lar gibi kolları sıvayarak; derhâl aşevi, yiyecek dağıtımı ve ihtiyaçları karşılama gibi hizmetlere koştu. Biz de Merhum Oğuz AYDINOL Ağabeyimizin riyâsetinde hemen organize olduk ve İstanbul Avrupa yakası olarak, depremzede kardeşlere destek olmaya başladık. 

 

Avrupa yakasından bir erzak götürme gününde; Merhum Oğuz AYDINOL Ağabeyimiz, Diş Hekimi İsmail BULUT Ağabeyimiz ve Erol ÇAKIR Ağabeyimizle birlikte bu kardeşiniz de gruba katıldı. Önce Adapazarı’na uğradık ve oradaki görevli ağabeyimize tâziyemizi ilettik. Gördüğümüz manzara üzücüydü, büyük bir Kur’ân kursumuz yıkılmıştı. Vefât eden kardeşlerimiz vardı. Yıkılan Kur’ân kursunun hemen karşısında, sağlam kalan bir binada oturduk ve Adapazarı vazifelisi Ağabeyimizi dinlemeye başladık. Oğuz AYDINOL Ağabeyimiz başta olmak üzere, hepimiz sustuk, sadece dinledik. Oğuz Ağabeyimiz hiç konuşmadı, vazifeli Ağabeyimiz anlattı ve biz de dinledik. Tâziyelerimizi ilettik, yardım malzemelerini bıraktık ve İzmit’e hareket ettik. Böyle durumlarda öncelikle dinlemenin ne kadar önemli olduğunu öğrenmiş olduk. Önce muhatabımızı dinleyip, onunla hemhâl olmaya gayret etmeliydik.

 

İzmit’e gelince yine tahmin ettiğiniz gibi manzara vahimdi. Yıkılan evler… Üzgün kardeşlerimizin hâli ortadaydı. Biz doğruca Vakfımızın aşevinin olduğu yere gittik. Ama gittiğimizde çok şaşırdık! Nasıl şaşırmayalım ki? Biz sitem, şikâyet, acı, üzüntü ve kederli sözler beklerken; İzmit vazifelisi olan değerli büyüğümüz şu an hâlen hayatta olan -Allah hayırlı uzun ömürler versin- İlyas ERGÜL Ağabeyimiz bizi güler yüzle karşıladı. Yüzünden böyle tebessüm âdeta şelâle gibi akıyordu. Nasıl olur ya? Böyle bir durumda… Böyle bir yerde… Bu tevekkül… Bu tebessüm… Beni şaşırttı. Bendeki bu şaşkınlığı gören İlyas Ağabeyimiz; 

 

“–Buyurun efendim! İstanbul’dan Oğuz Ağabeyimiz gelmiş, hoş gelmişler. Tam da çorba ikrâmımız hazır olmuştu. Kardeşlerimizle birlikte sizler de bu ikramdan alırsanız seviniriz. Bu Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfımızın yıllardır kaynayan çorbası, şifâ olsun inşâallah.” dedi. İkramda sadece çorba değil; tabiî ki içinde bol etli olan sulu yemek (patates yemeği) pilâv, yoğurt ve salata da vardı. Aynen bugünkü gibi hatırlıyorum. Yemek ikrâmı sonrası; değerli büyüğümüz, benim böyle şaşkın bakışlarımı anlamış olacak ki, bu kardeşinize dönerek, yine aynı sıcak tebessüm ve güler yüzü ile elini uzatarak yanağımı okşadı ve; 

 

“–Sarraf ağabeyim şaşırma! Depremden önce vazifemiz başkaydı; onu en iyi şekilde yapmamız lâzımdı, yapmaya gayret ettik inşâallah. Şimdi de bize bu vazife düştü. Yemek dağıtmak, acılı kardeşlerimizin gönüllerine dokunmak… Bunu da en iyi şekilde yapmaya inşâallah gayret ediyoruz. Allah -celle celâlühû-; «İşinizi güzel yapın, Allah işini güzel yapanları sever.» buyuruyor ya, işte şimdi bizim de işimiz bu. Gelen kardeşleri kalbimize alıp, yüzümüzü ekşitmeden, sıcak sarıp ikrâm edersek, işimizi inşâallah güzel yapmış oluruz. 

 

Hepimiz îmân ediyoruz ki bu deprem Allah’tan gelen bir durum. Onu durdurmaya bizim gücümüz yetmez, ama şimdi depremzede kardeşlere yardım; elimizden gelir. Neyimiz varsa seferber ettik, bunu da en güzel şekilde yapmaya çabalayalım ve güler yüzü ihmal etmeyelim.”

 

Değerli okurlarımız, en güzel tevekkül ve teslîmiyet örneği değil mi? İşimiz ne ise, güzel yapmak; ama güler yüzle. Sahada hâlen hizmet eden değerli kardeşlerimize de Allah’tan kolaylık diliyoruz. İnşâallah İlyas Ağabeyimiz gibi güler yüzle hizmetlerine devam ederler.

 

Kısaca: 

 

Tebessüm etmek aynı zamanda mâsûmiyetin bir göstergesidir. Mâsumâne yapılmayan bir tebessümde beklenti vardır. Tebessüm, hürmet ve rahmetten doğmuştur. Tebessüm edenin kalbinde rahmetin yansıması vardır.

 

Tebessüm eden kişinin, Allâh’ın izni ile insanın içinde bulunduğu durumu değiştirme gücü vardır. Tebessüm aynı zamanda bir tesellî kaynağıdır insana. Zor zamanların mânevî müjdesidir. İnsan bakış açısıyla kışı bahara, sıkıntıları rahmete çevirebilir. Yani kışı gülümsetip bahara bir pencere açtırabilir. Belki bizim o anda bahara çevrilecek kışımız olmayabilir, ama karşımızdaki insanın bir tebessümle kışını bahara çevirebiliriz. 

 

Rabbim bizleri hep tebessüm ehlinden eylesin. (Âmîn) 

 

“Sen onlara sırf Allâh’ın lutfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allâh’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159) 

 

Hadislerde de tebessüm sadaka olarak kabul edilmiştir: 

 

“Her mâruf (yani iyilik) sadakadır. Din kardeşini güler yüzle karşılaman da mâruftandır.” (Tirmizî, Birr, 45) hadîsinde olduğu gibi; 

 

“Allah yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.” (Beyhakî, Şuab, VI, 254/8055, 8056) 

 

“Siz; insanların hoşnutluğunu, mallarınızla kazanamazsınız. (Paranızla onları kuşatamazsınız.) Onların hoşnutluğunu, ancak (gönüllerinizle), güler bir yüz ve güzel bir ahlâkla kazanabilirsiniz.” (Ebû Yâlâ, Müsned, XI, 428 [6550]; Deylemî, I, 392)

 

“Allah, kardeşlerinin yüzüne karşı surat asan abûs kimseye gazap eder.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65) 

 

“Allah’tan kork ve hiçbir iyiliği küçümseme. Bu, su isteyen birisine kovandan su vermek veya müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak dahî olsa.” (Müslim, Birr, 144; Tirmizî, Et‘ıme, 30)