VAHDET DERYÂSINA DALMAK

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

 

Tayy edüp nâsût-ı bahri gark-ı lâhût olmışam,

Bahr-i vahdetde makāmum anda ben bî-mâhiyem. (Niyâzî-i Mısrî)*

 

 

 

Daha önceki yazılarımda da anlattığım gibi üniversite yıllarında birkaç arkadaş okulun tatil olduğu günlerde başka şehirlere seyahat eder orada ya tabiat yürüyüşlerine çıkar ya da yeni insanlar tanımaya çalışırdık.

 

Bu gezmeler ve orada tanıdığım insanlar, dindarlığımın pekişmesi yanı sıra tasavvuf yoluna girmeme de vesile olmuştur.

 

Yine böyle bir gezide, durağımız şirin bir balıkçı kasabası olan Şile’ydi.

 

Limanda balıkçı barınağındaki salaş balıkçı kahvesine geldik. Kahvaltı yapacaktık.

 

Tahta masaya gazete yayıp; biraz beyaz peynir, biraz siyah zeytin, domates ve salatalıktan oluşan mütevâzı kahvaltımızı hazırladık. Tabiî fırından aldığımız francalaların dumanı hâlâ tütüyordu. Kahveciye su bardağında çay söyledik. 

 

Çayların gelmesini beklerken seslice Kur’ân okuyan birini duyduk. 

 

Birkaç metre ilerimizde, kıyıda, önünde balık ağı yığını duran yaşlı bir amca; tahta tabureye oturmuş, bir taraftan elinde tahta bir mekik, sanki ağı diker gibi çalışıyor, bir taraftan da Kur’ân okuyordu.

 

Bir an göz göze geldik. Kalktım yanına gittim;

 

“–Selâmün aleyküm amca!” dedim.

 

“–Aleyküm selâm evlât!” dedi.

 

–Çalışmanızı bölüyorum ama arkadaşlarla şurada kahvaltı yapıyoruz, bize katılır mısınız?

 

–Ben sabah çorbamı içtim evlât ama bir çayınızı içerim.

 

–Buyurun o zaman.

 

–Yok, ben buradan ayrılamam. Oğluma söz verdim.

 

“–Tamam, biz gelelim o zaman.” dedim.

 

Arkadaşlara haber verdim, çaylarımızı aldık, yaşlı amcanın yanına geldik.

 

–Balıkçılığa nasıl başladınız bey amca?

 

–Baba mesleğidir bu iş evlât! Babamdan öğrendik bu mesleği, kendisi yaz-kış demeden balığa çıkardı. Şimdi oğlum balıkta ben de ağları tamir ediyorum.

 

–Denizden kopamıyorsunuz herhâlde.

 

“–Elbette deniz bana çok şey öğretti çocuklar!” dedi ve anlatmaya başladı:

 

“Bakın çocuklar! Deniz sonsuzluk âlemini temsil eder, deniz vahdet âlemi gibi kıyısı olmayan derin bir âlemdir. 

 

Hak âşıkları ise; hedefini, gayesini bulmak için o derin bahre dalarak, bahrin içerisindeki inciyi, mercanı bulmaya çalışan kimsedir.

 

İşte bu vahdet deryâsına dalanlar; dost ile dost olurlar, artık hatıra Hak’tan gayrı bir varlık gelmez. Ona görünen, sadece Hakk’ın tecellîsidir.

 

Yani bu kişiyi balık yerine koyarsak, onun için «balık olmak» anlamını kaybetmiştir.

 

İşte ben de daha balık olma yolundayım, yani daha yolun başındayım.”

 

Arkadaşlarla birbirimize baktık;

 

“–Amcacığım anladığımız kadarıyla tasavvuftan bahsediyorsunuz…” dedim.

 

“–Evet çocuklar; madem anladınız, size Mevlânâ Hazretleri’nden bir kıssa anlatayım.” dedi.

 

Can kulağıyla dinlemeye başladık:

 

“Balıkçılar bir göle balık tutmaya gelmişler. Gölde üç balık varmış. Balıkçılar hemen ağlarını hazırlamışlar, daha göle atamadan balıklardan akıllı olanı gölden uzaklaşıp denizin yolunu tutmuş ve selâmet diyarına kavuşmuş. 

 

Ne kadar zor ve meşakkatli olursa olsun; çamurlu dünya gölünden, sonsuz âhiret denizine kaçmış. 

 

Derken balıkçılar ağlarını göle atmışlar.

 

Ağa takılan ikinci balık; «Eyvah!» demiş. «Ben fırsatı kaçırdım; nasıl oldu da akıllı arkadaşa yoldaş olmadım! O, ansızın gidiverdi o giderken benim de hızla ardına düşüp gitmem gerekirdi.

 

Lâkin şu anda onu düşünmeyi bırakayım da kendi kendime bir çare bulayım. Ben, şimdi kendimi ölü göstereyim! Suyun üstüne çıkayım; karnımı yukarı döndürüp sırtımı suya çevireyim de öyle durayım!»

 

Ve dediği gibi yapmış; sanki ölmüş gibi karnını yukarıya çevirmiş. 

 

Tutmak isteyenlerin hepsi de hayıflanmışlar; «Yazık!» diyorlarmış. «En iyi balık ölmüş!»

 

İçlerinden biri onu tutmuş ve yere atmış.

 

Balık; sıçraya sıçraya gitmiş, gizlice kendini suya atmış, hemen akıllı balığın peşinden gitmeye başlamış.

 

Ahmak balığa gelince;

 

Ağın içinde bocalayıp duruyor, canını kurtarabilmek için sağa-sola sıçrıyormuş. 

 

Tabiî ateş üstünde, bir tavanın içinde ahmaklığı yüzünden yanmaya, kızarmaya mecbur olmuş. 

 

O, yakıp kavuran ateşin harareti ile yanıp yakılırken akl-ı selîm ona;

 

«–Sana bir haberci ve îkaz edici gelmedi mi?» diye sormuş.

 

Ahmak balık; o işkencenin, o belânın içinde, âhirette kâfirlerin diyecekleri gibi;

 

«–Evet, geldi!» demiş.

 

Yine o balık;

 

«Eğer bu işkenceden, yani tava içinde kızarmak azâbından kurtulsam, denizden başka bir yeri yurt edinmem; gölde, gölcükte yurt tutmam! Uçsuz bucaksız olan nur denizini ararım, selâmete ulaşırım; orada ebedî olarak sağlıkla ve huzurla ömür sürerim.” diye düşünmüş ama nâfile.

 

İşte böyle çocuklar! Ahmak balık gibi gafil insan da âhirette azap ile karşılaşınca dünyadaki tembelliği, gafleti ve ahmaklığı için çok pişman olacak. Lâkin bu nedâmet, ona hiçbir fayda vermeyecek.

 

O sebeple siz siz olun ya akıllı balık gibi aklınızı kullanın ya da ikinci balık gibi zorluğa tahammül gösterip hayatta iken nefsinizi hesaba çekin ki, âhiretteki hesabınız kolaylaşsın. Aman sakın ahmak balık gibi olmayın!”

 

O sırada denizden yanımıza bir kayık yanaştı.

 

Balıkçı amca; 

 

“–Hah işte oğlum da geldi!” dedi.

 

“–Hoş geldin evlât, bak bunlar üniversiteli gençler sohbet ediyoruz!” dedi.

 

Selâmlar alındı, verildi. 

 

Balıkçı amcanın oğlu;

 

“–Arkadaşlar gelin size çay ısmarlayayım.” dedi.

 

Balıkçı Amca ile vedâlaşıp oğluyla balıkçı kahvesine döndük;

 

“–Peder Bey neler anlattı size?” dedi. 

 

“–Tasavvuftan bahsetti. Mevlânâ’dan bir kıssa anlattı.” dedik.

 

“–Babam aslında alzheimer hastasıdır.” dedi.

 

“–Ama çok güzel Kur’ân okuyordu.” dedik.

 

“–Doğrudur; kendisi gençliğinde ezberlediği namaz sûrelerini ve Yâsîn-i şerîfi unutmuyor, bir de babasından yani dedemden duyduğu kıssaları unutmuyor. Bildiğiniz gibi alzheimer hastaları eskileri çok iyi hatırlarlar, ama yeni bir şeyi akıllarında tutamazlar. Şimdi; «Eve git!» deseniz evin yolunu bulamaz. O sebeple o tabureden ayrılamaz, beni bekler, beraber gider beraber geliriz.” dedi.

 

Biraz üzülmüştük ama yine de balıkçı amcayı çok sevmiştik ve ondan çok şeyler öğrenmiştik. 

 

______________

 

* (Kesret denizini aşıp ulûhiyet âlemine gark olmuşum. Artık makamım vahdet denizindedir, orada ben balıktan berîyim.) Tatcı, M. 2017, s. 493 Niyâzî-i Mısrî Halvetî dîvân-ı ilâhiyat (3. Baskı). İstanbul: H Yayınları.