ORUÇ TEFEKKÜRLERİ

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

Oruç hakkında çok yazılar yazılmış, çok sohbetler edilmiştir. Fakat öyle bir derinliği var ki saymakla bitmiyor. Her âlim ve tasavvuf büyüğüne; başka bir ilim, irfan ve güzellik ilham edilmiş. Onlardan aldığımız güzel haberlerle orucun güzelliklerini daha iyi idrâk edelim. Orucun kıymetini bilelim, bu güzel hediyeye teşekkür edelim.

 

Bu bilgiler hem orucu sevmeye vesile olsun. Hem de bize orucu lutfedene mârifet ve muhabbetle kulluk etmek nasip ve müyesser olsun inşâallah. 

 

Oruç hakkında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in meşhur hadîs-i şerîfini hepimiz biliriz: 

 

“Azîz ve Celîl olan Allah; 

 

«İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç Ben’im içindir, mükâfâtını da Ben vereceğim.» buyurmuştur…” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163)

 

Bu hadîs-i şerîfin mânâsı hakkında tasavvuf ehli âlimlerden Ebûbekir Muhammed bin İshak el-Kelâbâzî -rahmetullahi aleyh- çeşitli îzahlarda bulunmuştur. Bunlardan biri şöyledir: 

 

«Oruç Ben’im içindir.» sözü, tamah edenlerin tamahını boşa çıkarmak içindir. Şeytan orucu ifsâd etmeye tamah eder. Hâlbuki Allâh’a ait olan bir şeyi bozmaya düşman tamah edemez. Nefsin tamahı, tutulan oruçla kendini beğenme hâline düşmektir. Nefis sadece kendisine ait olan şeyle kendini beğenme hâline düşer. Âhirette hak sahipleri de orucun sevâbına tamah etmezler. Çünkü hasımlar Allâh’a ait olanı değil, sadece kula ait olanı alırlar. (Kelâbâzî, Taarruf, s. 143)

 

Bu îzâhın mânâsını daha iyi anlamak için kendimizi mahşer gününde hayal edelim. O gün çok zor bir gün. Hüsran ve nedâmet günü. İş işten geçmiş, artık bir şey yapma imkânı yok. 

 

O günü ne kadar düşünüyoruz? Hâlbuki zaman nehri bizi önüne katmış, o güne doğru sürükleyip götürüyor. O gün geldiğinde artık çok geç olmuş olacak. 

 

Hazret-i Ali -kerramallâhu vechehû- şöyle buyurdu: 

 

“Dünya arkasına dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları vardır. 

 

•Sizler âhiretin evlâtları olun! 

 

•Sakın dünyanın evlâtları olmayın.

 

Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok!” (Buhârî, Rikāk, 4)

 

O gün sâlih amellerin sevâbından başka elimizde hiçbir şey yok. Elbette onlar da Allah Teâlâ tarafından kabul edilmiş ise. 

 

Amelleri çok olan kişiler için bile büyük korkular var. Çünkü amellere ârız olan birçok düşmanlar var. Meselâ amelde niyet ne kadar düzgün idi? İhlâsla mı yoksa riyâ için mi yapıldı? 

 

Amelin işlenişindeki kusurlar ayrı bir bahis. Huşû ile yapılıp tam sevap alındı mı yoksa alışkanlık hâline gelmiş bir şekilde, gaflet ile mi yapıldı. 

 

Hepsinden bir şekilde kurtulsan, bu sefer de sevâbı hasımlar alıp götürebilir. Yani amel sahibinin üzerinde kul hakkı varsa; hak sahipleri, en sağlam, en güvendiği sevapları alabilirler. 

 

İşte kul bütün bu korkular içindeyken; orucun sevâbının Allâh’ın katında, Allâh’a ait olarak tutulacak olması ne büyük bir müjdedir. Bütün hesaplaşmalar biter, belki de kul iflâsın eşiğine gelir. Dizlerinin bağı çözülür. İşte o sırada Allah -azze ve celle- Hazretleri kendi katında tuttuğu orucun sevâbını bir nur sağanağı gibi yağdırıverir. Elbette makbul bir oruç tutmaya muvaffak olduysak… 

 

İşte böyle düşününce orucun ne büyük lütuf olduğunu anlayabiliyoruz. Elbette her ibâdetin ayrı bir faydası var. Namaz dînin direği. İnfak Kur’ân-ı Kerim’de çok yerde emredilen bir ibâdet. Zikir ve tesbihatlar dile kolay ama mîzanda ağır. Kur’ân-ı Kerîm’i okuma, tâzîm etme, sımsıkı sarılma dînin olmazsa olmazı. Bilhassa güzel ahlâka ve muâmelâta hassâsiyetin yeri apayrı. 

 

Zaten Ramazân-ı şerif de bütün ibâdetlerin hem kolaylaştığı hem de sevaplarının kat kat verildiği mübârek bir zaman dilimi. Sanki ömürden gafletle boşa geçirilen zamanları telâfi etmek için çok büyük bir fırsat. Oruçla birlikte nefsin kırılması da ibâdetleri işlemeyi kolaylaştırabilir. Yeter ki, kıymetini bilerek, mânâsını idrâk ederek tutalım. 

 

Orucun mânâsını idrâk etmek için en kolay yol; oruçluyken fark ettiğimiz muhtaçlığımız, acziyetimiz ve dayanıksızlığımız. Her an Allâh’ın verdiği rızkın enerjisi ile güç kuvvet buluyoruz. Enerji kaynağımız kesilince, muhtaçlığımızı anlıyoruz. 

 

Bilhassa zamanımızda oruç da tutmasak aç kaldığımız yok. O yüzden pek küstah, pek cüretkârız. Şu modern insanın ne kadar sabırsız ve dayanıksız olduğu hâlde bu kadar haddini bilmez olması, aç kalmamasıyla yakından alâkalı olsa gerek. 

 

Yalnız açlık değil, meselâ başı ağrısa bir ağrı kesici kullanamamak. İftar saatine kadar ağrı çekerken; 

 

«Şayet Rabbim azâb ederse ona nasıl dayanırım?» diye düşünmek… 

 

Öyle ya Rabbimiz’in rızâsı da gazabı da gizlidir. Bir amel ile rızâsını kazanmak da mümkündür, önemsemediğin bir günah ile Allâh’ın gazabını hak etmek de… 

 

Allâh’ın azâbını hak edecek bir şey yapmadığımızı düşünüyorsak, bu da câhilliğimiz ve gafletimizdendir. Tasavvuf âlimlerinden Hâris el-Muhâsibî -rahmetullâhi aleyh-’in er-Riâye yani Allâh’ın Hakkına Riâyet isimli eserinde nefisten tezkiye edilecek kötü huyların listesinde ilk sırada şu geliyor: «Fakirlik korkusu.» 

 

 Kelâbâzî -rahmetullâhi aleyh-: 

 

“Oruç Ben’im içindir, onun mükâfâtını Ben vereceğim.” ifadesinin bir mânâsını da şöyle açıklamış: 

 

“Hak Teâlâ’nın; «Orucun mükâfâtı, Ben’im.» demesi; «Ben’im mârifetimdir.” mânâsına gelir.” (Kelâbâzî, Taarruf, s. 204)

 

Orucun bize mârifet kazandırması için biraz tefekkür edelim. Bu dünyada ihtiyaçlarımızı gidermeyi biraz ertelemekle hemen sıkıntıya düşüyoruz. Böyle dayanıksız olduğumuz hâlde; âhiretteki hesaptan, azaptan hakkıyla korkuyor muyuz? 

 

Âhiret hayatı bu dünya hayatına benzemez. Orada ağrı kesici yok, anestezi yok, sedatif ilâçlar yok… Üstelik orada azap çekenlerin derileri yenileniyor ki hissettikleri azap hiç azalmasın!

 

Bu dünya hayatı süre olarak sınırlı olduğu gibi, her şey de sınırlı. Meselâ bedenimizin sınırları var. Ne zevk alma konusunda ne de acı çekme konusunda belli limitler aşılamaz. 

 

İnsan bu dünyada en leziz nimetleri yese de sınırlı bir zevk alabilir, ondan fazla alamaz. Çünkü zevk almak ilk lokmaya mahsustur. Ayrıca insanda ruh beden ikiliği olduğu için bir yandan nimet içindeyken, rûhen endişeli olabilir ve genellikle de olur. Bu yüzden hiç kimse için dünya, cennet gibi olamaz. Çünkü cennette bedenler lâtiftir; kalplerden bütün kötü duygular, endişeler çekilip alınır. Bütün hisler berraklaşır. Nimet gaflet getirmez şükür getirir. Gayret etmeden nefes alıp verir gibi hamd edilir… Saymakla bitmez… 

 

Bu dünyadaki çekilen acılar da cehenneme benzemez. Çünkü bu dünyada hiçbir ağrı kesici içmeseniz bile beyninizdeki endorfinler salgılanır. Ağrı ya belli bir sürede diner ya da kişi bayılır, komaya girer. En son ölümle bütün acılar sona erer. Yani bu dünyada çekilen acının limiti vardır. Cehennemlikler ise ne ölür kurtulurlar ne de hayatları hayata benzer. Cehennemliğin hem bedeni dinmeyen, azalmayan bir azap içindedir; hem de rûhu utanç, korku, nefret, kin ve türlü türlü kötü duyguyla yanıp kavrulur. Bütün bunlar ve daha fazlası Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde anlatılmaktadır. Ama ne kadar okuyoruz, okurken ne kadar tefekkür ediyoruz. 

 

Oruç tutmak bizi dünyevî lezzet ve meşguliyetlerden koparmışken, biraz mutlaka gideceğimiz o âlem hakkında bilgi edinelim. Böylece hazır âcizliğimizle de yüzleşmişken, bütün dünyevî korkularımızı kalpten temizleyip, kalbimizi takvâ ile doldurmak için Rabbimiz’in yardımını isteyelim, inşâallah. Çünkü Rabbimiz; «Oruçlunun ağız kokusunu severim.» (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 164) buyuruyor. Yani; «İstiğfar etsin, duâ etsin, ne isteyecekse istesin…» 

 

Orucun tefekkür etmeye çok faydası vardır. Çünkü aç kalmak insanın zihnini açar. Açlık sırasında vücut hafifçe stres hormonları salgılar. Bunlar; sabah uyanmayı, bir tehlike ânında harekete geçmeyi sağlayan hormonlardır. Hafifçe salgılanması, insanın bütün duyularını harekete geçirir ve zihin kapasitesini en yüksek seviyede kullanmayı kolaylaştırır. Ayrıca orucun stresine sabretmek, insanın zorluklara karşı dayanıklılığını da artırır. Bu da âhireti düşünüp fehmettikten sonra, gereğini yapmaya yardımcı olur. 

 

Rabbim bizi nimet verdiği kullarına mahsus kıldığı rahmetiyle kuşatsın. O, rahmete lâyık olmayı nasip ve müyesser eylesin. Âmîn. 

 

Not: Kelâbâzî’nin eserlerinde oruç hakkındaki diğer îzahlar hususunda Prof. Dr. Vahit GÖKTAŞ’ın «Orucun Bilinmeyen Mükâfâtı» isimli makalesine bakılabilir.