İMTİHAN DÜNYASI

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

BİR HADİS:

 

عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ قَالَتْ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ :

 

إِذَا أَصَابَتْ أَحَدَكُمْ مُص۪يبَةٌ فَلْيَقُلْ : 

 

إِنَّا لِلّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ ، اَللّٰهُمَّ ، عِنْدَكَ أَحْتَسِبُ
مُص۪يبَت۪ى فَاٰجِرْن۪ى ف۪يهَا وَأَبْدِلْ ل۪ى خَيْرًا مِنْهَا.

 

Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ-’dan nakledildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Birinizin başına bir musîbet geldiği zaman şöyle desin: 

 

«Biz Allâh’a aitiz ve biz O’na döneceğiz. 

 

Allâh’ım! Başıma gelen musîbetin mükâfâtını Sen’den bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsân et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.»” (Müslim, Cenâiz, 3)

 

BİR MESAJ: 

 

“Kimi zaman açlıkla, kimi zaman kıtlıkla, kimi zaman da candan ve maldan eksiltmekle imtihan oluyoruz. Ne mutlu sabır gösterebilen mü’minlere!” 

 

 

 

 

 

 

 

Allah Teâlâ, Bakara Sûresi’nin 155. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır: 

 

“Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile; biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak sûretiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!”

 

Evet, imtihan için geldiğimiz şu fânî dünya hayatında kimi zaman korku ile imtihan oluyoruz…

 

Kimi zaman da açlık ve kıtlık ile…

 

Bazen canlarımız bu imtihanın bir parçası oluyor bazen de mallarımız… 

 

Bazen de depremsel ve yangın gibi tabiî âfetlerle imtihan oluyoruz…

 

Dolayısıyla bir imtihan dünyasında yaşıyoruz: 

 

“O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, kudreti daima üstün gelen ve günahları çok bağışlayandır.” (el-Mülk, 67/2) 

 

Bir seferinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz ashâbını etrafında toplamış, kumun üzerine birtakım çizgiler çizmişti. Sonra bu çizdiği şekilleri şöyle îzah etti: 

 

“Bu karenin ortasındaki şu çizgi, insandır. Onun yanındaki küçük çizgiler, insanı her yönden saran musîbetlerdir. Bunlardan birisi ona isabet etmezse diğeri isabet eder. Kareyi oluşturan kenar çizgileri, insanı kuşatan ecelidir. Karenin dışında kalan çizgi ise insanın ümit ve hayalleridir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 27) 

 

MÜ’MİN ÜMİTSİZLİĞE DÜŞMEZ

 

İmtihanın gereği olarak insan; sevinci de hüznü de birlikte yaşar. Sevinçli hâlleri olduğu gibi, hüzünlü anları da olur. Ancak şu var ki; mü’minin, sevinçli anlarında da hüzünlü anlarında da çizgisi hiç değişmez. Sevinir ama şımarmaz; hüzünlenir, sarsılır ama Allâh’ın izniyle asla yıkılmaz. Zira onun îmânı vardır, zor zamanlarda sığınacağı sakin limanları vardır. 

 

Mü’minin bu güzel hâli, bir hadîs-i şerifte şöyle tavsîf edilmiştir: 

 

“Mü’minin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mü’mine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

 

Onun için musîbet anlarında; mü’min, sahip olduğu îmânı sayesinde ayakta kalmaya çalışır. Başına gelen belâ ve musîbetlerden dolayı asla isyan etmez, bunalıma girmez, ümitsizliğe kapılmaz. Çünkü o; bu dünyanın fânî ve geçici olduğunu, bir imtihan dünyasında yaşadığını, gerçek hayatın âhiret hayatı olduğunu bilir ve ona göre hareket eder.

 

Yine bir sözünde Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecek olursa; «Allâh’ım; yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al!» desin.” (Buhârî, Merdâ, 19)

 

Şu hususu unutmamak gerekir ki; insanlık tarihi boyunca inananlar ne büyük sıkıntılar çekti, ne belâ ve musîbetlere maruz kaldı! Sevgili Peygamberimiz; inananların yaşadığı bazı sıkıntıları bizlere şöyle anlatır: 

 

“Sizden önceki ümmetlerden öyle bir kimse vardı ki, (onun için) yerde bir çukur kazılır ve o çukura atılırdı. Sonra testere getirilip başının üzerine konur ve başı iki parçaya bölünürdü.Yapılan bu işkenceler onu dîninden döndürmezdi. (Bir başka kişinin) etinin altındaki sinir ve kemikler demir taraklarla taranırdı. (Bu işkenceler) o kişiyi dîninden döndürmezdi. Allah bu dîni kesinlikle tamamlayacaktır.” (Buhârî, Menâkıb, 25) 

 

MUSÎBET ÂNINDA SABIR

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: 

 

(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve onlar öyle sarsılmışlardı ki sonunda Peygamber ve beraberindeki mü’minler;
«Allâh’ın yardımı ne zaman (gelecek) dediler. Bilesiniz ki Allâh’ın yardımı yakındır.” (el-Bakara, 2/214)

 

Onun için sabretmek gerekir. Zira musîbet anlarında mü’minin en büyük dayanağı sabır dayanağıdır; tutunduğu en mühim dal sabır dalıdır. Bu bakımdan mü’min,
belâ ve musîbetler karşısında sabır gösterir. Rabbimiz yukarıdaki âyet-i kerîmenin sonunda; 

 

“Sabredenlere müjdeler olsun!” buyurarak, sabreden mü’min kullarını övmüştür. 

 

Yiğit er meydanında belli olur.” derler. Belâ ve musîbetler, sabreden yiğidin er meydanıdır. Îmânı, teslîmiyeti ve tevekkül anlayışıyla mü’min, bu zor zamanlarında hem maddî hem de mânevî olarak Allâh’ın izniyle yaşadığı musîbetlerin üstesinden gelmeyi başarır. 

 

Sabır, hakikatte takvânın bir neticesidir. Mü’min takvâ üzere yaşadığında, karşılaştığı belâ ve musîbetler karşısında Allâh’ın izniyle daha sağlam bir duruş sergiler. Zira takvâ; sarsılmadan, yalpalamadan sırât-ı müstakîm üzere yaşayabilmektir. Îmânı zayıf olan sarsılır; istikamet üzere yaşayamaz, yalpalar. Hakikatte bu hâl, nefs-i levvâmenin bir sıfatıdır; bir orada bir burada; bazen huşû içerisinde namaz kılar, bazen de namaz kılmak ona külfetli gelir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: 

 

“Onlar küfür ile îmân arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.” (en-Nisâ, 4/143)

 

Bu bakımdan mü’min, imtihan dünyasında rahatlık ânında da darlık ânında da istikametini asla bozmaz. Zira o, istikamet ehlidir.

 

TEDBİR ALMAK

 

Mü’min; başına gelen belâ ve musîbetler karşısında sabır göstermenin yanında, olanlardan dersler, ibretler çıkarmayı da bilir. Yaşanan felâketlerde; ihmaller, tedbirsizlikler veya dikkatsizlikler var mı? Varsa aynı acıların tekrar yaşanmaması için ne gibi tedbirler alınmalı, neler yapılmalı… bunlar üzerinde mü’min kafa yorar.

 

Kâinatta olan her şey, Allâh’ın takdirinde olan şeylerdir. O’nun izni olmadan yaprak dahî kıpırdamaz. Dolayısıyla mü’min; yaşanan felâketlerin, başa gelen musîbetlerin kader plânında olduğunun da idrâki içerisinde olmalıdır. 

 

Her şey kader plânında cereyan ediyor ama tedbir almak da mühimdir. “Tedbir bizden, takdir Allah’tandır.” diye bir kelâm-ı kibar vardır. Dolayısıyla mü’minler olarak biz, tedbir almakla mükellefiz; sebeplere, vesilelere tutunmakla mükellefiz. Tedbir alıp sebeplere tutunduğumuzda, artık gerisini Cenâb-ı Hakk’a havâle eder, O’na tevekkül ederiz.

 

Mü’min; aldığı bütün tedbirlere rağmen, başına felâketler gelirse sabır gösterir. Zira o bilir ki yaşadığı musibetler, günahlarına keffâret olacaktır. Hadîs-i şerifte bildirildiğine göre; mü’minin topuğuna diken bile batsa, bu, onun günahlarına keffâret olur. (Bkz. Müslim, Birr, 49)

 

Yine Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur. 

 

“İnsanların en çok musîbete uğrayanları, evvelâ peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (velîler ve sâlihler) gelir. Kişi dînine göre belâ ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dîne bağlılığı varsa, belâsı daha da artar. Fakat dîninde gevşek yaşıyorsa, ona göre musîbetlerle karşılaşır. Kişiye belâlar gelir, gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizî, Zühd, 57)

 

Yukarıdaki hadîs-i şerifte de ifade edildiği gibi, en çok belâ ve musîbete uğrayanlar peygamberlerdir. Fahr-i Kâinât Efendimiz de nübüvvet süresince ne belâ ve musîbetlere maruz kalmış, bir sözünde de şöyle buyurmuştu: 

 

“Müslümanlar benim başıma gelen musîbetlere baksınlar da kendi musîbetleri karşısında güçlü olsunlar.” (Muvatta’, Cenâiz, 14) 

 

Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; biricik yavrusu İbrahim henüz on sekiz aylıkken hayata gözlerini yumduğunda, bir baba olarak gözyaşlarını tutamamıştı. Daha önce ölenin arkasından feryat figan etmeyi yasakladığı için ashâb-ı kiram O’nun bu hâline şaşırmıştı. Sevgili Peygamberimiz onlara şöyle buyurdu: 

 

“Bu, merhamettendir. Zira göz ağlar, kalp hüzünlenir. Ama biz ancak Rabbimiz’in râzı olacağı şeyleri söyleriz. Ey İbrahim, biz senin aramızdan ayrılışından dolayı çok hüzünlüyüz.” (Buhârî, Cenâiz, 43)

 

İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün bu sıkıntılar karşısında hep sabretti ve ashâbına da sabrı tavsiye etti. Hattâ bir seferinde özelde ashâbına, genelde de biz ümmetine şöyle bir nasihatte bulundu: 

 

“Havuzun başında bana kavuşuncaya kadar sabredin.” (Müslim, Zekât, 139)

 

Evet bu imtihan dünyasına gelen mü’minler olarak; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı doğrultusunda bir hayat yaşayıp, bir gün gelecek, emânetimizi O’na teslim edeceğiz. İmtihan dünyasının bir hikmeti olarak, yaşadığımız hayatta başımıza birtakım belâ ve musîbetler; deprem, sel ve yangın gibi derin yaralar açan felâketler gelebilir. Bütün bunların karşısında mü’minler olarak, mü’mince bir tavır sergilemeli, varsa lüzum eden tedbirleri almalı, dersler çıkarıp sabır göstermeliyiz. Eğer bu şekilde davranırsak hem Rabbimiz’in hazırladığı ebedî nimetlere nâil oluruz, hem de Kevser havuzunda Sevgili Peygamberimiz’e kavuşuruz inşâallah.

 

Rabbimiz, her türlü belâ ve musîbetlerden cümlemizi muhafaza buyursun!

 

Rabbimiz, belâ ve musîbet anlarında cümlemize sabırlar lutfetsin!

 

Sözlerimizi Sevgili Peygamberimiz’in şu duâsı ile bitirelim:

 

“Allâh’ım! Gam ve kederden, tembellik ve cimrilikten, korkaklıktan, borca batmaktan ve halkın taşkınlığından Sana sığınırım.” (Nesâî, İstiâze, 25)