BELÂ ve MUSÎBETLER KARŞISINDA MÜ’MİNİN TAVRI

Raif KOÇAKraifkocak@gmail.com

İmtihan için dünyaya gönderilen insanın hayatı, dikensiz gül bahçesi gibi değildir. Bu imtihanlarla dolu dünya hayatı; iniş çıkışlarla, belâ ve musîbetlerle doludur. İnsan bu hayatta kâh hastalık ve sağlıkla, kâh üzüntü ve sevinçle, kâh varlık ve darlıkla sınanacak, bu imtihanlar karşısında bazen kazanacak, bazen kaybedecek ve gösterdiği tavır ile Hak katında gereken muameleyi görecek. Bu hususta Rabbimiz Kur’ân’da; 

 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155) buyuruyor.

 

Müslüman olarak karşılaştığımız her hâdiseye, evvelâ îman şuuruyla bakmak mecburiyetimiz var. Zira, Allah Teâlâ’nın izni ve kudreti olmadan, kâinatta bir yaprağın dahî kıpırdayamayacağına îmân ediyoruz. O hâlde, yaşanan her hâdisâtın mutlaka bir sebebi ve sonrasında neticesi vardır. Kulun bu musîbetler karşısında yapacağı ilk şey; sebepler dairesinde tedbir almak ve gereken şartları yerine getirmek, ikincisi ise bu tedbirlere rağmen meydana gelen musîbetlerin karşısında sabır gösterip, Allâh’a sığınmaktır. Yaşanan her hâdisenin, Allâh’ın takdiri ile meydana geldiğine îmân eden kimse, bu musîbetlere karşı hazırlıklı olur. Başa gelen bu musîbet ve vakaların neden meydana geldiğini, sebeplerini ve arka plânındaki hikmetleri düşünerek sabreder. 

 

Hakk’a teslim olmuş bir insan, başına gelen musîbetlerde yalnız olmadığını ve Allâh’ın onun yardımına koşacağına inanır. Îmân etmek, bunun için çok büyük bir nimettir. Zira insan en dar ânında ve zorlandığında; sığınacağı bir güce, kudrete ihtiyaç duyar. Mü’min; o en kudretli sığınağının sevgisini ve muhabbetini diri tutarak, zor zamanda insan aklının îzah edemeyeceği neticeleri görebilir. Bunun en güzel nümûneleri; daha taze yaşadığımız bir âfetten, normal şartlarda ölmesi gereken insanların, günlerce aç susuz kaldıkları hâlde, hele kendi ihtiyaçlarını gideremeyen bebeklerin, sağ sâlim bir şekilde enkazdan çıkarılmasını gösterebiliriz.

 

Yaşanan elîm hâdiseler; insanın yaptığı hataları fark edip, kendisini düzeltmesine ve hayatına çekidüzen vermesine fırsat olması hasebiyle, ilâhî bir rahmet tecellîsi de olabilir. Gerek yetiştiği çevrenin gerekse gördüğü menfî terbiyenin etkisiyle; maddeye, güzelliğe, lükse ve şatafata alışmış, nefsinin esiri olmuş insanların; yapılan îkazlara karşı gözleri, kulakları ve kalpleri kapalı olduğu için, yaşanan bu musîbetler; o insanların idrak yollarının açılmasına ve ilâhî îkaza muhatap olmaları açısından, bir yönü ile zahmet olarak görülse de diğer yönüyle rahmet kaynağı olabilir. 

 

Nitekim bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Mü’minin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mü’mine mahsustur. 

 

•Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. 

 

•Başına bir sıkıntı geldiğinde sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64) 

 

Allah Teâlâ, hikmeti îcâbı, dünyada çeşitli belâ ve musîbetlerle insanı imtihan ediyor. Her ne kadar yaşanan bu musîbetlerde insanın yaptığı hatalar ve işlediği günahlar sebebi ile karada ve denizde düzenin bozulduğunu (er-Rûm, 41) beyan etse de yine merhameti îcâbı, tövbe edip yeniden başlama fırsatı veriyor.

 

Yaşanan hâdiselerde, insan olarak dahlimiz olsa da merhameti bol olan Rabbimiz’in engin rahmetine sığınmak durumundayız. Yaşanan âfetin ebadının; hiçbir insânî gücün, kuvvetin, kudretin ve teknolojinin karşı koyamayacağı büyüklükte olması, aslında insanın acziyetinin bir kez daha yüzüne çarpılmasıdır. O hâlde; hiçbir kuvvetin, kudretin karşı koyamayacağı bu hâdiselerin yaratıcısı, kâinâtın tek ve yegâne hâkimi olan Rabbimiz karşısında hem âfetlerden önce hem de sonra hiçliğimizi idrâk etmek ve haddimizi bilmek zorundayız. Bize bu noktada, gerek konuşan gerekse konuşmayan nasihatçilerin verdiği nasihatleri dinlemek ve bu vâkıalardan ibret almak zorundayız.

 

«Başımıza gelen belâ ve musîbetlerde, müslüman olarak hâlimiz ve tavrımız nasıl olmalıdır?» diye baktığımız zaman, her hususta en güzel örneğimiz ve önderimiz olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bize şöyle yol gösteriyor:

 

“Mü’min yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min de böyledir; o da belâ ve musîbetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). 

 

Kâfir ise sert ve kökü üzerinde dimdik duran selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” (Buhârî, Tevhîd, 31)

 

İnsan; başına gelen hâdisâta, hakikat ve îman penceresinden bakarsa, -mutlak ve muhakkak- yaşadığı bu hâdiselerden dolayı mânen kazançlı çıkar. Günümüzdeki çoğu maddeci anlayışa sahip olan insanların aksine, her şeyini kaybetseler; evini, eşini ve yakınlarının tamamını kaybedip, tek başlarına kalsalar bile, bunların bir imtihan vesilesi ile yaşandığını idrâk ederek, kazançlı çıkarlar. Bu husus ile alâkalı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; 

 

“Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musîbet karşısında müslümanın günahları affolunur.” (Buhârî, Merdâ, 1) buyurur.

 

Başımıza gelen musîbetlerin neticeleri bizim için ağır olsa da, acıların en büyüğünü yaşamış, sahip olduğumuz her şeyi kaybetmiş olsak da bu neticelerin bizim için başka hayır kapılarını açabileceğini unutmayalım. Belki bu âfet, bizi başka büyük âfetlerden muhafaza etmeye sebep olacak. Belki, dünyalık dertlerin peşinde koşmaktan vazgeçip bizi uyandıracak ve ebedî hayatımızı kurtarmaya vesile olacak. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat orasıdır. Keşke bilmiş olsalardı!” (el-Ankebût, 64) buyurmaktadır.

 

Allah Teâlâ memleketimizi ve milletimizi bu gibi âfetlerden muhafaza eylesin. Yaşanan bu âfetten ders alıp uyanmak ve tedbir alma şuuru versin. Ölenlere rahmet, yaralılara şifâ, geriye kalanlara sabır, metânet ve dirayet nasip eylesin. Âmîn…