Asrın Felâketi Karşısında ASRIN MERHAMET SEFERBERLİĞİ

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

Yaşadığımız asrın felâketi,

 

Saniyeler etrafında gerçekleşen bir hakikat.

 

Fakat,

 

Yıllarca anlatılacak yoğunlukla gerçekleri ve yansımaları olan bir tecellî.

 

Maddî gerçekler ve yansımaları var.

 

Mânevî gerçekler ve yansımaları var.

 

Deprem bilimciler meselenin maddî izahlarını ve gerekli adımları uzun uzadıya dile getiriyorlar, yazıyorlar. Devlet ve millet el ele her türlü yapılması gerekenler yapılıyor.

 

Tam bir merhamet seferberliği var.

 

Hem de;

 

Asrın merhamet seferberliği.

 

Şu safhada en lâzım olan gayret bu.

 

Çünkü;

 

En onulmaz yaraları, merhametten başka saracak bir sargı bezi yoktur.

 

En yorgun gönülleri, merhametten başka dinlendirecek bir döşek de yoktur.

 

En ağır enkazları, yeniden gül bahçelerine çevirmek için merhametten başka bir maharet yoktur.

 

Herkesin sığınağı;

 

Allâh’ın Rahmân sıfatı, O’nun sonsuz merhameti.

 

Göktekilerin bize merhameti de bizim yerdekilere olan merhametimize bağlı.

 

Cennetlere açılan kapı;

 

Merhamet.

 

Peygamber Efendimiz j’in mûcizelerinden ispat-ı nübüvvet dışındakiler umumiyetle merhamet sebebiyle. Ashâbının günlerce aç kalmasına dayanamadığı noktada Hazret-i Peygamber’in merhametle taşan kalbi, Allâh’ın izniyle bir tencere yemekle yüzlerce sahâbeyi doyurdu. 

 

Bu merhametin kaynağı Allah:

 

Erhamü’r-râhimîn.

 

Merhametlilerin en merhametlisi.

 

Dolayısıyla;

 

Nice kahrın ve âfetin içinde bile nice rahmetler tecellî ettirmekte.

 

Nice mûcizeler yaşatmakta.

 

Bu hakikat;

 

Asrın felâketi olarak yaşadığımız ağır depremlerin de her safhasında tezâhür etti.

 

Şâhit olduk:

 

ÜZÜNTÜ ve SEVİNÇ İÇ İÇE

 

Şiddetli bir üzüntü tablosu içinde kuvvetli bir sevinç dengesi.

 

Rahmân olan, merhametli olan Hazret-i Allah, tarif edilemez üzüntülerin arasına baştan sonra öyle sevinçler serpiştirdi ki, sayısız şükürlerle doldurdu gönülleri. Dakika dakika, saat saat nice imkânsızlıklardan nice kurtuluşları mümkün kıldı. Birer, ikişer, üçer, beşer yürek yürek peş peşe devam eden kurtuluş tablolarının her biri, kitleler hâlinde sevinçler oluşturdu. Bir kişinin hayata tutunmasıyla oluşan neşve ve heyecan, sanki bambaşka bir bayram hâliydi.

 

İşte bu,

 

O büyük âfetin içinde büyük bir rahmet ve merhamet tecellîsiydi. Derin acıları güçlü sevinçlerle dengeleyen ilâhî kudretin bu rahmet tecellîleri ve mûcizeleri bambaşka sırlarla dolu dolu idi.

 

Hep birlikte gördük:

 

Yüce Mevlâ ne dehşetler ortasında bile günlerce;

 

Sonsuz umutlar yaşattı.

 

Saâdetler yaşattı.

 

Memnuniyetler, sürurlar yaşattı.

 

Neşeler yaşattı.

 

Bayram gibi atmosferler yaşattı.

 

Sayısız hikmet ve ibretler yaşattı.

 

Bunlara dair; 

 

Gerek canlı yayınlarda, gerek yazılı basında sayısız mûcizevî gerçeklerle dağarcıklarımız doldu taştı. Hiçbiri de abartı değildi. Olsaydı, sırıtırdı. On bir ili içine alan o geniş, kocaman bölgede hâlâ yansıyan ve yansımayan daha pek çok canlı misaller var. Onlardan unutulmaması gerekenlerin birkaçını, bizzat yaşayanların aktardığı şekilde paylaşmak isterim:

 

UÇAN KANEPE

 

Hatice Teyze seher vaktinde erkence kalkmış, teheccüdünü kılmış, kanepesinin üstünde tesbihini çekiyordu.

 

O anda deprem oldu.

 

Oturduğu bina ile yolun karşısındaki bina birbiriyle çarpıştı ve iç içe geçti.

 

Hatice Teyze kanepesiyle beraber karşıki binanın üçüncü katındaki balkona uçtu. Kendisinde en ufak bir çizik bile olmadı. Karşı binanın üçüncü katı ise, fırıncının dairesiydi ve yol seviyesine inmişti. O hengâmede fırıncı afalladı:

 

–Abla, sen bizim evde ne geziyorsun?

 

Hatice Teyze de şaşkındı:

 

–Oğlum, sen benim penceremin önünde ne geziyorsun?

 

–Abla sen kimsin?

 

–Ben Hatice Ablanım oğlum, Emrah’ın annesiyim.

 

Devamını Hatice Teyze şöyle anlatıyor:

 

–Ben hâlâ çekyatın üstünde şu anki gibi oturuyordum. Benim beş yüzlük tesbihim var, onu çekiyordum. Kucağımda da çocuk vardı. Evvelâ onu çıkarttırdım. Sonra fırıncının balkon demirinden yola indim. Üçüncü katın balkon demiri ile yol bitişik olmuştu. İnerken eteğimin ucu demire takıldı bir santim yırtıldı, hepsi bu. Başka hiçbir şeyciğim yok, Allâh’a şükür. 

 

KURTULUŞ GEÇİDİ

 

Kahramanmaraş’tan depremzede Fahreddin Bey anlatıyor:

 

–Yaşadığım binada otuz iki daire vardı. Dokuz katlı bir binaydı. Depremden önce çürük raporu verilmişti. 

 

Fakat müteahhit bir yolunu bulup sağlam raporu aldı. 

 

Hâlbuki binamız hakikaten çürüktü.

 

Bir de, 

 

Zemin katında uygunsuz işletilen bir yapı vardı. Nereye başvurduysak da, çok rahatsız olduğumuz o uygunsuzluğu maalesef meskenimizin dışına attıramadık.

 

Derken,

 

Bu âfet başımıza geldi. 

 

O sırada biz evimizdeydik. Binanın sekizinci katında. Üstümüzde bir kat daha vardı.

 

Korkunç bir gürültü koptu.

 

Tepeden aşağı bir toz duman kapladı her yanı. Ağzımıza ve burnumuza kadar toprak sıvalar doldu! Çaresizdik. O savrulmalar arasında sadece salevât-ı şerîfe getirdim. Eşime de seslendim:

 

–Ölüyoruz hanım, salevat getir! Hakkını helâl et!

 

O da;

 

–Tamam dedi, başladı salevat getirmeye.

 

Sonra sarsıntılar durdu.

 

Durdu fakat binanın sekiz katı da zemine batmıştı. Tamamı yere göçmüş, âdeta tost olmuştu. Böylece biz dış zeminle aynı seviyeye gelmiştik. Şaşkın, bîçâre, âciz bir hâldeydik. Dilimizde yine salevât-ı şerîfeler vardı. 

 

Tam o esnada güçlü ve yüksek bir ses patlaması oldu. Önceki gürültüye benzer bir ses. Fakat sanki korku değil ümit yüklü bir sesti bu. İşte bu ses, kurtulması mümkün olmayan yığın yığın enkazların içinden dışarıya doğru bir ışık deliği oluşturdu ve bir kurtuluş geçidi meydana getirdi bize. Oğlum derhâl oradan dışarı çıktı ve;

 

–Yardım edin, diye bağırdı.

 

20-25 yaşlarında bir genç geldi içeri. Fakat bizimle ilgileneceği yerde içi eşya dolu dolaplara koştu. Başladı eşyaları alıp alıp o delikten dışarı atmaya. Biz avaz avaz seslendik kendisine;

 

–Çocuğum, kardeş bize bak! Ayağımız kopacak, dedik.

 

Hiç oralı olmadı. Meğer doğrusu buymuş. Allah ne güzel yönlendiriyor böyle. Zira dolapların içindeki ağır yükler boşalınca hanım da ben de rahatça kalkabildik. Delikanlıya sordum:

 

–Sen kimsin, adın nedir?

 

Dedi ki:

 

–Sen, kimi ne yapacaksın, abi?

 

Beraber çıktık. Ötesini araştırmayı düşünecek vaziyette değildik, canımızın derdindeydik sadece. Ayrıca yatak kıyafetleriyle olduğumuz için üşüyorduk. Şiddetli bir yağmur sanki içimize yağıyordu. Üstelik depremin ilk dakikalarıydı. Henüz neyin ne olduğunun anlaşılmadığı demlerdi. Saat beşi 5 veya 10 geçiyordu. Etrafta kimsecikler yoktu. Olması da o anda mümkün değildi zaten.

 

Derken;

 

Yine biri çıktı geldi. Eşimle benim üzerime birer battaniye verdi. Onun da kim olduğunu soramadık, bilmiyoruz.

 

Bize bir ışık ve kurtuluş geçidi lutfeden ve koruyan Rabbimiz’e hamd olsun.

 

32 dairelik binamızdan bizimle beraber yalnız 8 kişi kurtuldu. İkisi 7’inci kattan, üçü yani biz 8’inci kattan, üçü de 9’uncu kattan. Diğerlerinin tamamı vefât etti. 

 

NE KADAR ZORMUŞ!

 

Bir dağıtım yerinde erzaklar tevzî ediliyordu.

 

Tam karşısına bir araba geldi. 

 

Biraz uzağa park etti. İçinden kimse çıkmadı. Şoför vardı sadece. Arabada öylece durgun ve dalgın bir şekilde oturuyordu. Dakikalar geçti, belki bir yarım saat oldu. Hâlâ çıkmıyordu. Bunu fark eden bir yardım gönüllüsü, biraz merak biraz da kaygıyla yanına yaklaştı. Hafifçe arabanın camını tıklattı. Şoför camı acınca sordu:

 

–Hayırdır beyefendi, bir şey mi var, kime bakıyorsunuz?

 

Adamcağızın yüzü kızardı:

 

–Kimseye bakmıyorum. Benim de erzak ihtiyacım var. Fakat tedarik edemedim. Parasıyla alabileceğim bir yer de bulamadım. Ben, hâli vakti yerinde bir kuyumcuydum. Evimiz de, dükkânlarımız da yıkıldı. Ailece bir çadırda kalıyoruz. Hepsi aç. Kaç kere niyet ettim yardım yerlerinden erzak almaya, bir türlü cesaret edemedim. Uzaktan seyrettim hep.

 

–Lâfı mı olur beyefendi, buyurun, derhâl buradan size arz edelim.

 

Derin bir iç çekti:

 

–Daha önce böyle bir duygu hiç yaşamadığım için bilmiyordum. Anca anladım. 

 

Meğer istemek, ne kadar zormuş

 

Üstelik mahcup etmeden veriyorsunuz. 

 

Allah sizlerden râzı olsun!

 

SURİYELİ AİLE

 

Aynı yere 75 yaşında bir teyze geldi. Erzak istiyordu. Çekine çekine bir açıklama yaptı:

 

–Bilmiyorum elinizde var mı? Fakat bana glutensiz gıdâlardan lâzım. Oğlum çölyak hastası, ona göre verir misiniz? 

 

Mevcutlar içinde uygun olanlar verildi. Onunla alâkadar olan yardım gönüllüsü sordu:

 

–Teyze nerede kalıyorsun? Çadırda mı, konteynırda mı?

 

Cevap çok mânidardı:

 

–Ne çadırda ne konteynırda kalıyoruz evlâdım. Çok şükür, bize Suriyeli bir aile sahip çıktı. Onların binaları yıkılmamış ve sağlam. Hep birlikte kalıyoruz.

 

AYNI SIRADA

 

Büyük fabrikası olan ve emrinde binlerce çalışanı bulunan bir şahıs.

 

Evi yıkılmış.

 

Hiçbir şeyi kalmamış.

 

Yardım gönüllüsüne anlatıyor:

 

–Mecburiyetten utana sıkıla ben de bir ekmek kuyruğuna girdim. Sıradayken şöyle bir arkama baktım. Ne göreyim? Bizim çalışanlarımızdan da bazıları oradaydı. Yüzüm kızardı. Bir an onların rızkına engel olmayayım diye kuyruktan çıksam mı diye düşündüm. Fakat çıkamadım. Çünkü evde çoluk çocuk açtı, ekmek bekliyorlardı.

 

-15’TE MÛCİZE

 

Arama kurtarma çalışmaları esnasında bazen hava -15 dereceye kadar soğudu.

 

O soğukta kurtarma ekibinde çalışan bir isim diyor ki:

 

–Biz hareket hâlinde ve sağlam giyinmiş olduğumuz hâlde üşüyoruz. Göçük altında yaşayanlar nasıl dayanıyor, buna inanın çok şaşırıyoruz. Olmayacak bir hâdise. 

 

Fakat olan bir gerçek: 

 

Mûcize!

 

İLÂHÎ KORUMA: NE KORKU, NE HÜZÜN!

 

Cenâb-ı Hak, âdetâ büyük kıyâmetin nasıl olacağının bu fânî devran içinde de büyük bir gerçeğini yaşattı. Hem de o dehşetli anda herkesin darmadağın olduğu, nicelerinin hüsrana düştüğü anda nicelerinin de sanki o âfetin hiç içinde değilmiş gibi üzüntüsüz ve korkusuz bir vaziyette nasıl korunduğunu gösterdi.

 

Saatler sonra enkazdan çıkarılan bir yavrucağızın;

 

–Ne oluyor ya, ne oluyor? diyerek uyanması, bunun en düşündürücü misali.

 

Bu şekilde;

 

Hazret-i Allah, o korkunç enkazların amansız diplerinde bile kimini mışıl mışıl uyutmuş. Ne korku yaşatmış ne üzüntü. 

 

Acaba; 

 

Moloz yığınlarının daracık ve dondurucu ortamında hiçbir vasıta ve sebep olmaksızın rûhu da vücudu da asla rahatsız etmeyecek tatlı bir sıcaklık ve yaşanır bir denge, nasıl mümkün oldu? 

 

Gerçekten bunun nasıl olduğunu etraflıca ve hakkıyla bilmeye insanoğlunun ne ilmi ne acziyeti tam mânâsıyla yeter. 

 

Gören görür.

 

Yüce Mevlâ, her çeşit misali canlı canlı cümle âleme gösterdi. 

 

Âdeta şöyle hitap etti:

 

“–Ey kullarım!

 

Kıyâmetin, bütün kâinat çapında her şeyi ve herkesi kuşatacak olan dehşeti, o kadar korkunç olacak ki, hiçbir can, o dehşete dayanamayacak. Ancak kullarımın Ben’i râzı edenlerine orada asla korku ve hüzün yaşatmayacağım. 

 

Onlar korkmayacaklar, üzülmeyecekler.”

 

Ne büyük rahmet;

 

Hiçbir âfetle kıyaslanamayacak kadar dehşetli kıyâmet depremini korkusuz ve üzüntüsüz atlatmak.

 

Yaşanan asrın felâketindeki akıl almaz örnekleri de, kudret sahibi Allah, sanki o anlara dair yüce va‘dini ve müjdesini gösteren bir ayna eyledi. O aynaya bakarak okuyabilirsek, şu âyetler, ilâhî merhametin azamet ve sonsuzluğuna dair bizlere ne ölümsüz bir ümit: 

 

“Şüphesiz; 

 

–Rabbimiz Allah’tır, deyip de, 

 

Sonra dosdoğru olanlar var ya, 

 

Onların üzerine 

 

Akın akın melekler iner ve derler ki: 

 

–KORKMAYIN! 

 

–ÜZÜLMEYİN!

 

–Size va‘dolunan CENNETLE SEVİNİN! (Fussilet, 30)

 

“Hiç şüphesiz;

 

Îmân edip 

 

SÂLİH AMELLER işleyenler / İBÂDET VE İŞLERİ DÜZGÜN, SAĞLAM VE GÜZEL yapanlar,

 

Namazı dosdoğru kılanlar ve

 

Zekât verenler var ya,

 

İşte;

 

-Onların mükâfatları,

 

-Rablerinin katındadır

 

-Onlara KORKU YOKTUR, 

 

-Onlar ÜZÜNTÜ de ÇEKMEZLER. (el-Bakara, 277)

 

Böyle daha pek çok âyet-i kerîme var.

 

Hepsinin dikkat çektiği nokta:

 

En dehşetli anlarda ilâhî koruma / yüce muhafaza.

 

Çünkü;

 

“En iyi koruyan, Allah’tır!” (Yûsuf, 64

 

EN BÜYÜK TEDBİR

 

Hazret-i Âdem’den beri;

 

Bâkî âlemin yolcusu olan insanoğlu, her tarafı ecel olan bir fânîde yaşıyor.

 

Ölmemek imkânsız olduğu gibi ölümün gizli ve açık sebeplerini yok edebilmek ve sıfırlayabilmek de imkânsız.

 

Mümkün olan şey:

 

Ölümü güzelleştirmek.

 

İmkânsız peşinde harap olmak yerine vuslat iştiyâkıyla Allâh’a kavuşmak.

 

Hazret-i Mevlânâ buna;

 

«Şeb-i arûs / düğün gecesi» diyor! 

 

Tüm şartı:

 

مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ

 

Allâh’ın rızâsı ekseninde bir hayat

 

İşte bu;

 

Âfetler karşısında yapılması gereken zâhir ve bâtın vazife ve mes’ûliyetlerin içinde olmazsa olmaz olanı:

 

Mânevî tedbir.

 

Bir ömür;

 

Bizi iki şey yani ruh ve beden birlikteliği ayakta tutuyor. Aynı şekilde binaları da ayakta tutan iki şey var:

 

Maddî tedbir,

 

Mânevî tedbir.

 

Maddî tedbirler belli:

 

Meselenin gözle görülen matematik tarafını oluşturan hususların tümü.

 

Mânevî tedbirler ise;

 

Ekseriyeti dış gözle görülmeyen gerçeklerin tamamı. Görülmeyen, fakat rûhumuz gibi hakikat olan şeyler. Bunlar;

 

Helâl-haram,

 

Kul hakkı,

 

Merhamet ve şefkat,

 

İnfak ve diğergâmlık,

 

Emr-i bi’l-mâruf,

 

Nehy-i ani’l-münker,

 

Sabır,

 

Şükür,

 

Bütün sâlih ameller…

 

Hepsinin de özeti:

 

ALLÂH’I RÂZI ETMEK

 

Önce maddî tedbirlere riâyet. Sonra da tüm fay hatlarının elinde olduğu kudrete sığınmak. 

 

Elbette;

 

Zerreden kürreye tüm kâinâtı O yüce kudret, sevk u idare etmekte. Yerler de gökler de O’nun. Faylar da O’nun emrinde ve takdirinde. Yoksa hiçbir âfetin çetelesi ve rakamları olmazdı, olamazdı. 

 

Yani hepsi muayyen / tayin edilmiş bir mâhiyette gerçekleşiyor da muayyen rakamlar ve tedbirler konuşulabiliyor. Aksine iddialar nâfile. 

 

Mâlûm; 

 

Kendi kendine olan şeylerin ne ayarı olur ne de kantarı. Asla belli bir sınırı ve hesabı da olmaz. O vakit 10, 20, 30 şiddetinde karmakarışık âfetler yaşanırdı ve hayat olmazdı. 

 

Fakat böyle bir durum yok. Çünkü fayların da bir dengesi var. Çünkü o dengeyi elinde tutan ve bizi buna göre mes’ul kılan bir kudret var. 

 

Görmek elzem. 

 

Görüp okumak elzem.

 

Okuyup dinlemek elzem.

 

Hazret-i Peygamber j’i dinleyelim:

 

“Sûr sahibi; 

 

Boruyu ağzına koymuş, 

 

Ne zaman üflemekle emrolunursa, 

 

Hemen üfleyeceği ânın 

 

İznini bekleyip durmakta iken… 

 

«Ben nasıl sevinebilirim?» 

 

Bu haber; 

 

Rasûlullah j’in ashâbına ağır geldi. 

 

Bunun üzerine Rasûlullah j şöyle buyurdu:

 

–Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl; 

 

Allah bize yeter, 

 

O ne güzel vekildir, deyiniz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 8(Âl-i İmrân, 173)

 

Her çarenin şifresi:

 

ALLAH BİZE YETER! 

 

Bunun açılımı, ömrü;

 

Allah ile, 

 

Kelime-i tevhîd ile,

 

İstiğfar ile,

 

Salevât-ı şerife ile.

 

Sâlih amellerle yaşamaktır.

 

Allah’tan gayriye hiç sapmamaktır. 

 

Bilhassa; 

 

Merhamet seferberliğinde sarp yokuşları da aşarak en önde koşmaktır.

 

Hayatın en güzel çerçevesidir bu. 

 

Ayrıca; 

 

Varlıkta ve darlıkta, zorlukta ve kolaylıkta, nimette ve âfette her hâlükârda Allah hakkında îman penceresinin cennet kapılarını açacak olan şifresi de şudur:

 

NE GÜZEL MEVLÂ! 

 

–Ne güzel Allah!

 

–Ne güzel vekil! 

 

–Ne güzel dost! 

 

–Ne güzel yardımcı!

 

Gerçekten;

 

Bir kul, kendisini yoktan var eden, yaşatan, sayısız rızıklar veren ve kendisine döndürecek olan yüce Rabbine ve O’nun her tecellîsine cân u gönülden;

 

«–Ne güzel!» derse, diyebilirse,

 

Allah da ona;

 

نِعْمَ الْعَبْدُ / Ne güzel kul, der.

 

Bunun için;

 

İmtihan kıskaçlarından oflamadan, puflamadan geçebilmek gerek.

 

Hiç bıkmadan;

 

Merhamet seferberliği hâlinde kulluk gerek.

 

Şu âyeti düstûr edinmek gerek:

 

“Eğer;

 

Siz îmân eder ve

 

Şükrederseniz,

 

Allah size ne diye azâb etsin!” (en-Nisâ, 147)

 

Bugünlerde;

 

Ülkemizin en mühim gündemi olarak depremlerin konuşulduğu ve konuşulmasının da gerektiği, neticesinde ise yapılması elzem olanlara riâyetin şart olduğu bir ortamda şu hadîs-i şerif de, bizim merhamet seferberliğimiz için ayrı bir şevk, ayrı bir umut ve güzel bir gayret enerjisi:

 

Ebû Rezin t anlatıyor:

 

“Rasûlullah j şöyle buyurdu:

 

–Sıkıntılı durumların değişmesinin yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe kapılmalarına Rabbimiz güldü. 

 

Sordum:

 

Yâ Rasûlâllah! Aziz ve Celîl olan Rab, güler mi? 

 

Rasûlullah j

 

Evetbuyurdu.

 

 (Sevinçle) dedim ki:

 

–Gülmekte olan bir Rab’den daima hayır buluruz!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 12)

 

Bunu te‘yiden yüce Allah hadîs-i kudsîde şöyle buyurmakta:

 

“Rahmetim, gazabımı geçti!” (Buhârî, Tevhîd, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe, 15) 

 

Zaman zaman;

 

Yeryüzünde gazap tecellîleri yaşansa da, bunlar kısa sürelerledir, hepsi mahduttur. 

 

Mukabilinde;

 

Zerre zerre bütün cihan rahmet tecellîleriyle doludur. Ezelden ebede rahmet, daima öndedir.

 

Daima;

 

Bir merhamet seferberliği vardır.

 

İşte asıl budur;

 

ASRIN MERHAMET SEFERBERLİĞİ!

 

Göklerde müstesnâ bir merhamet seferberliği var.

 

Yerlerde bambaşka bir merhamet seferberliği var.

 

Dağlarda, ovalarda, denizlerde hep bir merhamet seferberliği var.

 

Güneşte, ayda, bulutlarda da bir merhamet seferberliği var.

 

Kurtta, kuşta, ağaçlarda, çiçeklerde de bir merhamet seferberliği var. 

 

Topraklar da ne vakit kurusa, muhtaç hâle gelse hemen ırmak ırmak bir merhamet seferberliği var.

 

Bilhassa mazlumlar, masumlar, muhtaçlar ve kimsesizler için çok özel ilâhî bir merhamet seferberliği vardır. 

 

Hattâ gafiller ve câhiller için bile onlar da hidâyetle buluşsun diye görünen ve görünmeyen nice merhamet seferberliği var.

 

Hiçbir şeyin olmadığı anlarda bile;

 

Kanadı kırıklara, enkaz altında kalmışlara, üşüyenlere, açlık çekenlere, hastalıktan kıvrananlara, borç altında inleyenlere, çaresizlikler girdabında boğulanlara ve daha nice âcizlere daima bir merhamet seferberliği var.

 

Hattâ;

 

Îman ve ahlâkı altüst olmuş günahkârlara dahî bir merhamet seferberliği var.

 

Ezelden ebede;

 

Her çağda, her asırda, her sene, her ay, her gün, her saat, her dakika ve her saniye bir merhamet seferberliği var.

 

Her yıl deverân eden üç aylarda özellikle bir merhamet seferberliği var.

 

Receb-i şeriflerde de Şâbân-ı şeriflerde de bir başka merhamet seferberliği var.

 

Hele ki;

 

Ramazân-ı şeriflerde daha müstesnâ bir merhamet seferberliği var.

 

Fark edebilenlere ne mutlu!

 

Gönül gönül;

 

Bu merhamet seferberliklerine iştirak edenlere ne mutlu!

 

Ne mutlu merhametli kullara!

 

Ne mutlu ebedî merhamete mazhar olanlara!

 

Yâ Rab,

 

Nasîb et!

 

Âmîn!..