Rasûlullâh’ı Misafir Eden MİHMANDÂR-I RASÛL -1-

Âdem SARAÇvardisarac@yahoo.com.tr 

 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- Medine’ye teşrif ederken, Hazret-i Hâlid bin Zeyd ve aile efrâdı da heyecan içinde; 

 

“–Bize buyur yâ Rasûlâllah!” diyerek, Can Efendimiz’i büyük bir aşk ve şevk ile karşılıyordu. Medineli bütün sahâbîler gibi, onlar da evlerini hazırlamışlardı. «Rasûlullah belki bizi şereflendirir.» ümidiyle, bütün evi baştan ayağa ve îtinâyla gözden geçirip temizlemişler, üst katı da bunun için dayayıp döşemişlerdi. Gönül evleri hazır olduğu için, oturdukları evleri de bütün her şeyiyle O’na hazırlamışlardı!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın devesi; şerefli binicisiyle gelip, evine yakın çökünce, Hazret-i Hâlid bin Zeyd ve bütün aile efrâdı, sevinç ve heyecandan ulvî doruğa erdiler. Her şeyleri ile Nebîler Sultanı’nı karşılamak için hazır olan bu aile, sevinçten ne yapacağını bilemez bir hâle gelmişti yani.

 

Şerefli yolcu, evin önüne kadar geldiğinde, Hâlid bin Zeyd1 ailesinin bütün fertleri, büyük bir coşkuyla atıldılar:

 

–Buyur ey Allâh’ın Rasûlü! Konaklayacağınız yer işte burası, bizim ev!

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, güneşi bile gölgede bırakacak derecede tebessüm ederek cevap verdi:

 

–Evet, inşâallah konaklayacağımız yer burasıdır!2

 

–Rasûlullâh’ı misafir etme şerefi bize nasip oldu!

 

–Bize nasip oldu elhamdülillâh!

 

Bütün aile fertleri, hepsi birden büyük bir sevinçle, çığlık atarcasına tekrar atıldılar:

 

–Buyur ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim olan bu ev, artık sizin!

 

–Evimiz, malımız, canımız, her şeyimiz Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!

 

–Buyur ey Allâh’ın Rasûlü!

 

Bu kutlu aile, hemen devedeki eşyalara koşuşturdular. Alelacele eşyaları içeri taşıdılar. Bu arada, yakında (çevrede) evleri olanlar da son bir gayretle ileri çıktılar:

 

–Bizim evlerimiz de buraya yakındır yâ Rasûlâllah!

 

–Bizi şereflendirin ey Allâh’ın Rasûlü!

 

–İşte şu ev bizim!

 

–Şu kapısı açık olan ev de bizim yâ Rasûlâllah!3

 

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her birine içten tebessümüyle beraber duâ etti. Sonra da güzel bir espri yaparak, şöyle buyurdu:

 

–Kişinin eşyaları neredeyse, kendisi de orada olmalı!4

 

Kubâ’dan buraya gelene kadar, konvoya sürekli katılan muhabbet erleri, etrafa sığamaz olmuşlardı. Bu muhabbetli kalabalığa tebessümle bakan Rasûlullah -aleyhisselâm-; onlara ikrâmın en güzelini yapmak için, şöyle bir soru sordu:

 

–Beni seviyor musunuz?5

 

Muhabbetli kalabalık, artan bir muhabbet ve coşkuyla cevap verdiler:

 

–Seviyoruz yâ Rasûlâllah!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, bu sefer de yürekleri yerinden oynatan o meşhur sözü ile mukabelede bulundu:

 

–Vallâhi ben de sizi seviyorum! Vallâhi ben de sizi seviyorum! Vallâhi ben de sizi seviyorum!6

 

Gönüller Sultanı; üç defa üst üste böyle söyleyince, coşkulu kalabalığın yürekleri dile geldi, yeri göğü inletircesine tekbir getirdiler:

 

–Allâhu Ekber!

 

–Allah ve Rasûlü’ne canımız fedâ olsun!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- ve yol arkadaşının yorgun olduğunu gören Hazret-i Hâlid bin Zeyd, coşkulu kalabalığa dağılmalarını işaret etti. Bir yandan da kutlu misafirlerine bakıp, davetini büyük bir incelik ve nezâketle yeniledi:

 

–Buyurun ey Allâh’ın Rasûlü, ikiniz için de yer hazırladık.7

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, Hazret-i Hâlid bin Zeyd’in evine doğru yürümeye başladı. Ev halkı, artan heyecanla O’nu karşılamanın mutluluğu içindeydiler:

 

–Buyur ey Allâh’ın Rasûlü!

 

İki Cihan Güneşi, yol arkadaşı Hazret-i Ebûbekir ile birlikte «Besmele» ile içeri girdi.

 

Bu seçkin ailenin her ferdi, çocuklara varıncaya kadar büyük bir sevinçle; Rasûlullah bize geldi! Rasûlullah bize geldi!» diye, sevinçlerinden havaya zıplıyorlardı!8

 

Medineli müslümanların hepsi hazırdı aslında. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı karşılayıp, evlerinde misafir etmek için yarışıyorlardı.

 

İstediler ve kavuştular. Çünkü istemek, kavuşmanın habercisidir. Rabbimiz vermek istemeseydi, istek de vermezdi öyle ya!

 

Peygamber Efendimiz -sal­lâl­lâhu aleyhi ve sellem-’in, Medine’ye hicret ettiğinde, kendi evi yapılıncaya kadar Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde kaldığı, bütün kaynaklarda kayıtlıdır.9

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; kendisini misafir etmek isteyen sahâbîlerin hiçbirini kırmak istemiyor, her birine teşekkür ve duâ edip, gönüllerini alıyordu. Fakat bunlar arasında Hazret-i Es‘ad bin Zürâre’yi çevirmedi. Medine’ye gönderdiği Mus‘ab bin Umeyr’i misafir etmiş, Medine’de İslâm’ın yayılmasında büyük emek vermişti çünkü. Bundan dolayı onu da şereflendirmek istedi. İleriki zamanlarda, birkaç gün onun evinde kaldı.10

 

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre,11 Allâh’ın Rasûlü’nü misafir etmenin verdiği şeref ile O’nu ağırladı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı misafir etme şerefi ile bir başka şeref duydu. Hayatının en önemli ve anlamlı anlarını, O’nu misafir ettiğinde yaşamıştı.

 

Yıllarca süren Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki savaş ve düşmanlığı, İslâm kardeşliği potasında eriterek, «Ensar» adını almalarını sağlayan, buna vesile olanların başında da yine Hazret-i Es‘ad geliyordu.

 

Yine hepimiz biliyoruz ki, Rasûlullah -aleyhisselâm-; kendi evi yapılıncaya kadar, Hazret-i Hâlid bin Zeyd’in evinde kaldı. Peygamberler Sultanı bu güzel eve girince, ev halkı şereflerin en büyüğü ile şereflendi. O âna kadar sadece Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî olarak bilinip anılan bu büyük sahâbe, o andan sonra «Mihmandâr-ı Rasûl» künyesi ile anılmaya başladı, o da, bunu çok seviyordu.12

 

Peygamberler Sultanı, bu aileyi sıradanlıktan çıkarıp, erişilmez bir konuma yükseltmişti. Nimetler nimetinin kıymetini bilen bu kutlu aile; bu eşsiz nimetle, eşsiz lütuflara erdi. İkram ve ihsan, aynı zamanda ciddî bir mükellefiyetle beraber, yine büyük bir sorumluluğu da beraberinde getirmişti. Sorumluluk, en üst şuurun, kişi veya kişiler üzerine yansımasıydı. Bu büyük nimetin kıymetini en iyi şekilde bilen bu kutlu aile, sorumluğunun da şuurundaydı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- gönül ve yol arkadaşı Hazret-i Ebûbekir ile eve girerken, etrafını saran sahâbîlerin her biri, O’nunla birazcık daha beraber olmak için, her fırsatı çok iyi değerlendiriyorlardı. O’nunla beraber gelenlerin yanında, boşluk buldukça içeri doluştular. Öyle ki; evde değil oturacak, ayakta duracak yer bile kalmamıştı. Her biri Allâh’ın Rasûlü’nü daha yakından görmek ve O’na daha yakın olmak, aynı zamanda O’nunla mümkün olduğunca daha çok beraber olmak için, bütün fırsatları değerlendirme çabasındaydı.

 

Bir taraftan hoşbeş ederken, diğer taraftan da ikramlar başlamıştı. Hem ev halkı ve hem de çevreden gelenler, ikrâm üstüne ikrâm etme yarışına girmişlerdi. Hiçbirini kırmak istemeyen Gönüller Sultanı, ikrâm edilen şeylerden duruma göre ya bir yudum ya küçük bir lokma alarak, gerisini içerdekilere ikrâm etmelerini söylüyordu. Bu böyle sürüp gidiyordu.

 

Eyyûb Sultan’ın evine gelenler, sadece ziyaret için veya sadece Rasûlullah -aleyhisselâm-’a ikrâm için gelmiyorlardı. Misafirlerin en kıymetlisini ağırlayan bu aileye yardıma da geliyorlardı. Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorarak, gerekli desteği sağlama gayreti içindeydiler. Her biri hem bir komşu olarak ve hem de müslüman kardeş olarak, ne yapmaları gerekiyorsa onu yapıyorlardı. Üstelik ev sahibinin herhangi bir şey demesine veya herhangi bir şey istemesine gerek bırakmadan. Komşuluk ve kardeşlik buydu işte…13

 

İlk karşılama ve ağırlamanın ardından, Rasûlullâh’ın biraz dinlenmesi için, gelenler müsaade isteyip çıktılar. Misafirlerin en şereflisini ağırlayarak sultanlığa yükselen bu kutlu aile, Peygamberler Sultanı ile baş başa kalıyorlardı nihayet.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

_________________________________

 

ابو ايوب الأنصاري Hazret-i Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd bin Kuleyb el-Ensârî (49/669). Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı Medine’ye hicreti sırasında evinde misafir etmekle şereflenen ve (özellikle) Türkiye’de «Eyyûb Sultan» unvânıyla anılan meşhur bir sahâbedir. Eyyûb Sultan hakkında ayrıntılı mâlûmat için bakınız lütfen: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 144, 177, c. 2, s. 100, 140-141, 144-145, 152, 167, 175, 359, c. 3, s. 315-316, 354-355; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 110, 116, c. 3, s. 484-485; İbn-i Kuteybe, el-Maârif, s. 119; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 19-20, 159; İbn-i Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, c. 4, s. 367-368; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 403-404; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 94-96; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 402-413; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 198, 214; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 234-235; Kâmil MİRAS ve Bâbanzâde Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, c. 1, s. 135-138; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 181, 193; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 57-65.

 

Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 334; Kastallânî, Mevâhibu’l-Ledünniyye, c. 1, s. 88; İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, c. 2, s. 60-62.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı evlerinde ağırlamak için çırpınan bu insanlar, kur’aya bile başvurmak istediler. Biz bu ayrıntılara pek girmedik.

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 237; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 266-267.

 

Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 2, s. 262.

 

Kastallânî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 90; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 341.

 

Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 331.

 

İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, c. 2, s. 61.

 

Hazret-i Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensârî’nin bu meşhur evi hakkında kısa bir mâlûmat verelim. Bu ev, sonradan âzadlı kölesi Eflâh’a geçti. Duvarlarında gedikler açılmaya başladığı, yıkılmaya yüz tuttuğu zaman; Muğîre bin Abdurrahman bin Hâris bin Hişâm onu Eflâh’ın oğlundan bin (altın) dinara satın alarak, tamir ettirip vakfetti. Zamanla yine harap olan ve arsa hâline gelen bu mübârek ev, tekrar satılınca, Melik Muzaffer Şihâbüddîn Gazi bin Melik Âdil Seyfüddîn Ebî Bekr bin Eyyûb bin Sâdî onu satın alıp, üzerine dört mezhep talebesinin okuyacağı, mükemmel bir medrese yaptırdı. Bu medrese için, kendi memleketinde, Dımaşk’ta, Medine’de ve sâir yerlerde zengin vakıflar tesis etti. Medresenin içinde, pek çok önemli kitaplar bulunan bir kütüphânesi de vardı. Sonraları, bakımsızlık yüzünden harap olup, küçük bir zâviye hâline gelen ve hicretin 1259. yılında Sultan Abdülmecîd tarafından yıktırılarak, mükemmel bir sûrette yeniden yaptırılan bu zâviye, «Zâviye-i Cüneydiyye» adıyla anılır ve ziyaret edilirdi. Daha geniş mâlûmat için bakınız lütfen: Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 279-280; Bedruddîn Aynî, Umdetu’l-Kārî, c.4, s. 177; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 265; Eyyûb Sabri Paşa, Mir‘âtü’l-Haremeyn, c. 1, s. 366-368; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 45-48.

 

10 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 237; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 266-267.

 

11 أسعد بن زرارة Hazret-i Ebû Ümâre Es‘ad bin Zürâre bin Udes el-Ensârî (1/623). Hazrec kabîlesinin Neccâroğulları boyundandır. Kardeşi olan Sa‘d bin Zürâre de sahâbîdir. Zekvân bin Abdukays ile birlikte, Mekke’ye gittiklerinde Rasûlullah -aleyhisselâm- ile tanıştılar. Rasûl-i Ekrem’in onlara İslâmiyet hakkında bilgi vermesi ve Kur’ân okuması üzerine, Hazret-i Es‘ad ve Zekvân müslüman oldular ve Medine’ye döndüler. Hicretten üç yıl önce meydana gelen bu olaydan sonra, bu iki sahâbî Medineli müslümanlara İslâmiyet’i anlatmaya başladılar. Birinci ve İkinci Akabe bey‘atlarında bulunan Hazret-i Es‘ad, İkinci Akabe Bey‘atı’nda grubun en genci olarak ilk bey‘at eden sahâbî oldu. Rasûlullah -aleyhisselâm-, onu Neccâroğulları’nın temsilcisi (Nakîb) olarak seçtiği gibi, diğer on bir temsilciye de reis tayin etti. Daha ayrıntılı mâlûmat için bakınız lütfen: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 86, 88-89, 100, 121-122, 138, 153-154; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 608-612; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 82-84; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 86-87; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c.1, s. 299-304; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 34-35.

 

12 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 331; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, 527; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 338.

 

13 Âdem SARAÇ, Bir Okul ve Bir Ekol Hazret-i Mus‘ab, s. 21’den özetle.