ÖNCEKİLERİN NAMAZI ve RASÛL-İ EKREM’İN KILDIĞI NAMAZ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Sual: Namaz ibâdeti, Peygamberimiz ile mi başlamıştır? Yoksa câhiliyye devrinde de var mıydı? Yahudi ve hıristiyanların namazı bizim namazımız gibi miydi?

 

Cevap: Önce temel prensiplerle cevaplamaya başlayalım:

 

Allah katında tek bir din vardır. O da İslâm’dır. 

 

Biz biliyoruz ki Allâh’ın Âdem -aleyhisselâm- ile gönderdiği din, İslâm’dır. Bütün peygamberler birbirlerini tasdik edici olarak gelirler. Bütün peygamberler birbirlerinin kardeşidirler. Dolayısıyla Allah, tek din göndermiştir; o da İslâm’dır. 

 

Âdem -aleyhisselâm- zamanında Hazret-i Âdem, bu dîni temsil ediyordu. 

 

Hazret-i Musa zamanında Musa -aleyhisselâm-, bu dîni temsil ediyordu. 

 

İsa -aleyhisselâm- zamanında da İsa -aleyhisselâm-, bu dîni temsil ediyordu. 

 

Efendimiz -aleyhisselâm- da son peygamber olarak bu dînin son temsilcisidir. 

 

Ve artık Cenâb-ı Allah;

 

“Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (el-Mâide, 3) âyet-i kerîmesiyle de dînin adının İslâm olduğunu ifade ediyor. 

 

Ancak geçmiş peygamberlerin ardından; o dinlerin akîde ve ibâdetleri bozulmuş, ilâhî kitapları lâfzen ve mânen tahrif edilmiştir. Dolayısıyla bu dinlerin günümüze ulaşan muharref hâllerinin, aslî / orijinal hâlleriyle hemen hiçbir alâkası kalmamıştır. Namazdan geriye âyin, oruçtan geriye perhiz kalmıştır.

 

Allah katında tek din olan İslâm’da inanç esasları; Âdem -aleyhisselâm-’dan beri aynı şekilde, değişmeden devam etmektedir. 

 

Temel ibâdetler de hemen bütün şerîatlarda mevcuttur. 

 

Hac, Âdem -aleyhisselâm-’dan beri vardır. Nitekim âyet-i kerîmede buyuruluyor:

 

“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibâdet evi; Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidâyet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmrân, 96)

 

Mekke’de Âdem -aleyhisselâm- zamanında inşâ edilen ev, o zaman da tavaf ediliyordu. Daha sonra insanlığın yoldan çıkmasıyla beraber unutuldu. Rivâyetlere göre tûfandan sonra kumlar altında kaldı, binası yıkıldı. İbrahim -aleyhisselâm-; Cenâb-ı Hakk’ın emriyle, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın rehberliğiyle, Kâbe-i Muazzama’yı bulup, eski, yer altındaki temelleri üzerine tekrar inşâ etti. 

 

Yine biliyoruz ki;

 

Kurban ibâdeti de Hazret-i Âdem’den beri var. Hâbil ve Kābil kıssası, bir kurban hâdisesiyle başlıyor. Hâbil’in kurbanı kabul olundu, Kābil’inki kabul olunmadı. Çünkü Kābil özenmedi, kötü olanını takdim etti. Hâbil ise en güzel olanını sundu. (Bkz. el-Mâide, 27)

 

Yine biliyoruz ki;

 

Oruç da önceki şerîatlarda vardı. Âyet-i kerîme açıkça ifade ediyor:

 

“Ey îmân edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi / farz kılındığı gibi, sakınasınız diye sizin üzerinize de oruç yazıldı / farz kılındı.” (el-Bakara, 183)

 

Yine biliyoruz ki;

 

Zekât da önceki ümmetlerde vardı. 

 

Hazret-i İsa’nın, beşikte konuştuğu ifadelerden biri şudur:

 

“Rabbim, yaşadığım müddetçe bana namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.” (Meryem, 31)

 

Yine biliyoruz ki; 

 

•Namaz da önceki peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği ibâdetler arasında en başta geliyordu. Beyyine Sûresi’nde ehl-i kitâbın namaz ve zekâtla emrolundukları bildirilir. Çeşitli âyetlerde önceki peygamberlerin ve ümmetlerinin namaz kıldıkları, secdeye kapandıkları, rükû ettikleri ve kıyamda durdukları bildirilir. 

 

Evet, özü itibarıyla temel ibâdetler Hazret-i Âdem’den bu yana aynıdır. Fakat muhtevâda farklılıklar olabilmektedir. 

 

Meselâ orucun farziyetinin teferruatı üzerinde değişiklikler var. Meselâ İslâm’ın ilk döneminde de oruçlu olan bir kimse iftarını yaptıktan sonra uyursa, artık ertesi günün orucu başlamış olurdu. Sonra kolaylaştıran âyet geldi. 

 

Önceki ümmetlerde oruç vardı fakat Ramazan ayında mı tutuluyordu? Hayır, farklı günlerde tutuluyordu. Yine Meryem -aleyhesselâm-’ın orucundan biliyoruz ki, bu oruçta konuşmak da yasaktı. 

 

Namaz da böyledir. Tâ meleklerin Hazret-i Âdem’e «kabullenme secdesi» diye tarif edilen bir secdeleri olduğunu biliyoruz. 

 

Namaz geçmiş ümmetlerde de vardı ama kıyamda ne okunuyordu? Rükû kaç defa idi? Secde nasıldı? Ayrıntılı bilgimiz yok. Hattâ bazı işaretlerle yahudilerin secdede çenelerini yere koyduklarını biliyoruz. Bizim secdemizdeki gibi alın değil, yüzün yan tarafı yere konuyordu.

 

Câhiliyye devrindeki insanların da geçmişi, Hazret-i İbrahim ve İsmail -aleyhimesselâm-’ın vaz ettiği Hanîflik dînine dayandığına göre, orada da hac ve kurban gibi namazın da muharref de olsa bir kalıntısı mevcuttu diyebiliriz. 

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e namaz vahiy yoluyla bildirildi. 

 

Efendimiz -aleyhisselâm- ve mü’minler, Mekke döneminde sabah-akşam namaz kılıyorlardı. Beş vakit namaz mîrac hâdisesinde farz kılındı. 

 

Hattâ beş vakit namazı gündüz vakitlerinde Kâbe’de kılarken, müşrikler onları rahatsız ettiği için sırrî / kısık sesli kıraatte bulundular. Çünkü müşriklerin derdi Kur’ân idi. Secde, rükû vb. rükünlere alışkındılar. Onlar rükû ve secde edenleri garipsemiyorlardı. 

 

Dolayısıyla Kur’ân müslümanların namazının alâmet-i fârikası olmuş oluyor. Öyleyse müslümanların namazı ile öncekilerin namazı arasındaki en bâriz fark budur. 

 

Efendimiz ile gelen ibâdetin ayrıcalıklarından bir tanesi, yeryüzünün tamamının mescid hâline gelmesidir. Yani eskiden sadece ibâdethânede; hıristiyan sadece kilisede, musevî sadece havrada ibâdet edebilirken müslümanlar için yeryüzünün tamamı mescid hâline geldi. (Bkz. Nesâî, Mesâcid, 42)

 

Ezan da ümmet-i Muhammed’e mahsus bir namaz şiârıdır. 

 

Yine biliyoruz ki başlangıçta müslümanlar da hıristiyanlar da yahudiler de Beyt-i Makdis’e dönüyorlardı. Efendimiz -aleyhisselâm-; Rükn-i Yemânî ile Hacerü’l-Esved arasında namaz kılıyordu, oradan kılındığı zaman hem Kâbe’ye hem de Kudüs’e dönülmüş olmaktadır. Daha sonra kıble, âyet-i kerîmelerle, Kâbe’ye tahvil edilmiştir. (Bkz. el-Bakara, 144, 149, 150)

 

Dolayısıyla namaz, Efendimiz ile başlayan bir ibâdet değildir. Her peygamberin zamanında Cenâb-ı Hakk’ın emriyle şekillendirilmiştir. Son şeklini Fahr-i Âlem Efendimiz -aleyhisselâm- ile almıştır. O’na da vahiy yoluyla Cenâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir.

 

Zaten Efendimiz de;

 

“Namazı benden gördüğünüz gibi (benim kıldığım gibi) kılın.” buyurmuştur. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)

 

Tahiyyat, salli-bârik ve Rabbenâ duâları, kıyam, rükû ve secdede okunan tesbîhat bunlar bir bir âyet-i kerîmelerle, hadîs-i şeriflerle ve siyer-i Nebî’deki hâdiselerle örülüdür. Yine namazların vakitleri, namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler, hangi namazın kaç rekât olduğu gibi birçok tafsilât, doğrudan Rasûlullah Efendimiz tarafından tayin ve tebliğ olunmuştur. Hadis külliyâtının en geniş «Kitâb»larından biri «Salât»tır.

 

Sünnetin dindeki yerini ve ehemmiyetini ifade etmek üzere, müslümanlar «Kur’ân yeter!» iddiasında bulunanlara bazı ilzâm edici sualler sorarlar. Bunu ilk defa soran da sahâbeden İmran bin Husayn -radıyallâhu anh-’tır. 

 

Kendisine bir adam; 

 

“–Bize Kur’ân oku! Hadisleri değil!” deyince, sahâbî, ona birçok sual arasında şunu da sordu:

 

“–Allâh’ın kitâbında öğle namazının dört rekât olduğu geçiyor mu?” 

 

Adam da hiçbir cevap veremedi ve sünnetin mahiyet ve kıymetini anladı. (Ebû Dâvûd, Zekât, 2/1561; İbn-i Ebî Âsım, es-Sünne, II, 386; Taberânî, Kebîr, XVIII, 219)

 

Bugün sünneti dışlamaya ve onun edille-i şer‘iyyedeki mühim mevkiini reddetmeye çalışanlar; 

 

“–Namaz zaten o toplumda biliniyordu, hadisten öğrenilmedi. Onu Peygamber öğretmedi.” gibi lâkırdılarla bu suallerden kurtulmaya çalışıyorlar. 

 

Namazın kadîm bir şekilde bilinmesi ile, bugün teferruâtıyla bildiğimiz ve kıldığımız namazın eskiden var olduğunu iddia etmek aynı şey değildir. 

 

Maalesef bu ehl-i bid‘at ve dalâlet şahıslar; hadisleri dışlayalım derken, çok tehlikeli bir şekilde oryantalistler ile ağız birliğine düşmüş oluyorlar. 

 

Çünkü Rasûlullah Efendimiz’in risâletini inkâr eden müsteşrikler, bilhassa bunların yahudi ve hıristiyan olanları; Peygamberimiz’in, getirdiği her şeyi, kendi dinlerinden aldığını iddia ederler. 

 

Modernistler, görüşlerine delil olarak günümüz yahudilerinden bir grubun ibâdetlerinin görüntülerini gösteriyorlar. Hâlbuki bu grubun ve bütün yahudilerin; bilâkis, müslümanlardan tesir aldıkları ortaya konulmuştur. 

 

Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN Hocamız bu hususu ele alarak şöyle yazmıştı:

 

“Bu konu müslüman olmayan araştırmacıları da meşgul etmiş olmalıdır ki, Naphtali Wieder, «Islamic Influences on the Jewish Worship» isimli bir kitap yazmış, Oxford’da, East and West library’de 1947 yılında yayımlanan bu kitapta, ibâdetler dâhil birçok konuda Yahudiliğin İslâm’a değil, İslâm’ın Yahudiliğe tesirini, yahudi kaynaklarına da başvurarak ortaya koymuş. Mahmud Akkad bu kitabı, «Mâ Yukālu ani’l-İslâm» isimli kitabında özetlemiş (s. 144-159)* 

 

Hâsılı;

 

Geçmiş şerîatlarda namaz vardır. Onun muhtevâsı kendi orijinalliği içinde Cenâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir. Bu dinler tahrif edildiği için bu namaz günümüze tam mânâsıyla ulaşmamıştır. 

 

İslâm’daki namaz, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e vahyolunan tâlimatlarla Cenâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir. 

 

Ne mutlu hakkıyla edâ edebilene!..   

 

________________________________

 

* https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/namazi-yahudilerden-mi-ogrendik-2044256 

 

04.02.2018.

 

Bahsi geçen eseri hulâsa ettiği diğer yazı: 

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/yahudiler-islmdan-neler-ogrendiler-2044315 

 

08.02.2018.