EN GÜZEL HAZIRLIK

Mehmet MENCET 

 

Büyüklerimizin; «İnsan, hizmetle dinlenir.» tavsiyesi üzerine. Bu sene değişik bir hizmet yapalım, diye düşünürken Mevlâ’m yolu gösterdi. 

 

Antalya’nın kışı fazla soğuk olmasa bile, nem çok olduğundan insanı etkiliyor. Kenar mahallede kuvözden yeni çıkmış bir ailenin çocuğu için soba ihtiyacı olduğu haberi ulaştı. Bunun üzerine yol arkadaşım Halis Beyle işe koyulduk. Soba bir, iki tane derken 20’yi geçti.

 

Şems-i Tebrizî’nin Mevlânâ Hazretleri’ne öğrettiği gibi; 

 

“Eğer bir üşüyen varsa, sen ısınma hakkına sahip değilsin.”

 

Birkaç hafta evvel Antalya’nın kenar mahallelerinde; gerek Türkiye’nin uzak yerlerinden gelen vatandaşlarımızın gerek Suriyeli kardeşlerimizin bulunduğu her türlü yoksulluğun yaşandığı bir çevre… Her evde belki birkaç aile, çok sayıda ve her yaştan çocuk… 

 

Eskiden zengin ve fakir aynı mahallede yaşar, gelip geçerken herkesin birbirinden haberi olur, yardımlaşılır, paylaşılırdı. Şimdi apartmanlar dikildi, ihtiyaç sahipleri tecrit edilmiş gibi şehirden ve insanlardan uzaklaştırıldı; «Ne hâliniz varsa görün!» der gibi. Kimsenin umurunda değil. 

 

Arabaya gücümüz yettiği kadar, yiyecek paketi yükledik ve kıyafet toparladık. Evler de korunaklı olmadığından soğuk. Soba ihtiyacı çok. Çocuklar arabanın etrafını sarıyor; Bizim de sobamız yok!» diyorlar. Çoğunun ayağında yırtık ayakkabılar; bazılarının ayağı bile çıplak, koşup geliyorlar. 

 

Bazen rast geliyorum, çöpün yanında. Çocuklar çabuk büyüyor, kıyafet ve ayakkabı koyuyorlar. Oysa ona ihtiyacı olan o kadar çok çocuk var ki. Her gittiğimizde; «Bize de getir!» diyorlar. Sobaları teslim ettik.

 

Neyse, sobaları teslim edip dönerken acıktık; 

 

“Mütevâzi bir yerde pide yiyelim.” dedik ve bir lokantaya girdik.

 

Ben yol cephesine oturdum. Sâmi Efendi Hazretleri; «Açıkta olan yiyeceklerde başkalarının bakışından zehirlenirsiniz.» buyururlardı. 

 

Dışarıya bakarken; bir efendi, yüzünden muzdarip, çile dolu olduğu belli olan birisi geldi, pideciden pide istedi. Pideci herhâlde tanıyordu, caddenin karşısını gösterdi. Ya her zaman istiyor ya da orada ne var bilemedim. Hemen müdahale ettim; 

 

“–Karşı masaya otur.” dedim. 

 

“–İstediğini getir.” dedim. Yan masada oturan orta yaşlı bir bey;

 

“–Benden de bir tatlı getirin.” dedi ve yanıma gelerek;

 

“–Benim de böyle bir hâtıram var diyerek anlatmaya başladı: 

 

“Öğrenci iken İstiklâl Caddesi’nde bayılıp düştüm. Hastahâneye getirmişler…

 

«–Şu şu tetkikleri yapalım. Şöyle şöyle hastalığın var mı?» gibi sorular sordular.

 

«–Hayır, hiç bir şeyim yok. Sadece açım, iki gündür bir şey yiyemedim.» dedim. Şimdi Akdeniz Üniversitesinde vazifeliyim…”

 

Etrafımızda bu tip insanlar çok, elimizden geldiğince ilgi ve sevgi bekliyorlar. Bize verilen nimetlere de şükür gerekmez mi? Herkesin hayatında, çevresinde karşılaştığı hâdiseler çok. Onlara karşı duyarlı olmak insanlık vazifemiz. 

 

Elimizden ne geliyorsa yapabilmek, bir rahat nefes aldırabilmek… Böylece gönüller kazanıp yüce Allâh’ın engin merhametine kavuşuruz inşâallah.

 

Ramazân’a yaklaştığımız şu mübârek iklimde, en güzel hazırlık kardeşinin derdiyle dertlenmek değil midir?