YENİ SENEDE, YENİ FİKİRLER, YENİ HAMLELER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Efendim, yine bir sene geride kaldı. İnsan düşünmeli, bu seneyi nasıl geçirdik? Yeni seneye, hangi fikir ve düşüncelerle başlıyoruz? Neler hedefliyoruz? Yoksa aynı monotonlukta; «Nasıl geçecek, daha kötü olmasın da, geçen seneki gibi olsa, o da yeter!» mi diyoruz? Bu iyi bir bakış değil tabiî! İnsan fıtratı, zaman akışını bu gözle değerlendirebilecek yapıdadır. 

 

Gerçekten oturup düşünmeli insan, geçtiğimiz sene kendisini mânâ cihetiyle ihyâ etmek adına neler yaptı? Zira âhiret diye bir gerçek duruyor önümüzde. Hangi dostluklara ehemmiyet verdi, kimlerle dostluk kurdu? Güzel insanların dostluk boyasına boyandı mı? Geçen sene dost ve arkadaşlarından ebediyet âlemine göçen oldu mu? Yaşamanın âhireti kazanma adına, kendisi için büyük bir fırsat olduğunu düşündü mü? Yaşanan hayatın mânâsı ne? Acaba o mânâya uygun mu yaşıyoruz? Çevremiz nasıl? Hakk’ı ve hakikati bilenlerle mi beraberiz yoksa tek hedefi dünya olanlarla mı birlikteyiz? Sorumluluğun gerekleri, huzurun kaynakları neler? Zamanı, yaşantıyı, ömrü değerli kılan şeylere; ne kadar yöneliyoruz?.. 

 

Bu soruları, yeni senede yeni bir zihin yapısıyla tekraren düşünmeli, zihinde ölçüp-biçmeli, tartmalı ve ona göre; «insan, yeni bir sene programı çizmeli» kendine. Yeni senede, ebedî saâdeti kazanmak için yeni fikirler üretmeli, yeni hamleler yapmalı. 

 

Yeni senede her yeni gün, hayatımıza yeni mânâ arayışları getirmeli. Zira mânâdan uzak insan; madde denizinde, perişanlığa doğru sürüklenir, gider. Bugüne kadar madde ve mânâ arasında bocalayan insan, pek çok kimlik ve şahsiyet savruluşları yaşadı, artık yaşamamalı. Mü’min kimliğimize, bizi biz yapan değerlerimize, kültürel ve dînî aidiyetlerimize tutunarak, insan olarak artık istikamet üzere, müstakîm yollarda yürümeli. 

 

Ama önce hedefi olmalı insanın; hedefsiz-gayesiz şaşkınca değil, güvenle, itimatla, sâlimce yürümeli. Hâlbuki yoldaki işaretler belli, ölçü belli, hedef bellidir. Bu yeni senede insan, güçlü bir şahsiyet, sağlam bir kimlik, samimî bir aidiyet ortaya koymalı. Bu da yetmez! Yeni bir ruh dirilişi, coşkun akan bir îman, sarsılmaz bir mânâ dengesi olmalı insanın. Yeni seneye yeni vizyonla çıkmalı, zira zaman hiçbir şekilde geri kalmıyor, hep ilerliyor.

 

Kimsenin bizi bozmasına, içten yıkmasına, maddeyle beynimizi uyuşturmasına müsaade etmemeli. Bütün «izm»lerin üzerine zihnen çizik atmalı, kendi fikir ve değerlerimize itibar etmeli. 

 

Bugüne kadar ruh dünyamızda yapılan tahribatlarla, bilhassa gençlerimizi, ahlâksızlık ve sefâhate sürükleyerek, insanımızı köleleştirdiler. Aramızdaki sevgiyi, saygıyı, merhameti, paylaşmayı, dayanışmayı yok etmeye çalıştılar. Hak ve adâlet ölçülerini, nâmus ve iffet mefhumlarımızı ayağa düşürdüler, ahlâkî kıstaslarımızla oynadılar. Devamlı batıyı taklit ederek, edep ve hayâ muvâzenemizi yıktılar, en olmayacak şeyler, rahatlıkla sokaklarda işlenir hâle geldi. Çoğunluk, bu rezilce hâle aldırmadı. Her biri bir öncekini aratır oranda işlenen zulümler ile insanların tüm hassâsiyetleriyle oynandı, maalesef insanlar, en ağır durumlarda dahî duygulanmaz hâle geldi. Bu çok boyutlu tahribatlar, insanı zulümde sınır tanımaz duruma getirdi. Yazık oldu! İnsan en büyük zulmü, aslında kendine yaptı. 

 

Hak Teâlâ’nın koyduğu sınırları aşmak, kişilerin kendilerine yaptıkları zulümdür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“… Bunlar Allâh’ın sınırlarıdır. Kim Allâh’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin; olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.” (et-Talâk, 1) buyurulur. 

 

İslâm literatüründe; insanın yaratılış hukuku dışında iş yapması zulümken, insanın bedenî yapısına yönelik bir zorlamada bulunması (bugün yapılan dövmeler, cinsiyet değiştirme ve insanın fiziğini beğenmeme adına icrâ edilen her türlü operasyonlar) zulümdür. İnsanın haddini aşması zulümdür, günah işlemesi zulümdür, Cenâb-ı Hak dışında başka varlığa tapması zulümdür. Başkalarının haklarına tecavüz zulümdür. Bunun gibi pek çok zulüm çeşitleri vardır. Bugün bunlar fazlasıyla, türlü çeşitleriyle işleniyor. O sebeple de, insanların iki yakası bir araya gelmiyor. 

 

Peygamberler, zulme karşı kavimlerini hep uyarmışlardır. Hazret-i Nuh, kavmini îkaz etmişti:

 

“Andolsun ki Nûh’u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: 

 

«–Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azâbından korkuyorum.»” (el-A‘râf, 59) 

 

Başka bir âyet-i kerîmede Âd ve Semûd kavmi üzerinden îkazlar var: 

 

“Îmân etmiş olan dedi ki: 

 

«–Ey kavmim! Doğrusu ben üzerinize, önceki toplulukların (Nuh, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelen toplulukların) günü gibi bir günün gelmesinden korkuyorum.»” (el-Mü’min, 30) 

 

Bu sefer Hûd, Sâlih, Lût ve Nuh peygamberlerin kavimlerine îkazlar var: 

 

“Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız; Nuh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musîbet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.” (Hûd, 89) 

 

Âyetlerde belirtildiği üzere; Hazret-i NuhHazret-i LûtHazret-i Hûd ve Hazret-i Sâlih -aleyhimüsselâm- gibi peygamberlerin yanı sıra; Hazret-i Şuayb, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve son peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhimüsselâm- da, insanları zulme karşı devamlı îkaz etmişlerdir. 

 

İnsan beşerdir, şaşabilir; ama dönüp pişman olarak, Rabbine yalvarır yakarır ise bu onun için, güzel bir davranış olur. Şurası muhakkak ki, insanı zulümden ancak «tövbe» ve «istiğfar» kurtarır. Bu hususta şerefli Kur’ân-ı Azîmüşşân’da buyuruluyor ki: 

 

“(Âdem ile Havvâ) dediler ki: 

 

«–Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.»” (el-A‘râf, 23) 

 

Musa -aleyhisselâm-’ın dilinden: 

 

“Musa; 

 

«–Rabbim! Doğrusu ben kendime zulmettim. Beni bağışla!» dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O’dur.” (el-Kasas, 16) Bilelim ki, Cenâb-ı Hak tövbeleri kabul eden ve çokça bağışlayandır.

 

İnsanların en seçkinleri ve mümtaz şahsiyetler olan peygamberler dahî yanlış yaptıklarında; kendilerince zulüm irtikâp ettiklerinde, nasıl da dönüp, pişman olarak tövbe ediyorlar. İnsanoğlu da, aynen peygamberler misali; yanlışlarına, kötülüklerine, zulümlerine pişman olmuş bir gönülle, hâlisâne bir yürekle tövbe etmeli, kendini yaratılmışların en şereflisi olarak yaratan Rabbinden, af ve mağfiret dilemelidir. Ancak tövbeye yanaşmayanlar için;

 

“…Kim tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (el-Hucurât, 11) hükmü de vardır. Aynı zamanda; 

 

“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi hâlde size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” (Hûd, 113) şeklinde açık bir îkaz âyeti de vardır. 

 

Zâlimler hakkındaki acı hakikat; 

 

“Zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.” (el-Hacc, 71) 

 

Ve net hüküm: 

 

“…Kim Allâh’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (el-Mâide, 45) 

 

Ve elbette Rabbimiz; 

 

“O (Allah), dilediğini rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince; Allah, onlar için elemli/acıklı bir azap hazırlamıştır.” (el-İnsân, 30-31) buyuruyor. 

 

Dolayısıyla azâba müstehak olmak istemiyorsak;

 

Allah Teâlâ; insanlara hiç bedelsiz sayısız nimetler bahşetmiştir, bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Bize bir iyilikte bulunan insana nasıl teşekkür ediyorsak; sonsuz lütufları önümüze meccânen seren yüce Rabbe, şükran borçlu değil miyiz? O ki; bize iki dünyayı kazanma yollarını gösteren Kitâb-ı
Kerîm’ini, insanları Hakk’a ve hakikate davet eden en kâmil insanlar olan peygamberlerini gönderdi. İlmi, hikmeti, bilgiyi bize öğretti. Bilhassa hidâyet nimetini bize ikrâm eden, yüceler yücesi Rabbimiz’e çok şükretmeli; verdiklerini akletmeli, fikretmeli; yalnızca O’ndan ve O’nun emirlerini yerine getirememekten korkmalıdır. 

 

Zira; 

 

“Allâh’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidâyeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitâb’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” (el-Bakara, 231) hatırlatması var. 

 

Dolayısıyla âhireti kazanmak adına önümüze sunulan bu yeni senede biz de deriz ki; şimdiye kadar hem kendimize hem Cenâb-ı Hakk’a karşı pek çok hadsizlikler işledik. Artık bu sene daha iyi bir müslüman olmaya karar verelim. Hayatımızı yeni fikirlerle, yeni hamlelerle, yeniden daha hâlisâne tanzim etmeye ne dersiniz? 

 

O hâlde müslümanlar olarak; bu yeni senede, kendimize yaraşır hayat tarzları benimseyelim. Bize dayatılanlara râm olmayalım, önümüze konanlara hemen ucuzca teslim olmayalım. Kafamızı, kalbimizi, rûhumuzu abluka altına almak isteyen elektronik kıskaca; kendimizi, ailemizi, neslimizi kurban etmeyelim. Bugüne kadar yeteri kadar îman, ahlâk, ruh ve beden buhranı geçirdik. Yeter artık! Uyanalım, davranalım, kendimizi, yakın-uzak çevremizi bu medeniyet-çağdaşlık-modernlik denen dışı süslü, içi isli-paslı aldanışa sürüklemeyelim. Yaşanan realiteden uzak sanal dünyanın; beynimize, yüreğimize, rûhumuza görünmez ağlar örmesine müsaade etmeyelim. Bizden olmayanlara benzemeye çalışmayalım ki, neticede kimlik problemi yaşamayalım. Meâlen; «Kim kime benzerse ondandır.» der, kutlu Rasûl. Kültürde, değerlerde, inançta kendimiz olalım. Kimliksiz olmak milletlerin yok oluşunu hazırlar. 

 

Bu yeni senede, müslüman kimliğimize yaraşır hâl ve davranışlarda bulunalım vesselâm.