GIYBETİN MANZARASI

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

Bir ilkokulun önünden geçiyorum. Okulun son zili çalmış, sokak öğrencilerle dolmuş. Gruplar hâlinde yürüyen çocuklar, oldukça yüksek sesle kendi aralarında konuşuyorlar. Konuşmaları hiç de çocuksu değil. Bildiğiniz gıybet ediyorlar. Hararetli bir şekilde, çokbilmiş edâlarla… Aynen yetişkinler gibi… 

 

Modern zamanların bir özelliği de bu; insanları yaşlarına göre gruplara ayırıyor. Sadece akranlar değil tabiî, meslek kolları, cemiyet tabakaları ve çeşitli özelliklerdeki kesimler birbirleriyle gruplaşıyor. Her grup diğer grubun gıybetini yapıyor.

 

Eski zamanlarda insanlar; aile, akraba, konu komşu, hemşehri, cemaat ve cemiyet bağlarıyla gruplar oluştururdu. Farklı yaşlardan, farklı özelliklerdeki kişiler bir arada yaşar, çalışır, tâlim terbiye görür/verirdi. 

 

Çocuk eğitiminde önemli bir hakikattir bu, çocuk sizde gördüğünü size bir şekilde yansıtır. Bu yeni keşfedilmiş bir şey değil aslında. Arap atasözünde;

 

“Çocuk, anne ve babasının sırrıdır.” denilir. Anne-baba dışarıya karşı kendisini; iyi, fazîletli, mükemmel gösterebilir. Ama çocuk onun evdeki hâlinden akis alır, dışarıya aksettirir. 

 

Çocuklarımız kendi akranlarıyla gruplaşıp diğer grupların gıybetini yapma konusunda da bizleri örnek alıyor, buna dikkat edelim. Bizim ev hâlimiz nasıl, başkalarının görmediği zamanlardaki gerçek yüzümüz nedir, bunu görüyor. Bizdeki ihlâs ve samimiyet eksikliğini seziyor; güveni sarsılıyor, saygısı azalıyor. Anne-babası hakkında konuşan bir akranını gördüğü zaman, o da kendi anne-babasında gördüğü bir hâli konuşmaya başlıyor. 

 

“–O, önce kendine baksın!” diyorlar, meselâ. 

 

“–Bana baskı yapıyor ama kendisi de şöyle şöyle yapıyor…” 

 

İnsanların grup oluşturmaktaki gizli maksadı, birlikten kuvvet almaktır. Ya mânevî bir gaye ile bir araya gelinir ve ruhlar birbiriyle yardımlaşır yahut da nefsânî bir şekilde bir araya gelinir ve nefsin gizli arzuları grubun ortak kimliğinde daha kolay ifade edilir. 

 

Son zamanlarda müslüman ailelerin çocuklarıyla imtihanları, medyanın gündemini dahî işgal ediyor. Zaten zamanın rûhu, nefsâniyeti kışkırtma eğiliminde. Hattâ güya pozitif bilim olarak lânse edilen psikoloji ilmi bile, ideolojik olarak kullanılabiliyor. Geçen gün kendisi de psikolog ve bilişsel terapi uzmanı olan (Diyanet TV’de program sunucusu Tuba KILIÇ) bir hanımefendi de dile getirdi: 

 

“Bazı psikologlar; gençleri ailelerine karşı kışkırtmak için, psikolojiyi kullanıyorlar.”

 

Çocuk ile imtihan herkesin başına gelebilir. Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- bile evlâdıyla imtihan geçirdi. Bilhassa zamanımızda dert çok büyük, ailelerin kendi gayretleriyle baş etmeleri çok zor. Bu gibi şeyler için, aileleri zan altında bırakmamak gerekir. Hiçbir hata olmasa bile imtihanlar yaşanabilir. Öte yandan hatasız kul olmaz. Ama bize düşen; bu durumları da göz önüne alarak, daha hassas hareket etmek. 

 

Bu fitneli zamanda, dînimizi kendi anlayışımıza göre yaşamak yetmiyor, «ihsan» kıvâmında yaşamamız gerekiyor. Çocuklarımızın saygısını kaybetmemek için, ufak tefek demeyip bütün hatalardan sakınmamız gerekiyor. Meselâ, gıybetten sakınmaya âzamî dikkat etmekle işe başlayabiliriz. 

 

Gıybetin o kadar çok zararı var ki. Geçen gün gemiyle karşıya geçiyordum. Hava serin olmasına rağmen atkımı yanıma alarak, üst kata çıktım. Biraz temiz hava alayım, istedim. Ama iki kadın geldiler, hiç durmadan konuştular. Ne konuştuklarını duymayacak kadar uzağa oturdum, ama seslerindeki rahatsız edici tonlamalardan kurtulamadım. İstanbul Boğazı’nın o güzel manzarası karşısında dinlenip huzur bulmak yerine, dırdır ve şikâyet ile kendilerini yordular. 

 

Gıybet öyle kötü bir alışkanlık ki, âdeta insanın gözüne takılmış bir kara gözlük gibi. Kişi hep; «gıybet malzemesi bulacağım» diye, şikâyet edecek bir şeyler arayıp duruyor. Bir sürü güzelliği görmeyip; hata, kusur, art niyet vs. arıyor. 

 

Bizi böyle durmadan şikâyet ederken gören çocuklarımız, bizi ne kadar örnek alabilir ki? Hâlbuki biz öyle büyük bir müjde almışız, o kadar büyük vaadlerle teşvik edilmişiz ki, böyle dünya hayatının ufak tefek pürüzleri, onların yanında lâfını etmeye bile değmeyen şeyler olmalı. İnancımızı öyle bir şevkle, sürurla, huzurla, hattâ neşeyle ve coşkuyla yaşamalıyız ki; hâlimiz başkalarını da özendirmeli. Bizdeki o heyecan en azından çocuklarımıza sirâyet etmeli. 

 

Gıybet etmenin temelinde birçok kötü alışkanlığın rolü var. Meselâ konuşacak daha iyi bir meselesi olmayan, yüksek fikirleri olmayıp şahsî duyguları kendine büyük mesele yapan, aklını bilgi ile beslemeyen, kitap okumayan, sohbetler dinlemeyen, konuşacak faydalı bir sözü olmayan kişiler daha çok gıybet ediyor. Gıybet eden kişi; aslında kendini ele veriyor, ruh kalitesini açığa çıkarıyor. 

 

Gıybetin de dereceleri var elbette. Bilhassa insanları kendi ellerinde olmayan özelliklerinden dolayı hor görerek arkalarından konuşabilen bir kişi, ne kadar çirkin bir ruh hâline sahip olduğunu ortaya döküyor. Bu hâlini ortaya döktükten sonra; çoluk çocuğunun saygısını, güvenini kazanabilir mi? 

 

Gıybetin çok çirkin bir tarafı da bizi ikiyüzlülüğe itmesidir. Başkalarının -çoğu da din kardeşimiz olan kişilerin- yüzüne karşı farklı, arkasından farklı konuşuyor olmamız, bizi nasıl gösteriyor? En önemlisi öyle duygular besleyebiliyor olmamız, öyle sû-i zanlarda bulunabiliyor olmamız; müslüman cemiyeti olarak, bizleri en yakınlarımızın gözünde nasıl bir duruma düşürüyor? Çocuklarımız böyle bir topluluğa katılmak ister mi?

 

Bir gün bir kız imam hatip lisesinde konuşmaya çağrılmıştım. Öğrencilerin arasında saçlarını kısa kestirmiş, tek başına takılan, biraz değişik tavırları olan bir kızcağız vardı. Âdetimdir, genç kızlarla konuşma sırasında mutlaka; 

 

“–Sizin sorularınız var mı?” diye sorarım. Hem böylece daha canlı bir ilgi ile dinlerler. İlk, o bahsettiğim kız öğrenci söz aldı. Soru sormaktan ziyade kendini anlattı: 

 

“–Ben hayvanları çok seviyorum. Hafta sonu hayvan barınağına gidiyorum. Onlar, hiç değilse insanın arkasından konuşmuyorlar.” dedi. 

 

“–Çok güzel bir konuya parmak bastın! Dedikodu ne kadar güven sarsıcı bir şey değil mi? Hayvanlara merhamet göstermek de güzel bir davranış, Allah kabul etsin!” dedim. 

 

Bazı çocuklar tepkilerini dışa vuruyor, bazıları da dışa vurmuyor ama farklı şekillerde etkileniyor. Meselâ imam hatip mezunu bir genç hanım, üzülerek şikâyet etmişti: 

 

“–Benim başı örtülü, ama namazını kılmayan birçok arkadaşım var. Sadece şekle önem veriyoruz. Hâlbuki o annenin kızı yarın diyor ki: 

 

«Sen cesaretsizliğin yüzünden başını açmıyorsun. Ama demek ki inanmıyorsun ki namazını kılmıyorsun.»” 

 

Âyet-i kerîmede geçmiş ümmetlerdeki bozulmanın da öyle olduğunu bildiriyor; önce namazı terk ettiler, sonra diğer günahlara sıra geldi. Âlimler demişler ki:

 

“Dînin zayıflaması, ipliğin lif lif çözülmesine benzer. Önce sünnet ve âdâblar terk edilir, sonra farzlar…” 

 

Rabbimiz; bizleri o lifleri çözenlerden değil, sağlamlaştıranlardan eylesin. Âmîn…