En Önemli Mes’ûliyet; SÂLİH KULLUK

B. Cahit ÖZDEMİRbcahit@hotmail.com

Allah Teâlâ; sonsuz kâinâtı, insan tasavvuruyla sonsuz bir ilim muktezâsınca, sonsuz nimetlerle dolu, sonsuz zenginlikte bir hayatla yaratmıştır. Yine insan hesabına göre; sonsuz sayıdaki varlığın her birini, en basitinden en karmaşığına kadar, en uygun hususiyetlerle teçhiz buyurmuştur. Fuzûlîye ve tesadüfe yer olmayan, her şeyin fevkalâde ince ölçülerle ve hassas dengelerle yaratıldığı bu nizamda daha mükemmel bir hâl düşünülemez. Bu ilâhî sanat hârikasına, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle atıf buyurulur: 

 

“Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (el-Mülk, 3) 

 

Bu öylesine muntazam bir nizamdır ki; mesafelerin ışık seneleriyle tespit edilmeye çalışıldığı kâinatta, en küçük bir ârıza veya sapma ile her şeyin altüst olma ihtimali hiç akla gelmez. 

 

İnsan; -hikmetine binâen- halîfelik gibi fevkalâde ağır ve ulvî bir vazife ile yaratılmış olduğundan (Bkz. el-Bakara, 30), bu vazife ile mütenasip bir mes’ûliyetle de mükellef kılınmıştır. Bu hususla alâkalı olarak Kur’ân-Kerim’de, insan; 

 

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (el-Kıyâme, 36) beyanıyla îkaz buyurulmaktadır. Bu cümleden olarak; insanın taşıdığı mes’ûliyet çerçevesinde bizâtihi kendisine, diğer insanlara, Allah Teâlâ’ya ve tabiata karşı îfâ etmesi gereken vazifeleri vardır. İnsanın yaratılış sebebine dair, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: 

 

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) Bu mes’ûliyetin çerçevesi, gönül ehlince; Allah Teâlâ’nın emirlerine tâzim, yarattıklarına şefkatle muamele etmeyi ifade eden; «Tâzîm li-emrillâh, şefkat alâ-halkillâh» düsturu ile vasfedilmiştir. Kâinâtın kendisine müsahhar kılındığı insanın, bu mevkii münasebetiyle; yeryüzü her boyutuyla insan ölçülerine göre sonsuz nimetlerle donatılıp, sulh içinde yaşanacak bir hayat için kendisine âmâde kılınmıştır. 

 

«Ezel Bezmi»nde kendisine tevdî buyurulan ulvî vazifeyle alâkalı ahdine vefâ göstermesi gereken insanın; bu mükellefiyeti yerine getirebilmesi için, öncelikle zulümden uzak durup, adâleti tecellî ettirme gayretinde olması îcap eder. Aslında, Allah Teâlâ bunun için gerekli olan her şeyi hazırlayıp kendisine ihsan buyurmuştur; yeter ki bu mes’ûliyeti hissetsin, akl-ı selîmden ayrılmasın. Bu cümleden olarak, fıtrat üzere yaratılıp, ilk insandan itibaren ilâhî elçilerle ve semâvî kitaplarla, ufkuna ilâhî rehberler ihsan buyurulmuş; peygamber vârisi âlimlerle onların izleri zaman içinde pekiştirilmiş; fevkalâde kıymetli meziyetler ve fazîletlerle teçhiz edilmiş; bu ağır mes’ûliyetin gerektirdiği fizîkî ve rûhî güçlerle takviye buyurulmuştur…

 

Şüphesiz sâlih kulluk mevzuunda en güzel örnekler, ilâhî elçiler olan peygamberân-ı izâm hazerâtıdır. O mübârek ve muhterem zevât-ı kiram hazerâtı; tâbî tutuldukları imtihanları muvaffakiyetle tamamlayarak; «Ne güzel kul!» ilâhî iltifatına nâil olarak rehberlik vazifelerini îfâ etmişlerdir. İbrahim -aleyhisselâm-; insanın üç büyük imtihanı olan canı, malı ve evlâdını Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için fedâ ederek, «Halîliyyet» mertebesine nâil olmuştur. Bu imtihan, Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Bir zaman Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etmişti. İbrahim de onları tamamen yerine getirmişti…” (el-Bakara, 124) diye beyan buyurulur. 

 

Kezâ Eyyûb -aleyhisselâm-’ın da; canı, malı ve evlâtlarıyla olan imtihanı şöyle beyan buyurulur: 

 

“…Gerçekten Biz Eyyûb’u sabırlı (rızâ hâlinde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu. Daima Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 44)

 

Mükemmel bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan edilen Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’in hayatı ise, çileler ve ızdıraplar manzûmesidir. Nitekim kendisi bu hâlini; 

 

“Allah yolunda, hiç kimsenin görmediği eziyetlere maruz kaldım…” (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)* buyurarak ifade etmişlerdir. İmtihandan geçmenin neticesinde, Âlemlere Rahmet, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; 

 

“…Ben ise, -Allâh’ın bana bir ihsânı ve bir ikrâmı olarak- Habîbullâh’ım, Allâh’ın sevgili kuluyum.” (Tirmizî, Menâkıb, 1) buyurur. Nitekim bu nimetin karşılığı olan mertebenin yüceliği, Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“De ki; eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31) diye ifade buyurulur. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bütün yaratılmışların üzerinde öyle bir makama nâil olmuştur ki; ağır imtihanlardan mahzun çıkan mübârek gönlünün ilâhî taltifle sürura kavuşması bâbında; «Mîrac» gibi hiçbir fânîye nasip olmayan idrâk ötesi ilâhî bir davete mazhar kılınmıştır.

 

Her eseri en mükemmel ve muhteşem olan Allah Teâlâ; kullarına seçilmiş, en güzel örnek şahsiyetleri rehber kılmıştır. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanın fiillerindeki keyfiyetle alâkalı; 

 

“…Şüphesiz ki Allah güzeldir; güzeli/güzel olanı/güzelliği sever…” (Müslim, Îmân, 147) ifadesiyle mü’minin âhireti kazanma yolundaki şiârına işaret buyurur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de kulluk keyfiyeti ile alâkalı olarak şöyle buyurulur: 

 

“…Biliniz ki Allah katında en iyiniz, takvâsı en ziyade olanınızdır (şeref, soy ve neseple değildir)…” (el-Hucurât, 13) 

 

Bu cümleden olarak; kula düşen de îman, ibâdet, ahlâk ve muâmelât olarak en güzel şahsiyeti kazanmak; her işini en güzel şekilde yapmaktır. İnsan dünyada olmanın îcâbı olarak; kendisinin, başkasının, bir kuruluşun veya devletin işinde çalışır. İnsanlarla münasebette, «kul hakkı» denilen hukukî bir vâkıa vardır ki, -önemine binâen- şehidlerin bile bundan muâfiyeti bulunmamaktadır. Bu münasebetle; insanın ebedî saâdeti kazanabilmek için, ahdine sâdık kalarak, mesleğini en iyi yapma gayretiyle, helâl yoldan işinin en güzel şekilde sahibi olmalıdır. Aksi takdirde; hizmetindeki hatalar ve eksiklikler sebebiyle, faydalanan her insanın kul hakkına girerek, âhiretini kaybedebilir. 

 

İçtimâî bünyeler; fertlerin rûhî kıvamları, örnek alınan şahsiyetlerin hususiyetleri ve temessül derinliği nisbetinde kuvvet bulur; huzura kavuşur, rahmet iklimine hak kazanır. Ashâb-ı kiram hazerâtı; herkes için, her bakımdan en güzel örnek ve rehber «üsve-i hasene» (Bkz. el-Ahzâb, 21) olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le aynîleşme gayreti ile kemâlât kesbederek, tarihte bir emsâli daha olmayan asr-ı saâdeti inşâya vesile olmuşlardı. Teselsülen selef-i sâlihîn hazerâtının izini takip eden sonraki nesiller de, bu rahmet iklimi ile asırlarca dünyayı aydınlatan şanlı medeniyetimizin mimarları oldular. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; 

 

“Allâh’ım; gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1, Cihâd, 33, 110) buyurur. Ebedî saâdetin kapısını aralayacak sâlih bir kullukla, Peygamber vârisleri olan âlimlerin ve gönül ehlinin izinde, rahmet cemiyetini inşâ etmek; bugün kan ve ateşler içinde her gün biraz daha yaşanamaz hâle getirilen dünyamıza ve mazlumlar âlemine karşı en önemli mes’ûliyetimizdir. İdrâk etmekte olduğumuz rahmet ayları olan «Üç Aylar», bu gayret ve faaliyeti daha bereketli kılacaktır.   

 

_____________________

 

* Osman Nûri TOPBAŞ, Şebnem dergisi, sa: 161.