BU ŞEHR-İ İSTANBUL Kİ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Gözyaşları duâdır, 

Gözyaşları şükrandır,

Gözyaşları ummandır,

Gözyaşları ilhamdır,

Gözyaşları Rabbin lisânıdır.

(Nurettin TOPÇU)

 

1985 yılıydı; Üniversite’nin de maddî katkılarıyla, bir kongreye katılmak üzere, İstanbul’dan Fransa-Paris’e uçak ile seyahat ediyordum.

 

Tayyare havalanırken; bir taraftan İstanbul’u kuş bakışı seyrediyor, bir taraftan da elimdeki kitaptan Nedim’in İstanbul ile ilgili yazdığı şiiri okuyordum:

 

Bu şehr-i Sitanbul ki bî misl ü bahâdır,

Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır.

 

“Bu İstanbul şehri, paha biçilemezdir ve yalnızca bir taşına Acem (İran) mülkünün tamamı fedâ edilir.”

 

Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında,

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır.

 

“İki deniz (Karadeniz ve Marmara) arasında eşsiz bir cevherdir, dünyaya ışık saçan güneş ile kıyaslansa yeridir.”

 

Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ?

El-hak bu ne hâlet, bu ne hoş âb ü havâdır.

 

“Yüce cennet acaba onun altında mıdır yoksa üstünde mi? Hakikat şu ki; onun hâli, havası, suyu ne hoştur.”

 

Toplantının yapıldığı salonda sunumlardan sonra kahve molası verildi ve herkes kahve içmeye davet edildi. O sırada; yanıma oldukça yaşlı bir bey yaklaştı, kendini tanıttı:

 

“–Merhabalar Mister Demircan! Yaka kartınızdan Türk olduğunuzu anladım, İstanbul’dan mı katılıyorsunuz?”

 

“–Evet, efendim.” dedim.

 

“–İstanbullu bir bilim adamı vardı. İsmi Nurettin TOPÇU, tanır mısınız?”

 

“–Evet efendim! Kendisi çok takdir ettiğim bir bilim adamıdır, ama ne yazık ki zamanına yetişemedim.”

 

“–Yıllar önce Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yaparken tanışmıştık kendisiyle. Çok asil, kibar, kültürlü bir bilim insanıydı.”

 

 “–Evet efendim! Yıllarca yaptığı yayınlarla insanlığa hizmet ettiği gibi, çeşitli eğitim müesseselerinde çalışmış. Tabiî çalışkanlığı, üretkenliği ve milliyetçiliği yanında tasavvuf ehli olması da bende hayranlık uyandırmıştır.”

 

“–Evet, İstanbul’daki toplantılara katıldığımda bir araya gelirdik. Beni diğer arkadaşlarıyla da tanıştırırdı. O yıllarda İstanbul’da çok güzel ortamlarda bulunduk; onun sayesinde, çok güzel insanlar tanıdım.”

 

Bu şekilde kahve aralarında o hocayla, hem Nurettin Hocamızı hem de İstanbul’u yâd ettik.

 

Dikkatimi çeken; hocanın, İstanbul’un güzelliklerinden ziyade; insanların güzelliklerinden, efendiliklerinden, kültürlü olmalarından, nezâketlerinden bahsediyor olmasıydı. 

 

Toplantı birkaç gün sürdü. Dönüş yolunda tekrar elime Nedim’in İstanbul hakkında yazdığı şiirini aldım ve o yaşlı hocanın söylediklerini tefekkür etmeye başladım:

 

Herkes irişür anda murâdına anınçün,

Dergâhlar melce-i erbâb-ı recâdır.

 

“Herkes bu şehirde isteğine kavuşur, çünkü şehrin dergâhları rica erbâbının (istekleri reddetmeyenlerin) sığınağıdır.”

 

Kâlâ-yı maârif satulur sûklarında,

Bâzâr-ı hüner mâden-i ilm ü ulemâdır.

 

“Bu şehrin pazarlarında eğitim, bilgelik kumaşları satılır. Bu şehir; ilim ve âlimler madeni, hüner pazarıdır.”

 

Tayyare İstanbul semâlarına girerken; ben bir taraftan pencereden şehr-i İstanbul’u seyrediyor, bir taraftan da şiirin sonundaki Nihat Sami BANARLI’nın bu şiirle ilgili açıklamalarını okuyordum:

 

“Nedim; bu şehrin çarşılarında ilim ve irfan kumaşları satıldığına, yani Devlet-i Âlî’nin bu kültür merkezinde, ilim ve sanat hayatına dikkati çekiyor.” 

 

“Nihayet çok güzel bir hakikat, İstanbul’daki halk terbiyesinin üstünlüğünde idi. Bir şehirde halkın bütün davranışlarının güzel ve makbul olabilmesi için; orada asırlarca işlenmiş, kibar ve asil bir medeniyetin yaşaması ve devamı lâzımdı.”*

 

Evet; bir şehirde insanların davranışlarının güzel ve makbul olabilmesi için; orada asırlarca işlenmiş, kibar ve asil bir medeniyet olan İslâm medeniyetinin yaşaması ve devamı lâzım gelir.

 

Sağlıcakla kalın.             

___________________

* Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2.