GERÇEK HÜRRİYET

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

“Asla kural tanıma!” 

 

Genç bir sporcunun fotoğrafının altında yazan bir cümle. Bir spor giyim ve malzemeleri firmasının reklâm afişi. 

 

Reklâm cümleleri; günümüz gençliğinin görüşlerini, kişiliğini ve ahlâkını ne kadar etkiliyor? Bu konuda bir araştırma yapılmış mı, bilmiyorum. Ama zannederim gençliğe hoş gelecek cümleler seçmek ve hep nefsine hoş gelen bu cümlelere kulak vermek şeklinde karşılıklı bir etkileşim var. Hani zamanımızda yankı odası diyorlar ya. Bu durum da bir nevi yankı odası…

 

Hâlbuki spor kuralsız olabilir mi hiç? Kaidesiz bir müsabaka; gitgide vahşî bir kapışmaya dönebilir. Sporcu ya rakibine veya bazen de kendine zarar verebilir. O yüzden zayıflamak veya kas yapmak için kendi kendine spor yapan kişilere bile bir eğitici rehberlik yapar, yol gösterir. 

 

Spor; nihayetinde kısmen oyun, kısmen hareketten ibaret bir şey. O bile kuralsız olmuyorsa, hayat nasıl kuralsız olabilir? 

 

Bilmiyorum kaç kişi bilir… Osmanlı’nın son devrinde Avrupa’dan ithal mefhumlar olarak düşünce hayatımıza giren «özgürlük» mefhumunun İslâm kaynaklarında köle âzâd etmek dışında pek kullanımı yok. O zamanki ifadesiyle hürriyet, müsâvât… gibi kelimeler, bizi biz yapan her şeyle aramıza girdi. Günümüzde de bu, çok aşırı uçlara savrularak devam ediyor. Öyle ki fert; kendi cinsiyetini bile seçsin, deniliyor. 

 

Hâlbuki diğer yandan, felsefeden sonra şimdi bilim dünyası dahî «özgür irade» diye bir şeyin olup olmadığını tartışıyor. Nöroloji araştırmaları; özgürlük, özgür iradeyle karar vermek denilen şeyin bir yanılsama olabileceğini söylüyor.

 

Aslında insanın mutlak mânâda özgür, kuralsız, sınırsız olamayacağı, tam olarak istediği gibi hareket edemeyeceği malûm. Bu dünyayı başkalarıyla paylaşmak zorundayız ve başkalarıyla birlikte yaşamaya muhtacız da… Ve bir insanın özgürlüğü, diğer insanın haklarının başladığı yerde biter. 

 

İnsan hukuk önünde, ancak başkalarının sınırlarını ihlâl etmeyecek kadar hareket alanına sahiptir. Eğer sınırları ihlâl ederse bu durumda cezâî müeyyide ile karşılaşır ki, bu durumda özgürlük alanı daha da daralmış olur. Meselâ hapis cezası almış olsa, istediği yere gitme özgürlüğü kalmaz. Para cezası almış olsa, parasını istediği gibi kullanma özgürlüğü kısıtlanmış olur. Yani özgürlüğünü yanlış kullanmanın bedeli, özgürlüğünün kısıtlanması şeklinde uygulanır.

 

Hukuk düzeninin olmadığı bir yer olsa bile, insan her istediğini yapamaz. Aslında insanın fizyolojik ve psikolojik yapısı, onu belli bir sınır içinde hapseder. 

 

İnsanın davranışlarını basitçe gruplandıracak olursak, bir kısım hareketler tamamen irade dışıdır. Meselâ; nefes almak, gözlerini kırpmak, yutkunmak gibi bir sürü hareket, otomatik olarak yapılır. Bu sayede biz uykudayken veya dalgınken bile nefes alıyoruz. Özellikle düşünüp, irademizi kullanmamız gerekmiyor. 

 

Bazı hareketlere ise mecburuz. Meselâ vücudumuzun ihtiyacı olan gıdâ ve suyu almak zorundayız. Her istediğimiz şeyi de yiyemeyiz. «Ağaç yaprağı, saman, ot yiyelim, çalışıp para kazanmak zorunda kalmayalım.» desek, mümkün değil. Ancak vücudumuzun ihtiyaç duyduğu gıdâlardan bazılarını, seçerek yiyebiliriz. Yani irademizi kullanabileceğimiz belli bir alan var. 

 

Diğer birçok şey de buna mukayese edilebilir. Yemek, içmek, uyumak, giyinmek, barınmak gibi fizyolojik ihtiyaçlarımız var. Bunları temin etmek için meşrû bir işte çalışmak da dolaylı olarak bir ihtiyaç. Yine aile kurmak, cemiyet içinde yer edinmek ve itibar sahibi olmak gibi ihtiyaçlarımız var. 

 

Bu ihtiyaçları temin etmek için önümüze çıkan yollar arasında tercihler yapabiliriz. Ama tercih yaparken de bizi kuşatan bir sürü şartlar var. Bizim zekâ ve becerilerimiz veya çevrenin bize sunduğu, sunmadığı bir sürü şey… İrademizi etkileyen bütün bu tesirler arasında bize en uygun görünen bir yöne doğru meyil gösterip, onun için gayret gösterdiğimiz zaman buna irade diyoruz. 

 

İslâm kaynaklarında, insanın iradesine daha çok cüz’î irade denilmesinin sebebi de bu. İnsan iradesi, çok dar bir aralıkta belli tercihler yapmaktan ibaret. 

 

Ancak adı cüz’î olsa da bu iradeye mânevî yönden çok büyük bir değer verilmiş. İslâm dîni; insanın kendi iradesiyle, îmân ile Allâh’ın râzı olacağı şeyleri tercih etmesine «sonsuz saâdet» gibi büyük bir mükâfat va‘dediyor. Tam tersi, iradenin yasaklanmış belli bir alana doğru kullanılması hâlinde de ceza tehdidi bulunuyor. Böylece belli tercihler yapmaktan ibaret olan o iradenin, kısmen özgür olduğu bir şekilde kabullenilmiş oluyor. 

 

İslâm dîni, her insanın îmânı ve tâati kendi arzusuyla seçmesini ideal durum olarak vasfediyor. Zaten îmân etmeyi bir kişi ancak kendi iradesiyle seçebilir. Başkasının cebri ile îmân edilmez, ancak îmân etmiş gibi görünmek söz konusu olabilir. 

 

Tebliğ, davet gibi ifadeler; muhatabın gönül hoşluğu ile kendi seçimini yapmasını hedefliyor. 

 

Fakat îmân ettikten sonra, insanların kendi iradeleriyle bir eğitim programına girmesi teşvik ediliyor. Bu eğitim programı ise görünüşte kısıtlama gibi görünse de aslında kişinin iradesini kuvvetlendirdiği için, hakikî mânâda ve iyi değerlendirilen bir özgürlüğü kazandırmış oluyor. 

 

Yani insanda cüz’î irade var. Fakat yine biliyoruz ki irade kuvveti; ancak güçlü bir teşvik ile, motivasyon ile harekete geçiyor. İşte din bir yandan o teşviki sağlarken, bir yandan da iradeyi güçlendiren bir eğitim programı ile, hayatımızın hem alışkanlıklarını hem de irademizi kullanacağımız alanlarını belirliyor. 

 

Ne mutlu o programa uyup, sonsuz bir hayatta gerçek hürriyete nâil olabilenlere!..