BERABERLİK SEMBOLÜ, SU!

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

 

Su; birliğin, beraberliğin sembolüdür. Ayrı özelliklere sahip iki madde bir araya gelir, sahip olduğu hususiyetlerden geçer ve bambaşka bir hâle erişir. Daha yüce bir mertebedir bu. Çok sade bir yapısı olmasına rağmen, sırrını çözemediğimiz hayat kaynağıdır su.

 

Oksijen ve hidrojen tabiatta daha çok çiftler hâlinde bulunur. Bu hâlde iken yüksek bir enerjiye ulaşırlarsa, kendi cinsleri arasındaki bağlar kopup, hidrejen ve oksijen arasında yeni bir bağ kurulur. Ancak bunun için yüksek bir kinetik enerji yani sıcaklık gerekmektedir. Şu an dünyamızda böyle bir vasat bulunmamaktadır. Dünyada var olan suyun, bundan milyonlarca yıl önce dünyaya düşen sayısız gök cisminin içinde dünyaya indiği tahmin edilmektedir. Gök cisimleri içerisindeki su, cam gibi bir hâlde bulunmakta. Bu demek oluyor ki, her su damlası milyarlarca yıl yaşında!

Dünyamızın % 70’ini kaplayan su, bedenimizde de oldukça fazla miktarda bulunur. Bebeklerde bu oran % 85’e kadar çıkar. Hücrelerimizin içindeki sıvı, büyük oranda sudan meydana gelmiştir.

Dünyadaki toplam suyun yalnızca % 3’ü kullanılabilir ve içilebilir sudur. Kalan sular, okyanusta ve iç denizlerdedir. Tatlı suların da büyük çoğunluğu, kutuplardaki buzullarda ve akarsulardadır. Yani içilebilir su, bizim için çok kıymetlidir. Dünyada bu temiz ve sağlıklı sudan mahrum 2,4 milyar insan olduğu tahmin ediliyor. Su kaynakları nisbeten bol olan bir ülkede yaşadığımız için ne kadar şükretsek az! Lâkin zaman zaman kuraklık bizi de tehdit ediyor. Dolayısıyla «akarsudan abdest alırken bile» israftan uzak durmak tavsiyesi ne kadar mühimdir!..

Su dolu bir kaba çok ince bir cam tüp batırdığınızda, suyun bu tüp içerisinde yükseldiğini görürsünüz. Yer çekimine zıt yönde suyun yükselebilmesi, suyun kılcallık özelliğinden kaynaklanmaktadır. Suyun bu özelliği; vücudumuzdaki kilometrelerce uzanan kılcal damarlarda da gerçekleşir ve bu sayede kan, bütün dokularımıza kolayca ulaşabilir. Neticede hayâtî öneme sahip bir mesele çözüme kavuşmuş olur.

Aksi olsa idi;

Meselâ; kanımız cıva gibi olsaydı, damarlarda ilerlemesi çok çok zor olacak ve kalp bu sıvıyı pompalamak için büyük bir enerji harcayacak, fakat yine de göz gibi ince yapılar beslenemeyecekti. Kalp de bu yükü kaldıramayacaktı. Oysa kan büyük oranda su içerdiği için, ince borularda kendiliğinden ilerler.

Aynı özellik başka bir sahada da bizim için çok önemli bir derde derman oluyor. Ağaçların köklerinde pompa olmadığı hâlde, metrelerce yukarıdaki yapraklarına su, rahat bir şekilde ulaşıyor. Bizim yaptığımız yapılara ve ürettiğimiz ürünlere kıyasla bir mûcize olan bu hâdiseyi, her ağacın yaprağında gözümüzle görmekteyiz. Bu da yine büyük oranda, suyun kılcallık özelliğinden kaynaklanmakta.

ISI DEPOSU

 

Bir kahve pişirirken dikkat ettiyseniz, az bir miktar suyu ısıtmak için aslında uzun bir süre bekleriz. Su birden ısınmaz. Bu durum suyun yüksek ısı kapasitesinden kaynaklanmaktadır. Metaller bile bu sürede daha fazla ısınır ve aynı hızda soğur. Bu özellikten dolayı dünyaya ulaşan ısı, denizler tarafından emilir ve aşırı sıcaklıklar oluşmaz. Aksi hâlde gündüzler +200, geceler -200 derece olabilirdi.

Suyun ısıyı diğer sıvılardan daha iyi iletmesi, vücudumuzda ısının dengeli ve eşit dağılmasına yardımcı olur. Vücut sıcaklığımız -hastalık durumları hariç- çok fazla artıp azalmaz.

Dünyayı özel bir gezegen kılan sebep, sudur. Başka gezegenlerde hayat emâresi ararken öncelikle su aranır.

Bilindiği üzere su 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan meydana gelir. Yani oksijen ve hidrojen kendi arasında bağ kurar. Fakat sonra iki farklı su molekülü de kendi arasında bir bağ kurar. Çünkü su molekülünün bir tarafı kısmî olarak pozitif, diğer tarafı kısmî olarak negatif kutupludur. Suyun kendine has, eşi benzeri olmayan özellikleri, bu ikinci bağdan kaynaklanır. Bu bağlar kolayca kopup tekrar bağlandığı için, su akışkanlık kazanmaktadır.

Ayrıca su, çok iyi bir çözücüdür. Birçok madde, su içinde çözünür. Suyu seven kısımlarla suyu sevmeyen kısımları birbirinden ayırdığı için birçok madde suya karışır, onun içinde fânî olur.

SUYUN HÂFIZASI

 

Su çevresinde olup biten her hâdiseden ve görüntüden tesir alır. Dağdaki bir çeşmeden su içtiğinizi düşünün. O suda çevredeki kuşların seslerinden, tabiatın güzelliğinden ve saflığından akisler vardır. Geçtiği her yerden tesir alarak gelir ve o nispette bedene şifâ olur.

Zemzem de bize Kâbe civarından aldığı güzellikleri ve ilâhî tecellîleri aktaran bir rahmet kaynağıdır.

Kur’ân-ı Kerim şifâ ve rahmettir. Onun için, temiz bir lisan ile bir bölüm okur ve suya üflersek bu şifâyı suya aktarmış oluruz. Artık o su damlaları vesîle-i şifâdır.

1960 yıllarında Almanya’da yaşanmış enteresan bir hâdise buna canlı bir misal olabilir. Lâboratuvarda çalışan bir ekip içerisinde bir kişi, içinde kuvvetli bir zehir olan ampulünü damıtılmış su bulunan cam jojeye düşürdü. Cam ampul kırılmadı, çalışan yaptığı hatayı sakladı ve ampul suyun içinde üç gün kaldı. Neden sonra fark edilen ampul oradan çıkarıldı. Minik şişe kapalı olduğu için, bir tehlike söz konusu değildi. Onun için pek önemli görülmedi. Aynı gün bu damıtılmış su oradaki farelere verildi, fakat farelerin hepsi ölü bulundu. Suda detaylı bir tahlil yapıldı, fakat kimyevî olarak her şey normal görünüyordu.

Araştırmayı yapan ekip şu neticeye vardı. Su, içine düşen zehrin özelliklerini kopyalamış ve zehir özelliği kazanmıştı. Zehirdeki negatif bilgi, suya geçmişti. Suyun hâfızası tam olarak anlaşılamamıştır, fakat değişim ortadadır. 

 

Türkçemizdeki; «su gibi ezber» kalıbının acaba derin bir mânâsı da var mıdır?

 

Su molekülleri hareketlidir; fakat rastgele değil, kendi içinde kümelenme hâlinde ve bir yapı oluşturacak şekildedir. Bu yapılar, suyu bambaşka bir sıvıya dönüştürmektedir. Katı hâli, kendi içinde yüzebilen tek sıvı sudur meselâ. Diğer bütün sıvılar donunca ağırlaşırken, buz sudan hafif bir hâle geçer.

Medeniyetimiz suya büyük bir ehemmiyet vermiş ve su «azîz» olarak vasfedilmiştir. Ecdâdımız kendisine su ikrâm edene;

“Su gibi azîz ol!” derken hem muhatabına teşekkür ve duâ etmiş hem de Allah Teâlâ’nın «Azîz» ism-i celîlini, izzeti vereni hatırlamış olur.

Mevlâ, Âb-ı Kevser’den içenlerden eylesin!..