YANDIM YÂ RASÛLÂLLAH! (S.A.S.)

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

 

Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,

Yanardağlar yanar bağrımda, ummânlarda nem duymam,

Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,

Cemâlinle ferâh-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah!

 

 

 

Ne devlettir yumup aşkınla göz, râhında can vermek!

Nasîb olmaz mı sultânım haremgâhında can vermek?.

Sönerken gözlerim âsân olur âhında can vermek;
Cemâlinle ferâh-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah! 
(Yaman Dede)

 

Aylardan Ramazan, vakit yatsı namazı vakti idi. 

 

Üsküdar-Selimiye Camii’nde teravih namazını müteâkip, İmam Efendi her zaman olduğu gibi sağ arka tarafında saf tutan Yûsuf Efendi’ye kalıp beklemesi için bir işaret yaptı.

 

Yûsuf Efendi 18 yaşında, 15 yaşından beri beş vakit namazını cemaatle kılan bir gençti. Tabiî yaşı küçükken; özellikle sabah namazı vakti, evinin camiye yakın olması, onun için büyük kolaylık oluyordu. 

 

Bu dindarlığı hem cemaat tarafından hem de İmam Efendi tarafından çok takdir edilmekteydi. Bu sebeple de zaman zaman sesinin ve tilâvetinin de güzel olması sebebi ile hem ezan okumasına hem de müezzinlik yapmasına izin veriliyordu.

 

İşte o akşam İmam Efendi teravih namazından sonra onu yanına çağırmıştı. 

 

İmam Efendi şunları söyledi:

 

“–Bak Yûsuf oğlum; Ramazan münasebetiyle, Peygamber Efendimiz’in sakal-ı şerifleri camileri geziyormuş. Bizim camimize de perşembe günü gelecekmiş. Müezzin efendi; babasının rahatsızlığı sebebiyle birkaç günlüğüne memleketine gitti, bu münasebetle bu iş sana düşüyor. Çünkü ben o kadar yükseğe çıkamıyorum artık.”

 

“–Memnuniyetle efendim, başım üstüne!”

 

Perşembe gününü iple çeken, verilen vazife sebebiyle ziyadesiyle mutlu olan Yûsuf Efendi’nin; kâh Peygamber sevdasından kâh heyecanından o günden sonra gözüne uyku girmez oldu.

 

Nihayet o gün geldi çattı. Sabah namazından sonra vazifeliler mukaddes emâneti İmam Efendi’ye teslim ettiler.

 

İmam Efendi şöyle dedi:

 

“–Bak evlâdım, bu sandukayı al. Padişah mahfilinin orada kavukluk var, oradaki örtünün altında bulunan anahtarı alacaksın.

 

Sonra en üstteki, kubbeye en yakın olan balkona çıkacaksın. Oradaki dolabı o anahtar ile açıp sakal-ı şerîfi yerleştirdikten sonra kilitleyeceksin.

 

Akşam da teravih namazından sonra sakal-ı şerîfi dolabından çıkarıp aşağı indireceksin ki; cemaat, ziyaretlerini yapabilsin. Anlaşıldı mı evlâdım?”

 

“–Emriniz olur İmam Efendi!”

 

Yûsuf Efendi; kendisine verilen tâlimat istikametinde, önce padişah mahfilindeki kavukluğun örtüsünün altındaki anahtarı alıp, kubbe balkonuna tırmanmaya başladı.

 

Balkona çıkınca, oradaki dolabı açıp sakal-ı şerîfi oraya yerleştirdi. Dolabı kilitleyip, anahtarın üzerindeki kırmızı kurdeleyi bileğine geçirdi. 

 

Bu mukaddes emânetin muhafızlığı vazifesini aldığı için, oradan ayrılmak istemedi ve; «Vazife saatine kadar burada Peygamber Efendimiz’i beklerim.» diyerek orada beklemeye başladı.

 

İnsanlık bu ya; Yûsuf Efendi günlerce uykusuz kaldığı için olsa gerek, akşam yanında getirdiği azıkla iftarını açıp akşam namazını kıldıktan sonra, oracıkta kıvrılıp uykuya dalıverdi.

 

Allâhu ekber Allâhu ekber, Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber. Allâhu ekber ve lillâhi’l-hamd! 

 

Allâhu ekber Allâhu ekber, Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber. Allâhu ekber ve lillâhi’l-hamd!

 

Teşrik tekbirleriyle bir anda uykusundan uyanan Yûsuf Efendi; hemen bileğindeki anahtara baktı, anahtar yoktu. Dolaba baktı; dolabın kapısı açıktı, fırladı dolabın içine baktı. Mukaddes emânet orada yoktu!

 

Üzüntüsünden başladı ağlamaya, bağırmaya.

 

“–Eyvah yandım yâ Rasûlâllah! Eyvah yandım yâ Rasûlâllah!”

 

Caminin kubbesinden aşağıya doğru feryat ediyordu.

 

Bütün cemaat şaşkındı. İmam Efendi; onu yukarıda görünce, eliyle hemen işaret edip yanına çağırdı.

 

Aşağıya inen Yûsuf Efendi, sandukanın üzerinde bohçalara sarılı sakal-ı şerîfi görünce derin bir; «Oh!» çekti.

 

Tabiî durum daha sonra anlaşıldı.

 

Meğerse müezzin efendi; vazifenin büyüklüğü karşısında ziyaretini kısa kesip İstanbul’a dönünce, kendi mes’ûliyeti olan işi yapmak için hemen camiye koşmuştu. Yukarıya tırmanmış, Yûsuf Efendi’yi orada uyur görünce kıyamamış; «Nasıl olsa tekbirlerle uyanır, gelir…» diye bileğindeki kurdeleye takılı anahtarı alıp, dolabı açmış ve Peygamberimiz’in sakal-ı şeriflerini aşağıya indirmiş.

 

O günden sonra Yûsuf Efendi’nin lâkabı cemaat arasında; «Yandım Yûsuf» olarak kalmış.

 

Tabiî bu lâkap alay etme mânâsında değil, Yûsuf Efendi’nin ne kadar Peygamber sevdalısı olduğunun bir nişânesi olarak söylenegelmiş.

 

“Allâh’ım! Sen bizleri Peygamber Efendimiz’e lâyık ümmet eyle! Yolunda ve sünnetinde dâim ve kāim eyle. O’nun ahlâkıyla ahlâkımızı tezyin eyle, sevgisine lâyık eyle!”

 

“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve alâ âli İbrahîm, inneke hamîdün mecîd. 

 

Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârakte alâ İbrahîme ve alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd.”*  

 

____________________

 

* Buhârî, Daavât, 33; Müslim, Salât, 66, (406); Ebû Dâvûd, Salât, 183, (976); Nesâî, Sehv, 51, (3, 47); Tirmizî, Vitr, 20, (483)