TEPETAKLAK EHRAM

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

 

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; 

Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil

Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu

Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama

Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

 

Necip Fazıl; Destan adlı şiirinde toplumun düştüğü fesâdı, yozlaşmayı anlatır. 

 

«Tepetaklak ehram», ters duran bir piramit demektir. Mısrada tarif ettiği gibi: 

 

Başı üstünde bina. 

 

Günümüzün dikdörtgen binalarını, başı üstünde tasavvur ettiğimizde pek bir terslik gelmez gözümüzün önüne. Fakat zemini kare, tepesi sivri piramidi ters çevirdiğimizde, oldukça abes bir manzara oluşacaktır. Alta gelmiş o sivri tepenin üzerinde, topaç gibi duramayacağı için o yapı; yıkılacak, devrilecek, helâk olacaktır. 

 

Piramit, cemiyetin tabakalarını anlatmak için de başvurulan bir semboldür. Yukarı doğru incelmesi ve küçülmesi, avamdan havâssa, sıradan halktan darala darala küçülen seçkinlere toplumun kesimlerini anlatır. 

 

Toplumun tepetaklak olmasını ifade eden bir başka tabirimiz; “Ayaklar baş, başlar ayak oldu.” ifadesidir. Altüst olmak, zîr u zeber olmak, düzenin bozulması… 

 

 

Yirmi-otuz sene evvelin karikatürlerinde, film senaryolarında; dersine çalışmak yerine top peşinde koşan evlâdını azarlayan babalar olurdu. Şimdi o babaların bir kısmı, evlâdını yanına alıp spor kulüplerinin alt yapılarına pazarlamaya çalışıyor. 

 

“Kızın gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya!” diye küçümsenen çalgıcılık da, altüst olan içtimâî yapımızda tepelere yükseldi. Şimdi evlâdının popstar olmasına çalışan ebeveynler de az değil. 

 

Hikemî şairimiz Nâbî, eğlenircesine şöyle demiş:

 

Ebnâ-yı dehr her hünere âferin verir,

Yâ Rab! Bu âferin ne tükenmez hazînedir!

 

Zamanenin takdiri bugün çok daha ucuzladı. Sanatçı, oyuncu, komedyen sayısız şöhret, toplumun kanaat önderi oldu. Bir komedyenin sosyal medyadan paylaştığı birkaç satır; akademisyenler topluluğunun, el üstünde tutulan meslek teşkilâtlarının beyannâmelerinden çok daha tesirli. Hattâ sosyal medyanın kendi ürettiği fenomenler, «sanatkârlık» ve «hüner» şartını da ortadan kaldırdı. Sadece şöhret kâfî…

 

Bu meslekler, tarihin hiçbir devrinde bu kadar revaç görmemiştir. 

 

O kadar ki, yine Nâbî, halkın fazîlet ve irfânı takdir edemeyip, ham sofuluğa fazla itibar ettiğinden yakınır:

 

Ne hadd-i fazlı bilirler ne kadr-i irfânı, 

Zamâne halkının ikbâli pârsâlığadır.

 

Bugün ateist, aile düşmanı veya sapık olduğunu gizlemek ihtiyacı bile duymayan niceleri, bu milletin gönlünde yer bulabiliyor! 

 

Hangi güç bu ehrâmı tepetaklak etti? 

 

Lût Kavmi’nin helâki anlatılırken, Cebrâil’in gelip kavmin altını üstüne getirdiği ifade edilir. Bu gerçek ve kavurucu bir altüst ediliştir. Fakat bu içtimâî altüst oluşa da bir işaret taşır mı acaba? 

 

Gerçi Lâmiî Çelebi’ye göre bu denî dünyada bu tepetaklaklık hep vardı:

 

Mûteberdir cihanda dûn u denî,

Dâimâ zillet üzre ehl-i hüner.

Hâl-i âlem misâl-i deryâdır,

Gevher-i pâk zîr ü cîfe zeber!

 

“Bu dünyada alçak ve değersiz kimseler itibar görmekte; mârifet sahipleri aşağılanmaktadır. 

 

Dünyanın hâli denizin şu durumuna benzer ki; 

 

Değerli mücevherler, inciler altta, değersiz şeyler üsttedir.”

 

Rivâyete göre, Lâmiî; nâhak yere başköşeye kurulan bir nâdâna bakıp söylemiş bu mısraları. 

 

Gevherî de kim bilir kime kızıp şu taşlamayı söylemiş:

Hey ağalar zaman azdı,

Düşmüşe el üşer oldu!

Küllükte sürünen eşek,

Cins atla yarışır oldu!

 

Palas üstünde yatmayan,

Bıyığ’na pala batmayan,

Porsuk ardından yetmeyen;

Ceylâna erişir oldu!

 

Evlerinin önü yazı,

Yayılır turnası kazı,

Yaşına yetmedik kuzu;

Koç ile vuruşur oldu!

 

Gevheri der, işler hata,

Katırlar baskındır ata,

Olur olmaz maslahata;

Çocuklar karışır oldu!

 

Mâneviyat ehlinin bakışında, alt ve üst daha bir başkadır. Bedîüzzaman; anne şefkatinin, kötü cereyanlarla nasıl yanlış yönlendirilebildiğine şu misali vermiş:

 

“Evet, bir vâlidenin veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden rûhunu fedâ etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var.

 

Bu kahramanlığın inkişâfı ile hem hayât-ı dünyeviyyesini, hem hayât-ı ebediyyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişâf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümûnelerinden bir küçük nümûnesi şudur:

 

O şefkatli vâlide; çocuğunun hayât-ı dünyeviyyede tehlikeye girmemesi, istifâde ve fayda görmesi için her fedâkârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun!” diye bütün malını verir, hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayât-ı ebediyyesinin tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk; 

 

«–Niçin benim îmânımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?» diye şekvâ edecek.”

 

Evet, evlâtlara, kıymet hükümlerini öğretmek durumundayız. 

 

Kıymet ölçüsünün; maaş, unvan, alkış değil, Allah rızâsı ve âhiret saâdeti olduğunu anlatmalıyız. 

 

Gerçek sanatın ne olduğunu idrâk ettirip, üç-beş çapulcuyu sanatçı zannetmesinin önüne geçmeliyiz. 

 

Evet;

 

Yüzüne çarpmak gerek, zamânenin pendini… 

 

Fakat bundan âciz olmaktan daha beteri ise, yeis içinde kerhen ve acı acı şu sözleri söylemek:

 

Uymaz zamâne kimseye hakkıyla çâresiz, 

Lâkayd olup da gitmeli âdem uyarına. (Cevdet Paşa)

 

Bir kişiye nasîb gelir bu-durur mesel,

Gördün zamâne uymadı uy sen zamaneye. (Kâtibî)

 

Hayır, en başta zikrettiğimiz Necip Fazıl’ın Destan şiirinin başında ifade ettiği tavır lâzım hepimize:

 

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;

Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;

Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!