Mesnevî’den Beyitler -22- HAKİKÎ AŞK, HAK AŞKIDIR

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Her kimin ki elbisesi aşk pençesiyle parçalanırsa, / O, hırstan ve bütün ayıplardan pak ve temiz olur.

 

Mevlânâ Hazretleri bu beytinde hakikî aşk olan ilâhî aşktan bahsetmektedir. Rûhun libâsı olan cismin, günah ve hatalardan uzak kalması için; bu hakikî aşka ihtiyaç vardır.

Tâliplilerin Hak yoluna sülûkları iki türlü olur:

1. Nefsin kötü sıfatlardan temizlenerek mârifet-i ilâhiyeye lâyık hâle gelmesi ve bundan sonra ilâhî aşkın hâsıl olması. Ebrârın yolu; özü ve sözü doğru olanlar, sâdıklar ve sâlihlerin yoludur. Kişi; nefsini hırstan, tamahtan, endişeden, benlikten temizlemeden, sâlihlerden ve sâdıklardan olamaz. Bu temizlikten sonra kalbinde ilâhî aşk başlar. Kendi rahatını, menfaatini ve bedenî hazlarını Allah yolunda terk etmeye başlar.

2. Tâlipte ilâhî aşk hâsıl olur ve bu aşk ile nefsini kötü sıfatlardan temizler, kemâlât yoluna girer.

Bazı mürşid-i kâmiller bu yolu, bazıları da diğer yolu tâliplere tatbik ederler.

Mevlânâ Hazretleri; aşkın galebe çalmasıyla, kişinin nefsinin kötü sıfatlardan arınmasını anlatmaktadır bu beyitte. Çünkü Hak aşkının galip geldiği bir insanda, başka hırs ve arzular öne çıkamaz. Hazret-i Pîr:

 

“Avam her dem nâm-ı pâki okurlar. Aşk-nâk (aşklı, aşk dolu) olmadığı vakit (hakikî zikrin tesir ettiği gibi) amel etmez.” (c. IV, 4060)

Avamdan olan insanlar bir derde düştüklerinde, canları sıkıldığında;

 

“Aman yâ Rabbî! Kurtar beni Rabbim!” diye ilticâ ederler.

“Beni bu dertten kurtar Rabbim!” diye duâ ederler. Fakat onların Hak aşkı kalbinde olmadığı, nefsin sıfatlarından temizlemedikleri için, kalpleri hevâ ve hevesle dolu olduğu için, aşkla zikredemedikleri için, zikrin tesiri olmaz. Hazret-i Pîr bu hususta şöyle buyuruyor:

 

“Hevâ-yı nefsânîlerden, «HÛ»nun kadehi olmaksızın ne vakit kurtulursun? Ey Hû’dan Hû’nun ismine kānî olmuş olan kimse!” (c. 1, 3494) (Ahmet Avni Konuk, Mesnevî Şerhi, XXXIII/4060)

 

Hazret-i İsa’nın ölüleri diriltmesi dahî; «Hû!» isminden idi. Bunun için de kalbini Hak’tan gayrı ne varsa temizlemek ve orada sadece hakikî mutlak olan Allâh’ın kalması gerekir. Böylece Hak âşığının kalbi, bedeni ve cismi Hak ile dolar ve bu kaptan Hakk’ın istediği ameller sâdır olur. Bu yolda, Allah bir kalpte iki sevgi istemez. Bu ikiliği ortadan kaldırmak için, hakikî aşkın kalbi kaplaması gerekir. Süt emen çocuk gibi, Hakk’ın aşkı tâlibi besler. Eşrefoğlu Rûmî beytinde şöyle der:

 

Acep hayrân u mestim kim, bilişten bilmezem yâri,

Gözüm her kanda kim baksa, görünen sûret-i Rahmân.

Hazret-i Pîr bir rubâîsinde, Ahmet Avni KONUK’un manzum tercümesiyle şöyle der:

 

Aşk geldi damarlardaki kanım gibi oldu, 

Varlık boşalıp her tarafım yâr ile doldu,  

Zapteyledi yârim bütün eczâ-yı vücûdum;  

Kaldı kuru bir ad bana, bâkî hep o oldu.

İnsan, nefsinden ve benliğinden kurtuldukça, rûhu parlamaya başlar. Bunun yolu da ilâhî zikre devam etmesi iledir. Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul eden kalp, kendinden sâdır olan her gerçek, güzel ameli Allah’tan bilir. O’nun lutfeylemesiyle gerçekleştiğine inanır. Gerçek kulluk; bu dünyada sayısız nimetlerle bizi donatanın Allah olduğunu bilmek ve bizim de hiçbir şeyimizin olmadığını bilmektir. Bu âlemde noksanlığını kabul eden mü’minlerin gönlüne Hak aşkı düşer. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

 

“Allâh’ın adı anıldığı zaman yürekleri ürperir; O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman îmanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (el-Enfâl, 2)

Allâh’ın ismi anıldığında, âyetler okunduğunda kalbi titreten duygu Allâh’a karşı olan sevgidir. Bu heyecanla kalp titrer. Âyetler okunduğu zaman kalplerindeki îman ve sevgi artar, kemâle erer, samimî bir kulluk başlar. Günahtan ve hatadan kalbin ürpermesi ve korkmasıyla, sevgiden hâsıl olan ürperti aynı değildir. Birinde muhabbet ve sevgi kaynaklı bir heyecan olurken, diğerinde Allâh’ın azâbından korkmak vardır.

 

Îman nûru; kalbi inceltir, rakikleştirir, nefsi kir ve karanlıklarından temizler. Allâh’ın zikri ile kalpte yumuşaklık ve merhamet olur. Sükûnet ve huzurla kıvam bulan bir hâl oluşur. Rablerine bu hâl ile tevekkül ederler. Dünyaya ve dünya ehline güvenip bel bağlamazlar. Hak’tan başka bir şeyden korkmazlar. Âyet-i kerîmede bu korku şöyle tarif edilmiştir:

 

“…Rablerinden korkanların, bu Kitâb’ın tesirinden tüyleri ürperir; derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allâh’ın zikrine ısınıp yumuşar…” (ez-Zümer, 23)

Sözlerin en güzeli Allâh’ın kelâmıdır. Her lâfzının sonsuz mânâları vardır. Bu güzellik karşısında kişinin duyarsız kalması mümkün değildir. Dehşet âyetleri okunduğunda, tüyleri ürperir. Allâh’ın korkusundan bu hâl hâsıl olur. Allâh’ın rahmet ve mağfiret âyetleri okunduğunda ise kalpleri yumuşar. Korkunun yerine ümit hâsıl olur. Bu ümit ile titreme zâil olur, gönüller yumuşar ve sükûnete kavuşur.

Hâl böyle olunca âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere muhabbet lutfedilir:

 

“…Allah onları sever ve onlar da O’nu severler…” (el-Mâide, 54)

Bu muhabbet, Allâh’ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Bu lutfa; tevâzu sahibi olmakla ve Allah yolunda kimsenin kınamasından korkmadan yürümekle nâil olunur.

Allah da bu sevgiyi bir kuluna vermeyi murâd ettiği zaman; gönlüne aşk tohumlarını serper, kulunu kendi rızâsı olan yola çeker. Hâfız’ın beytinde terennüm ettiği gibi;

 

“Âb-ı hayâtı İskender’e vermediler. Bu; zorla, zerle (altınla, parayla) olacak iş değil ki!”

Bu sevgi; para, pul ve makam ile değil ancak «kalb-i selîm» ile kazanılabilir.

Rabbimiz’in bizlere de hidâyetini nasip etmesi duâ ve niyazıyla yazımızı yine Mevlânâ Hazretleri’nin sözleri ile bitirelim:

“Aşksız geçen ömrü hiç hesaba katma, aşk âb-ı hayattır. O aşkı; kalbine, canına kabul et!”