HİKMET ve SIRLARI

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

 

Biz bu ayki yazımızda, «hikmet» konusunu işlemek istiyoruz efendim müsaadenizle… Kur’ân-ı Kerim’de çok geniş mânâlarda kullanılan hikmet konusu, çeşitli boyutlarla 200’ü geçkin âyette geçer. Dînî açıdan «hikmet», eşyanın Yaratıcı yönüyle bilinip dengeli ve en anlamlı biçimde konuşlanması iken; kul adına ise, var olanların idrâki ve en hayırlı işin yapılmasıdır, diyebiliriz. Amel ve davranışta iyiyi, güzeli ve hayrı yakalamak, gerekenleri anlayıp idrâk etmek hikmettir. İsabetli bir netice, tutarlı ve güvenilir davranış tarzı, doğru karar, bir şeyin en uygun hâle getirilmesi hikmettir. Bir işi kolayına geldiği gibi gelişigüzel değil de, bütün detay ve inceliklerini düşünerek yapmak, hikmetle iş yapmaktır. 

 

İnsanların yaptıkları işlerin en zararsız, problem çıkmayacak tarzda olabilmesi için; bilgi, tecrübe ve ilim gerekir ki, neticeler güzel alınabilsin. İşte bu, hikmetle iş yapmaktır. Kişinin yapacağı iş konusunda bilgi sahibi olup, o işi tecrübe birikimini de katarak, en güzel şekilde yapması hikmet gereğidir. Bu bağlamda hikmet, «derin ve faydalı bilgi» olarak da değerlendirilir.

 

Nakîb Attas, hikmeti şöyle tarif eder: 

 

“Hikmet; kendisinde ilim olan kişinin bu bilgiyi, adâleti ortaya çıkaran bir tarzda tatbik etmesini sağlayan Allah vergisi bir ilimdir.” (Nakîb Attas, Modern Çağ ve İslâmî Düşünüşün Problemleri, İst, 2015, s. 174) 

 

Ahlâkın esasını hikmet, şecaat, iffet ve adâlete bağlayan Gazâlî ise, hikmet için şunları söyler:

 

“Hikmet, bir hâl ve keyfiyettir ki; kendi tercihimizle yaptığımız işlerimizde, doğruyu yanlıştan onunla ayırt ederiz. İlim kuvvetinin güzelliği, iyiliği; sözlerde doğruyu ve yalanı, inançlarda Hak ile bâtılı, işlerde güzel ile çirkini kolaylıkla ayırt edebilecek bir hâl almasıdır. İlim sayesinde bu kuvvetlerin elde edilmesinden meydana gelen güzel neticeye de hikmet denir.” 

 

Aynı zamanda Gazâlî, tefekkür kuvvetinin gerektiği şekilde terbiye ve ıslah edilmesiyle, hikmetin meydana geleceğini söyler. (İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. 3, s. 126-127)

 

Elmalılı Hamdi YAZIR, «hikmet» kelimesine verilen anlamlardan 23 tanesini sıralarken, kanaatimize göre bunların önemlileri şunlardır: 

 

Söz ve fiilde doğruyu tutturma, isabet, 

 

Bir şeyin özünü kavrayan sağlam ilim ve bununla amel etmek, 

 

İlim ve o ilmin gayesini kavramak, 

 

Varlıkların özündeki mânâları, eşyanın hakikatini anlamak, 

 

Allâh’ın emirlerini anlamak, 

 

Allâh’ın emrindeki akıl, 

 

Îcâd etmek (Allâh’ın varlıkları îcâd etmesi, yaratması hikmettir), 

 

Varlık düzeninde her şeyi yerli yerine koymak, 

 

Doğru ve güzel işlere yönelmek, 

 

Fiilleri güzel şeylere yöneltmek, 

 

İlâhî ahlâkla ahlâklanmak, 

 

Allâh’ın emirlerini düşünüp onlara uymak, 

 

Allâh’a tâat, fıkıh, din ve amel, 

 

Doğruya isabet eden hızlı cevap, 

 

Din ve dünya salâhı, sâlih amel.” (Elmalılı Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 2, s. 205-215)

 

Anlaşılacağı üzere, hikmet kavramında geniş bir anlam zenginliği vardır. Âlimler bu geniş ve zengin anlamı üç maddede toplamışlardır: 

 

1. Faydalı amele götüren bilgi, 

 

2. Bilgiye dayalı ortaya konan yararlı ilim, 

 

3. İlim ve amelde sağlamlık.

 

HİKMETE AİT MÜLÂHAZALAR 

 

MEVLÂ TEÂLA HAKÎM’DİR:

 

 Cenâb-ı Hak hikmet sahibidir. Her işini yerli yerince; en faydalı, en tutarlı, en güzel şekilde yapar. O’nun yarattığında, hiçbir noksanlık ve bozukluk bulunmaz. Allah Teâlâ hikmeti îcâbı, bütün kâinâtta muhteşem bir denge ve muazzam bir âhenk kurmuştur. Onun dengesini sarsan bozguncular, nefislerin heveslerine tâbî olan, şeytana uyanlardır.

 

KUR’ÂN, HİKMET-İ HAKÎM’DİR:

 

O, Cenâb-ı Hakk’ın hikmetini sergilediği hikmet dolu kitaptır. Şerefli Kitâbullâh’ın âyetleri, Allah -azze ve celle-’nin engin ilim ve mârifetinin neticesi olan hayrı üretmek ve en güzeli yapmak anlamındadır. (el-Bakara, 220; Âl-i İmrân, 18; en-Nisâ, 26; el-En‘âm, 18) Allah -Azîmüşşân-’dan bütün insanlığa sunulan âyetler, hikmetin en muhteşemleridir.

 

PEYGAMBERLER, HİKMETİ ÖĞRETİRLER:

 

 Allah Teâlâ’nın mükemmel elçileri peygamberlerdir. Yüce Rabbin kullarına ulaştırmak istediği vahiy hikmetlerini, onlar insanlara hikmetle öğretirler. Bütün rasûller; insanları hikmetle tezkiye eden, hikmetle ve hikmetli iş yapan, âdeta yürüyen canlı Hak kitaplarıdır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: 

 

“Kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasûl gönderdik.” (el-Bakara, 151)

 

HİKMETLE İŞ YAPANLAR:

 

 Peygamberlerin sunduğu vahiy hikmetlerini kendilerine düstur edinenler de, hikmetle hareket ederler. Kendilerine ilim ikrâmı yapılmış kişiler, hikmetle iş yaparlar:

 

“Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz hikmet verilene sonsuz ve bereketli bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (el-Bakara, 269) 

 

Peygamber -aleyhisselâm- da bu hususta buyuruyorlar ki: 

 

“Yalnız iki kişiye gıpta edilebilir: 

 

Bir adam ki, Allah kendisine hikmet vermiştir, o adam bu hikmet gereğince hareket ediyor ve bunu başkalarına da öğretiyor 

 

Ve bir adam ki, Allah kendisine mal vermiştir, o da malı Hak yolunda infâka/harcamaya koyulmuştur.” (Buhârî, İlim, 15)

 

İlmin hikmetle yakın bağlantısı vardır; 

 

“Hikmet mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.” (Tirmîzî, İlim, 19; İbn-i Mâce, Zühd, 15) hadîs-i şerîfini doğru anlamalıdır. Bazı âlimler hikmeti, ilim diye yorarlar. Kur’ân ve hadisler dışında işini doğru yani hikmetle yapanlar olabilir. Ancak asıl ilim; Kur’ân’ın işaret ettiği, Hakk’ı ve hakikatlerini gösteren ilimdir. Bu ilim faydalı ilimdir. Yoksa kuru, ruhsuz, insanı yanlışa sürükleyen ilim, doğru bir ilim değildir. İnsanlığın faydasını düşünecek ilim, hikmet boyutludur. Bu bilgi kişiyi; «kula kulluğa değil» «yüce Yaratıcı’ya kulluğa», kişiyi; îmansızlığa değil îmâna götürür. İlim insanlığın zararına işlemez, işlememeli. Bu hususta denilmiştir ki: 

 

“Hikmetin başı Allah korkusudur.” 

 

 Aynı zamanda ilim; insanı kibre, gurura götürmemelidir. Hikmetin kaynağı Kur’ân ve Sünnet olursa; o ilim, o hikmet, kişiyi şükrettirir, fikrettirir, zikrettirir. Böylece kişi derin bir düşünüş, ince bir kavrayışla yani hikmetle hareket eder. Bu husus Kur’ân-ı Hakîm’de, Lokmân Hakîm’in akl-ı selîm ve hikmetle hareketi ile anlatılır.

 

HİKMETLE DAVET:

 

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et…” (en-Nahl, 125) diyen Rabbimiz’in çağrısına, peygamberler ve O’nun yolunda gidenler; insanları ilim ve hikmetle, iyilikle, hayırla, yumuşaklıkla, tatlı dil, güler yüzle, nâzikçe İslâm dînine davet ederler. Ancak bu iş; herkesin anlayacağı dilden, seviyesine göre, hikmetle konuşarak yapılmalıdır. 

 

HİKMETLİ TESPİTLER:

 

İlim; sadece bilgi sahibi olmak değil, o ilimden faydalı neticeler çıkarabilme hassâsiyetidir ki, işte bu hikmettir. İlmin kuru kalabalık cinsinden, işe yaramaz bir tarzda olmaması, faydalı olması hikmete yaraşandır. Zira Peygamberimiz -aleyhisselâm-;

 

“Allah’tan faydalı ilim isteyin; yararsız bilgiden Allâh’a sığının!” (İbn-i Mâce, Duâ, 3) buyurmuşlardır.

 

Hikmet, îmanlı kişilerde mâkes bulur. Kalp; ilim, hikmet ve tefekkürle kuvvet bulur. Bu ve benzeri şeyler kalbi besleyen ana arterlerdir. İlim ve hikmetle doymayan ve dolmayan ruh ölüdür. Îmânı coşturan ilim, hikmet ve tefekkür, inanan kişi için gönlünü canlandıran mânâ cevherleridir.

 

Yüce Allâh’ın her işinde, her emrinde, her yarattığında bir hikmet olduğunu düşünmek îmanlı insanın harcıdır. Kalbi ve zihni bu tefekküre yönlendirmek hayırdır, hikmettir. Kâinâtın sırlarını bulmak, ibâdetlerin incelik ve güzelliklerini anlamak, eşyanın hakikatini idrâk etmek hikmettir. Baktığı her şeyde Hakk’ın âyetlerinin tecellîlerini görebilmek, müstakîm çizgide şaşmadan dosdoğru yürümek, kâinat kitabını tefekkür ve tezekkür boyutuyla seyredebilmek hikmettir. Nihayetinde pek çok cilveler sonucunda, yüce Allâh’a ulaşmak hikmettir.

 

Allah -azze ve celle- dünyada cereyan ettirdiği bütün işlerde, bir hikmet gereği olarak tecellî etmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın her emir ve yasağı bir hikmete bağlıdır. Bazen insan buradaki hikmeti kavramaktan âciz kalabilir. 

 

“Kulları üzerine her türlü tasarrufa sahiptir. O, her şeyi yerli yerinde yapan yegâne hüküm ve hikmet sahibidir ve her şeyden, kullarının gizli hâllerinden haberdar olandır.” (el-En‘âm, 18) Ve O’nun hikmetinden sual olunmaz. 

 

“Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise yaptıklarından sual olunacak, sorguya çekileceklerdir.” (el-Enbiyâ, 23) 

 

Kâinâtın mutlak sahibi her istediğini istediği gibi yaratır, kimseye hesap vermez.

 

Allah -Zülcelâl- Hazretleri’nin yarattığı her şey, bir hikmete binâen yaratılmıştır. Her yaratılan, insanın emrine âmâde kılınmıştır. O hâlde bütün yaratılanlar, insanın kullanımına verildiğine göre, insanın da yüceler yücesi Rabbine karşı vazife ve sorumluluklarının olduğu muhakkaktır. Her eşya, yerli yerince bir maksada mâtuf yaratılmıştır. Hattâ bazen bir eşyanın sebep ve neticelere göre, birden fazla amaca yönelik vazifesi vardır. Aynı zamanda onların her birerleri kendi çapında Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmekteler. Zaten âyette buyurulur: 

 

“Hiçbir şey yoktur ki, Allâh’ı hamd ve tesbih etmesin. Ancak, siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.” (el-İsrâ, 44) 

 

Kâinattaki canlı-cansız her bir varlık, kendilerini yaratan Rablerini, kendi lisân-ı hâlleri ile zikretmektedir.

 

Bize göre nice gereksiz gördüğümüz şeyleri;

 

“Acaba Rabbimiz yılanı, akrebi, böcekleri, dikenleri ne diye yarattı?” diye düşünebiliriz. Hâlbuki yaratılan her bir nimetin, ilâhî düzende kendi içinde bir faydalı vazifesi yani bir hikmeti vardır. Isırgan otu insanı nasıl kaşındırır, biliriz; «Ne lüzum var bu bitkiye!» diyemeyiz. Çünkü onun insana şifâ bahşettiği nice yararları vardır. Dolayısıyla kullar olarak, büyük-küçük, zararlı-zararsız bütün yaratılanlara Allah Teâlâ’nın sanatının eseri gözüyle bakarak, O’nun yaratılmasındaki hikmeti çözmeye çalışmalıyız. 

 

Yüce Kur’ân’daki sırları anlayıp, hayatına tatbik eden kimse, Allâh’ın rızâsını gözeten hikmet ehli kimsedir. Bu kimse yolundan şaşmadığı sürece «mârifetullah»tan nasiplenir. Zaten Allâh’ı bilmek en büyük hikmettir. Bu minvalde başa gelen her bir musîbet ve sıkıntı, değerlendirmesini bilene, aslında cenneti kazanma basamakları olabilir. Başımıza gelen bize göre problemler, hakikatte; bizim faydamıza yönelik, hikmetli ilâhî armağanlardır. Biz o an anlamasak bile, daha sonra taşların yerine oturduğunu gördüğümüzde, o problemlerin bizim faydamıza olduğunu idrâk ederiz. Bazen de, idrâk edemediğimiz nice musîbetlerin hikmetli sırları, âhirette anlaşılacaktır, kim bilir? İllâ her hikmetli sırra erişecek değiliz! Unutulmasın ki; «dünyada hikmet, âhirette kudret hâkimdir.» 

 

Netice olarak diyebiliriz ki; 

 

“Hikmet, kâinatta var olan eşyaların (nesnelerin) işleyiş kanunlarını / Sünnetullâh’ı bilme, eşyayı tanıma, vahyi anlama ve buna uygun davranış biçimleri sergileyebilme kabiliyetidir. Hikmeti ancak hakikati arayanlar bulabilir; hikmete ulaşmada akıl, önemli bir role sahiptir. Hikmete ulaşmak, büyük bir çaba ve uzun bir zaman sürecini gerektirir… Daha kısa ve öz bir tanımla hikmet, Kur’ân’ı anlama ve yaşama çabasıdır.” (Ali Rıza GÖKÇE, Hikmet Kavramı Üzerine, Haksöz dergisi, Ekim 1992, s. 18) 

 

Kur’ân hakikatleri pratik hayattan ayrı bir şekilde değerlendirilirse, kişiye hikmet yolları ve sırları açılmaz. Diller, zihinler, gönüller hikmetten kopuk olmamalı. Hikmetten ve hakikat sırlarından bî-haber yaşayan günümüz müslümanları, düşmanların uyanıklığı ve türlü hileleri karşısında hep yenilgiye uğramaktalar. Sünnetullah ve Sünnet-i Rasûlullah’tan kopuş buna sebeptir. Müslümanlar yeryüzünde yaşarken, hayatı ve içindekileri, iyi bir gözlemci olarak değerlendirmeli, hâdiselere ibret gözüyle, hikmetle bakabilmelidir. İnsan; umursamazlık ettiği, nice önemsiz gördüğü şeylerde, nice hikmetlerin gizli olduğunu anlayabildiği zaman; hayat değerlendirmesini hikmetle yapmış olacaktır. İşte bu yönüyle «hikmet», bizim yitik malımız olmaktan çıkacaktır. Vesselâm. 

 

Hayırlar, iyilikler, güzellikler yağsın üstümüze inşâallah. Hikmeti kalben, rûhen, zihnen kazanmamız dileğiyle…