RASÛLULLAH (A.S.)’IN İLK CUMA HİTÂBESİ

Âdem SARAÇvardisarac@yahoo.com.tr 

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, çok ciddî çalışmalar yaptığı ve geleceğe ilişkin çok güçlü temeller attığı Kubâ’dan ayrılarak, Medine’ye doğru harekete geçti. Hicret yolculuğu daha bitmemişti çünkü.

 

Kubâ’ sınırı içinde olan, Sâlim Avfoğulları’nın oturdukları Rânûnâ Vâdisi’ne vardıkları zaman, cuma namazı vakti girdi.

 

O gün Rânûnâ Vâdisi, bir başka nurlandı ve şereflendi. Hem öyle ki; yaşanan bu anlamlı sahne, kıyâmete kadar böyle hayırla anılacaktı artık…

 

İlk cuma namazı ile ilgili rivâyetlerin, mümkün olduğunca hepsini gözden geçirerek, bir bütünlük içinde vermeye çalışacağız.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bu cuma günü, ayakta durarak ardı ardına îrâd ettiği hutbelerinde, Allâh’a lâyık olduğu şekilde hamd ve senâda bulunduktan sonra, şöyle hitap etmişti:

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın îrad buyurduğu birinci hutbesi:

 

“Ey insanlar!

 

Ölmeden önce tevbe edin; fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın! Kendiniz için, önden (yani ölüm gelip çatmadan önce), âhiret azığı olacak şeyler (hazırlayın) gönderin. Yani sağlığınızda âhiretiniz için hazırlık yapın. Gizli-açık bolca sadaka vermek ve Allâh’ı çok çok zikretmekle, Rabbiniz ile aranızı düzeltin! Böyle yaparsanız; rızıklandırılır, yardım görür ve kaçırmış olduğunuz şeyleri elde edersiniz.

 

Elbette bilirsiniz ki, her biriniz ölecek ve elinizin altındakileri başsız bırakacaktır. Sonra da Rabbi ona tercümansız, perdesiz olarak buyuracak ki: 

 

«Rasûlüm sana gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? 

 

Ben sana mal, mülk verdim, ihsanlarda bulundum. 

 

Sen kendin için (âhiret azığı olarak) ne gönderdin/getirdin?»

 

Bu zor soru ile karşılaşan herkes; sağına-soluna bakacak ama bir şey göremeyecek, önüne baktığı zaman da ancak cehennemi görecek!

 

O hâlde uyanın! 

 

Yarım hurma ile de olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayrı işlesin! 

 

Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın! 

 

Çünkü bir iyiliğe, on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir.

 

İyi bilin ki; 

 

Allah, size kıyâmete kadar cuma namazını farz kılmıştır. Âdil olsun veya olmasın, başında bir imam/idareci varken, benim sağlığımda veya benden sonra her kim hafife alarak veya inkâr ederek bu namazı bırakırsa, onun iki yakası bir araya gelmesin! Ve Allah, onun işlerini başarıya ulaştırmasın! O kimsenin başka namazı yoktur; tevbe edenler müstesnâdır, çünkü kim tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder.

 

Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!” 1

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın îrad buyurduğu ikinci hutbesi:

 

“Hamd ve senâ Allâh’a mahsustur!

 

Allâh’a hamd eder, yalnızca O’ndan yardım ister, affedilmeyi ve hidâyeti sadece O’ndan dilerim. O’na îmân ederim, îmansızlık etmem. Îmân etmeyenlere de düşmanlık ederim! Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden Allâh’a sığınırız. 

 

Allâh’ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz. (İnat, küfür ve isyanından dolayı) dalâlette bıraktığını da hiç kimse doğru yola iletemez. 

 

Şahâdet ederim ki;

 

Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O birdir. O’nun eşi ve benzeri (şerîki) yoktur.

 

Ben; Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, O’nun bir olduğuna, ortağı ve benzeri bulunmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahâdet ederim.

 

Allah, O’nu; rasûllerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların dalâlet ile sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, kıyâmetin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidâyet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur’ân ile göndermiştir.

 

Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ile boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaatsizlik ile karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa (dalâlete) düşmüştür.

 

Muhakkak ki; 

 

Sözlerin en güzeli ve en belîği yüce Allâh’ın Kitâbı’dır. Allah, kimin kalbini Kur’ân ile süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyet’e girdirir, o da Kur’ân-ı Kerîm’i insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felâh bulup kurtulmuş olur. Doğrusu şu ki, Allâh’ın Kitâbı sözlerin en güzeli, en belâğatlisidir.

 

Allâh’ın sevdiğini sevin! Allâh’ı candan, gönülden sevin!

 

Allâh’ın kelâmından, zikrinden usanmayın sakın! Allâh’ın kelâmından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin. Çünkü Allâh’ın kelâmı, her şeyin üstününü ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların (en) iyisini zikreder. Helâl ve haram olan şeyleri beyan eder.2

 

Artık hepiniz Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. O’ndan gereği gibi sakının. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle, Allâh’ı tasdik ve ikrâr edin. Yaptığınız iyi işleri diliniz te’yîd etsin! Allâh’ın ihsân ettiği rahmetle ve Allâh’ın kelâmı ile birbirinizi sevin. Muhakkak biliniz ki, Allah, ahdinin bozulmasına gazap eder.” 3

 

Size Allah’tan korkmayı, takvâyı tavsiye ederim! Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma ile uyarı yoktur!

 

Rabbinden korkarak, ürpererek ibâdet eden kimse için; Allah’tan korkmak, istediğiniz âhiret mutluluğu için en güvenilir bir yardımdır.

 

Kim gizli ve açık her işinde, Allâh’ın hoşnutluğunu gözeterek, Allah ile arasını (amel-i sâlih işleyerek) düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır. Öldükten sonra da bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda, kendisine azık olur. Bunun dışındaki işlerden «çok uzak olmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister. Allah; kulları hakkında çok esirgeyici, merhametlidir ve çok şefkatlidir.» 4 

 

Sözü doğru olan, va‘dini gerçekleştiren Allâh’a and olsun ki, bundan cayma yoktur. Yüce Allah; 

 

«Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim.»5 buyuruyor.

 

Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı, Allah’tan sakınıp takvâlı olun! 

 

«Kim Allah’tan sakınırsa; Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür.»6 

 

Allah’tan sakınıp takvâlı olan, büyük bir kurtuluşa ermiştir. 

 

Allah’tan sakınmak, insanı Allâh’ın azâbından ve gazabından korur. Takvâ; yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir.

 

Nasibinizi alın. Allah katında ifratlı olan hareketlerde bulunmayın. 

 

Allah «doğruları da yalancıları da ortaya çıkarmak için»7 size Kitâbı’nı ve yolunu açıkça öğretmiştir.

 

«Allâh’ın size ihsân ettiği gibi, siz de ihsanda bulunun.»8 

 

Allâh’ın düşmanlarına düşman olun! 

 

«O’nun yolunda, gereği gibi cihâd edin! O sizi seçip müslümanlar diye adlandırdı»9 ki, «helâk olan açık delillerle helâk olsun; sağ kalan da, açık delillerle sağ kalsın.»10 

 

Allah’tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur. 

 

Allâh’ı anmayı çoğaltın.

 

Sadece bu günler için değil, asıl bugünden sonrası için çalışın.

 

Her kim (çokça amel-i sâlih işleyerek) Allah ile arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir. Hiç şüphesiz ki Allah, insanlar üzerinde hükmünü yürütür. İnsanlar ise, Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler.

 

Allah en büyüktür. En büyük olan Allah’tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur!11

 

Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!”12

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın, Medine sınırlarında kıldırdığı ilk cuma namazı bu olup, aynı zamanda böyle kalabalık bir cemaate ilk cuma hutbesi de bu idi.13

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bu ilk cuma hutbesi ve ilk cuma namazı ile bu vâdide, birbirinden önemli çokça hususlara değindi. Peygamberler Sultanı’nın imâmetinde ilk kıldıkları cuma namazı esnasında, orada bulunan sahâbîler,14 bu mesajları hayatlarında uyguladıkları gibi, hem kendi dönemlerinde ve hem de sonraki nesillere aktarma hassâsiyeti içinde, ciddî rivâyetlerde bulundular.

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, daha sonra devesine bindi. Devenin yularını da devenin başına saldı.

 

Peygamberler Sultanı, her zaman olduğu gibi yine sahâbîler sultanını en yakınına aldı. Yine en yakınında Neccâroğulları olmak üzere, ensar-muhâcir ile beraber Medine içlerine doğru hareket etti.15

 

Peygamber Efendimiz Medine’ye giriyordu artık.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

________________________

 

İbn-i İshâk, Kitâbu’s-Siyer ve’l-Meğâzî, s. 358; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 118-119; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 255-256; İbn-i Mâce, İkāme, 78; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 524-525; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 123-124; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 4, s. 133.

 

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 146-147; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 213-214; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 339-340.

 

Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 255-256; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 524-525.

 

4 Âl-i İmrân, 3/30.

 

Kāf, 50/29; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 98-99.

 

et-Talâk, 65/5.

 

7 Bkz. el-Ankebût, 69/3.

 

Bkz. el-Kasas, 88/77.

 

el-Hac, 22/78.

 

10 el-Enfâl, 8/42.

 

11 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 255-256; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 98-99; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 213; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 339-350; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 3, s. 31-35.

 

12 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 524-525; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 339-340.

 

13 İbn-i İshâk, es-Sîre, c. 2, s. 164-147; İbn-i Mâce, es-Sünen, c. 1, s. 343-344.

 

14 Farklı rivâyetlerle beraber, bu esnada yüzün üzerinde sahâbî olduğu rivâyet edilmektedir. İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 164-147; İbn-i Mâce, Sünen, c. 1, s. 343-344; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 236; Kastallânî, el-Mevâhîbü’l-Ledünniye, c. 1, s. 87.

 

15 Süheylî, er-Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 101-102.