PEYGAMBERİMİZ’İN NAMAZLARI

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Namaz, âlemlerin Rabbi olan Allâh’ın hûzurunda kıyâma durmak, huzûra kabul olunmaktır. Namaz bir müslüman için hayat gibi elzemdir. Yani hayat eşittir namaz denklemi söz konusudur. 

 

Eğer kişinin namazı kalmamışsa, yiyecek rızkı kalmamış bir insan gibi artık ölümü bekler hâle gelir. Nasıl maddî gıdâlarımız beden tarafımızın varlığını idâme ettirmeye yarıyor ise namaz da rûhî yapımızın, mânevî bünyemizin gıdâsı hükmündedir. Onun devamı için, sürekliliği için namaza ihtiyaç vardır. 

 

Binâenaleyh; 

 

Namaz kılmayan bir insan âdeta «bitkisel hayat» dedikleri hâle girmiş, hayatı -yok- hükmünde geçiren bir insandır. Namaz; dînin direği, hayatın devamının anlamıdır. Öyleyse namazsız bir müslüman düşünmek, mümkün değil! 

 

Namaz müslümanın en öncelikli vazifesidir, dünyada bulunuş gayesidir. Biz dünyaya namaz kılmak için gönderilmişiz, Allâh’a kulluk etmek için gönderilmişiz. Diğer meşgaleler olsa da olur, olmasa da olur şeylerdir. Çalışıyorsun; çalışsan da olur, çalışmasan da olur. Okuyorsun; okusan da olur, okumasan da olur. Tarla, bahçe işiyle meşgulsün; yapsan da olur, yapmasan da olur. Ama namaz öyle değil! 

 

Namaz; hayatın tam ortasında, hayatın namaza göre şekil aldığı bir kıvamda kılınmalıdır, namaza itibar edilmelidir. 

 

Cenâb-ı Allah; gün içerisinde 5 vakit namaz vakti tayin etmiş ve bu vakitlerde kılmakla mükellef olduğumuz 5 namazı bizlere farz kılmış. Namazları mutlaka vaktinde kılmalıyız. 

 

Eğer namazımız geçmişse, mutlaka derhâl kazâ etmeliyiz. Kazâya bıraktığımız için; gözyaşı döküp pişmanlığımızı ifade etmeliyiz, bir daha kazâya bırakmamaya kesin karar vermeliyiz. 

 

Belki de en önemli olanı; kazâya bırakmamıza yol açan gerekçeleri ortadan kaldırma cihetine gitmemiz gerekir. Çünkü namaz, dînin direğidir. Din, dünyada varlık sebebimizdir. Yani biz bu dünyaya âhiretimizi kazanmak üzere, hayatımızı kazanmak üzere gelmişizdir. Bunun da en önemli vasıtası Allâh’a kulluktur. 

 

Allâh’a kulluğun en belirgin göstergesi de namazdır. Yani bir insan, namaz kılmadan; kendisinin çok iyi olduğunu, çok iyiliksever, pek hayırsever olduğunu iddia edemez. 

 

Farz namazların hâricinde, Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’in bizlere örneklik ederek sünnet kıldığı, tavsiye ettiği, kılınmasını emrettiği namazlar vardır. Bunların içerisinde, kuvvetliden zayıfa doğru bir sıralama yapacak olursak;

 

Vitir namazı: Yatsı namazını kıldıktan sonra kıldığımız üç rekâtlık namaz. Vâcib bir namazdır. Bu namazı şayet kılamazsak; kazâya kalacak olursa, mutlak sûrette kazâ etmemiz gerekir.

 

Sabah namazının sünneti: Sabah namazının farzından önceki iki rekâtlık sünnet. Kuvvet derecesi açısından en güçlü sünnet namazdır. O kadar ki -aleyhisselâm- Efendimiz;

 

“Çok zor şartlar altında dahî olsanız, düşmandan kaçıyor dahî olsanız o sünneti ihmal etmeyiniz. Muhakkak namazının farzından önceki iki rekâtlık sünneti kılınız!”  (Bkz. Ebû Dâvûd, Tatavvu 3; Ahmed, II, 405) buyurmaktadır.

 

Bu sebeple; farza durulmuş olsa bile, yetişebilecek bir kişi, sabahın sünnetini terk etmez, kılıp öyle namaza yetişir.

 

Bir müslümanın çok yüksek bir sabah namazı disiplini olmalı. Ancak insanlık hâli; sabah namazına uyanamadıysa, uyandığında güneş doğmuşsa, öğleye kadar, o günün sabah namazını sünnetiyle beraber kazâ ederiz. Tabiî kerâhat vakitleri dışında. 

 

Güneşin doğuşundan itibaren 45 dakika ve 

 

Öğle ezanından önceki 45 dakika hiçbir namazın kılınmadığı kerâhat vakitleridir. 

 

Öğleye kadar sünneti de kazâ ediliyor diye bunu bir edâ zannetmemek lâzımdır. Sabah namazını vaktinde kılmak, güneş doğmadan önce, kendine mahsus vakitte kılmaktır.

 

Müekked sünnetler:

 

Öğle namazının ilk sünneti, son sünneti; akşam namazının farzından sonraki sünneti; yatsı namazının son sünneti. 

 

Farz namazlarla beraber kıldığımız sünnet olan, müekked olan namazlardır. 

 

Gayr-i müekked sünnetler:

 

İkindi namazından ve yatsı namazından önce kıldığımız dört rekât sünnetler, gayr-i müekked sünnet namazlardır. 

 

Efendimiz -aleyhisselâm-’ın ara ara kıldığı namazlardır. Bunları kılmak da sünnettir. Bunları kılmaya da özen göstermek gerekir. İhmal etmemeye gayret göstermelidir. 

 

Namazlar kazâ edilirken, sünnetleri kazâ edilmez.

 

Farz namazların öncesindeki sünnetler; namaza bir giriş, bir hazırlık hükmündedir. Binâenaleyh bu sünnet namazlar sayesinde farz olan namazı; daha şuurlu, daha huşûlu ve huzurlu bir şekilde kılma imkânına kavuşuruz. 

 

Peşinden kıldığımız son sünnet -eğer varsa- o da âdeta huzurdan direkt olarak ayrılmamak, bir geçişle müsaade almak anlamını taşımaktadır. Nitekim namazların peşinden çektiğimiz zikirler, tesbihler; hep bu mânâyı akla getiren, iş‘ar eden şeylerdir. 

 

Yani âdeta yasak savar gibi; “Selâm verir vermez hemen cep telefonunu aç! Ne var ne yok bak!” değil. Namaz bitti ama o namazın perçinlenmesi; zikirle, tesbihle muhafaza edilmesi gerekiyor. 

 

Teheccüd ve gece namazı: 

 

Farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan namazlar dışında da Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’in namazları vardı. Kendisine farz olan, bizler için sünnet olan teheccüd namazı bunlardandır. 

 

Teheccüd namazı ile gece namazı arasında bir fark var mıdır? Âlimlerimizin genel kanaati teheccüd namazı ile gece namazının aynı olduğu yönündedir. Ama bazı âlimlerimiz şöyle bir fark ortaya koyarlar:

 

•Yatsı namazını kılıp bir miktar uyuduktan sonra kalkıp kılınan namaz, teheccüd namazıdır. 

 

•Yatsı namazından sonra ara vermeksizin kılınan, devam edilen namaz, gece namazıdır.

 

İşrak ve duhâ namazı:

 

Efendimiz -aleyhisselâm- kuşluk namazı kılmış, duhâ namazı kılmış. Bazıları kuşluk ile duhâ namazının aynı olduğunu söyler. Bazıları da derler ki:

 

“Sabah namazı kerâhat vakti bitimiyle beraber kılınan namaz, kuşluk namazıdır.”

 

Eğer sabah namazından sonra tesbihatla, vaaz dinlemekle veya vaaz etmekle meşgul olunmuş ise peşinden kerâhat vakti çıkınca iki rekât namaz kılmak bir umre sevâbına bedeldir. Biraz daha saat ilerleyince, 10-11 gibi duhâ namazı kılınır. Bu namazı Efendimiz -aleyhisselâm- ısrarla kılmamızı bize tavsiye ediyor. Buyuruyorlar ki:

 

“Her birinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka gerekir. Binâenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rekât namaz, bütün bunları karşılar.” (Müslim, Müsâfirîn, 84, Zekât, 56)

 

Evvâbîn namazı:

 

Efendimiz -aleyhisselâm- akşam namazından sonra «evvâbîn namazı» kılmayı bizlere tavsiye ediyor. Efendimiz -aleyhisselâm-’ın akşam namazından sonra dört ve bazı rivâyetlerde altı rekât namaz kıldığı zikrediliyor. 

 

Bazıları demişler ki:

 

Bu dört rekât; ikisi akşamın sünneti, ikisi de evvâbîn olmak üzere dört rekâttır.

 

Bazıları altı rekât rivâyetine göre şöyle demişler:

 

İkisi akşamın sünneti, dört de evvâbîn namazıdır. 

 

Bazıları da demişler ki:

 

Bu, sünnetin dışında altı rekât kılınmaktadır.

 

Bunlar hâricinde de insan, vakit buldukça nâfile namaz kılar. Ama namaz îcat etme hakkı yoktur. Meselâ; 

 

“Her gün saat beşte iki rekât namaz kılacağım!” Böyle bir şey yok. Yani ibâdet koyma salâhiyeti Allah Teâlâ’nın ve O’nun vazifelendirdiği Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’indir. 

 

Sünnet-i seniyyede sabit bir vakti olmayan hâcet namazı vardır. 

 

Bir ihtiyacı olan müslüman iki rekât namaz kılar, sonra duâ eder, ihtiyacını Cenâb-ı Allâh’a arz eder. 

 

İstihâre namazı vardır. Sahâbe-i kiram efendilerimiz;

 

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi istihâre duâsını öğretirdi.” buyurmuşlar.

 

Bir müslüman iki şey arasında mütereddit kalsa veya herhangi bir hususta kararsız kalsa, Cenâb-ı Allâh’a danışır. İki rekât istihâre namazı kılar, istihâre duâsını okur:

 

“Yâ Rabbî! Eğer bu iş bana, benim dînime, dünyama, âhiretime hayırlıysa bu işi bana sevdir. Yoksa bu işi bana uzak et! Kalbimi bu işe soğut!” der. 

 

Hakikaten bir zaman sonra bakarsınız ki, adam o meraklı olduğu işten soğumuş. İşte istihâre namazı ve duâsı sonucunu vermiş, neticesini göstermiştir. 

 

Yine tesbih namazı Efendimiz -aleyhisselâm-’ın hadislerinde geçmektedir. Zaman zaman edâ etmek lâzımdır. Güneş ve ay tutulmalarında kıldığı küsuf ve hüsuf namazları vardır. Hâsılı Efendimiz’in hayatı daima namaz üzerine kuruludur.

 

Cenâb-ı Hak, namazlarımızı huzûr-i kalp ile edâ edebilmemizi nasîb eylesin.