CANDAN DA ÖTE…

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

BİR HADİS:

 

عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :

« لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتّٰى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَلَدِه۪ ،
وَوَالِدِه۪ ، وَالنَّاسِ أَجْمَع۪ينَ »

Enes -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

“Biriniz beni çocuklarından, anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhârî, Îmân, 8)

 

BİR MESAJ: 

 

“Ey mü’min kardeşim! Allâh’ın Habîbi Sevgili Peygamberimiz’i öyle sevelim ki; O, bize çocuklarımızdan, ana ve babamızdan hattâ canımızdan bile daha sevgili gelsin!” 

 

 

Gönül hûn oldu şevkinden, boyandım yâ Rasûlâllah! 

Nasıl bilmem bu nîrâne, dayandım yâ Rasûlâllah! 

Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasûlâllah! 

Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasûlâllah! (Yaman Dede)

 

İnsanlık tarihi boyunca en çok sevilen, kendisine en çok muhabbet beslenen, hakkında en çok na‘t ve şiir yazılan, edebî ve veciz yazılar kaleme alınan şahsiyet, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. 

 

Çünkü O, bütün insanların en kıymetlisidir. Hadîs-i şerifte belirtildiğine göre, kıyâmet gününde «Livâü’l-hamd»i O taşıyacak. İlk şefaat hakkı isteyen ve şefaati ilk kabul edilen O olacak. Cennet kapısının halkasına ilk defa O vuracak ve cennetin kapısı O’nun için açılacak, ümmeti de O’nunla birlikte cennete girecek. Velhâsıl O, önce gelenlerin de sonra gelecek olanların da en değerli olanıdır(Tirmizî, Menâkıb, 1)

 

Rabbim gönüllerimize O’nun sevgisini lutfetsin; cümlemizi dünya hayatında O’nun güzel ahlâkıyla ahlâklandırıp âhirette de şefaatine nâil eylesin inşâallah.

 

Gönüller O’nu nasıl sevmesin ki?.. Zira önce Allah -celle celâlühû- O’nu sevdi; «Habîbim!» dedi. 

 

“Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 21/107) buyurarak O’nu bütün bir kâinâta sevdirdi. 

 

Şair bunu ne güzel tasvîr etmiş:

 

Sevdim Sen’i; Mâbûduma cânan, diye sevdim!

Bir ben değil; âlem Sana hayran, diye sevdim!

 

Hani O, bir sözünde; 

 

“Seven kişi, sevdiğine onu sevdiğini söylesin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 113) yani; «Sevdiğini izhâr etsin.» diyor ya; Biz Sen’i çok seviyoruz yâ Rasûlâllah!

 

Zira Sen’i sevmek Allâh’ı sevmektir Sana olan sevgimiz arttıkça; Rabbimiz’e olan sevgimiz de artıyor, îmânımız pekişiyor. 

 

Çünkü O’nu sevmek îmandandır. O’nu sevmekle îmânın tadını alıyoruz. Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

 

“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa o, îmânın tadını tadar: 

 

Allah ve Rasûlü’nü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek,

 

Sevdiğini Allah için sevmek, 

 

Allah; kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân, 9)

 

O’na olan sevgi ve muhabbetin tezâhürlerini, ashâb-ı kiramda belirgin bir şekilde görürüz. Onlar; İki Cihan Sevgilisi’ni öyle severlerdi ki, -tâbir câiz ise- toz kondurmazlardı. O’na olan sevgi ve muhabbetlerini, bazen;

 

“Sen’i seviyorum yâ Rasûlâllah!” diyerek, bazen de; 

 

“Anam, babam, malım ve canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah!” diyerek dile getirirlerdi.

 

Şu yaşanmış vâkıa, bu tezâhürün güzîde misallerinden birini teşkil eder: 

 

Mekkeli müşrikler, Recî Vakası’nda esir düşen ashâb-ı kiramdan Zeyd bin Desîne’yi öldürmek için Harem’den çıkardıkları zaman, ona dediler ki:

 

“Allah aşkına söyle Zeyd! Şimdi sen, çoluk çocuğunun yanında olsaydın, senin yerinde de Muhammed olsaydı, seni öldüreceğimize O’nun boynunu vursaydık, daha iyi olurdu değil mi?” 

 

Hazret-i Zeyd bu soruya kararlı bir şekilde şöyle cevap verdi: 

 

“Allâh’a yemin ederim ki; ben çoluk çocuğumun yanındayken, Muhammed -aleyhisselâm-’ın değil burada olmasını istemek, şu anda bulunduğu yerde bile ayağına diken batmasına gönlüm râzı olmazdı.”

 

Bu cevap karşısında o zaman henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebû Süfyân, şaştı kaldı ve şu itirafta bulundu:

 

“Ben dünyada Muhammed’in ashâbının Muhammed’i sevdiği kadar, bir başkasını seven kimse görmedim.” (İbn-i Hişâm, es-Sîre, II, 178-182)

 

Yine bir defasında; Sevgili Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer’in elini avucuna alarak ona iltifatta bulunmuştu. Bu mazhariyet karşısında Ömer -radıyallâhu anh-’ın gönlünden şu cümleler kopup geldi: 

 

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’i canımdan başka her şeyden daha çok seviyorum.” 

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz; 

 

“–Hayır bu olmadı. Canımı kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, beni canından da çok sevmelisin. Hiç kimse beni, canından daha çok sevmedikçe kesinlikle îmân etmiş olamaz.” buyurdu. 

 

Bunun üzerine Hazret-i Ömer hiç tereddüt etmeden; 

 

“–Yâ Rasûlâllah! Sana Kitâb’ı indiren Allâh’a yemin ederim ki; şu anda Sen bana, şu göğsümün içindeki canımdan daha çok sevgilisin.” dedi. 

 

O zaman Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 

 

“–İşte şimdi oldu, Ömer!” buyurdu. (Buhârî, Eymân ve’n-nüzûr, 3)

 

Mü’minlerin O’na olan sevgilerinin ölçüsü hakkında, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

 

اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ

 

“O Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha yakındır.” (el-Ahzâb, 33/6)

 

Rivâyet edildiğine göre bir adam Peygamber Efendimiz’e gelerek: 

 

“–Yâ Rasûlâllah! Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.

 

Sevgili Peygamberimiz ona; 

 

“–Kıyâmet için ne hazırladın?” diye karşılık verdi. Bunun üzerine adam; 

 

“–Kıyâmet için hazırladığım öyle fazladan bir namazım, orucum, sadakam yok. Fakat ben Allâh’ı ve Rasûlü’nü severim.” dedi. 

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz de ona şöyle buyurdu: 

 

“–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” (Buhârî, Edeb, 96) 

 

Evet, seven sevdiği ile beraber olur. O’nu seven de cennette O’nunla beraber olur. Nitekim Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edildiğine göre Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Beni seven, cennette benimle beraber olur.” (Tirmizî, İlim, 16)

 

Sevgi; fedâkârlık ister, sevgi bedel ister. Öyle kuru kuruya; “Seviyorum.” demekle gerçek bir sevgi ortaya konmuş olmaz. Sevginin tezâhürü, göstergesi olması gerekir.

 

Meselâ bu mânâda O’nu sevmek sünnetine uymaktır, sünnetine ittibâ etmektirİki Cihan Sevgilisi Peygamber Efendimiz, bir defasında Enes bin Mâlik Hazretleri’ne bazı nasihatlerde bulunduktan sonra şöyle buyurmuştur: 

 

Benim sünnetimi ihyâ eden, beni sevmiş demektir.” (Tirmizî, İlim, 16)

 

Kadı Iyâz Hazretleri, Sevgili Peygamberimiz’e hasrettiği eş-Şifâ isimli eserinde sünnete göre yaşamak hususunda şunları söylemektedir:

 

Sünnete göre yaşamak; 

 

Peygamber’in hayat tarzını benimsemek ve sünnetine göre yaşamaktır, 

 

O’nun sözlerine ve davranışlarına göre kendine çekidüzen vermektir, 

 

Buyruklarını yerine getirmek, yasaklarından da kaçınmaktır. 

 

Sünnete göre yaşamak; 

 

Kolay ve zor zamanlarında, 

 

Sevinçli ve kederli vakitlerinde, O’nun ortaya koyduğu edeple edeplenmektir.”

 

O’nu sevmek, kimseye kin beslememektir

 

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ona şu nasihatlerde bulunmuştu: 

 

“Yavrum! Eğer kalbinde kimseye karşı kin beslemeden sabahlayabiliyor ve akşam edebiliyorsan bunu yap! 

 

Yavrum! İşte bu benim sünnetlerimden biridir. Benim sünnetimi ihyâ eden, beni sevmiş demektir. Beni seven de cennette benimle beraber olur.” (Tirmizî, İlim, 16)

 

Seven sevdiğini anmak ister, sevdiğinin adı anılınca gönlünde bir kıpırdanma olur. Onun için Sevgili Peygamberimiz’i sık sık anmalı, sonrasında da salevât getirmeliyiz. Zira Cenâb-ı Hak, mü’minlere şöyle seslenmektedir: 

 

“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey îmân edenler, siz de O’na salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 33/56)

 

Zira salât ü selâm, duâlarımızı Rabbimiz’e yükselten bir güçtür

 

İlk zâhidlerden Ebû Süleymân ed-Dârânî şöyle demiştir:

 

“Allah Teâlâ’dan bir dilekte bulunacağın zaman, duâya Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getirerek başla. Ardından istediğin duâyı yap. Daha sonra duânı Rasûl-i Ekrem’e salât ü selâm ile bitir. Cenâb-ı Hak o iki salât ü selâmı da kabul eder. Yüce Allah, iki salât ü selâm arasında yapılan duâyı reddetmeyecek kadar cömerttir.”

 

O’nu sevmek; O’nu özlemek, O’na kavuşmayı arzu etmektir. Çünkü seven, sevdiğine kavuşmak ister. Yemen’den Sevgili Peygamberimiz’i görmek ve Medine’ye hicret etmek için gelen Eş‘arî kabîlesine mensup olan insanlar, Medine’ye girerken heyecan içerisinde meâlen şu beyti tekrar ediyorlardı:

 

Yarın sevdiklerimize kavuşacağız,

Muhammed ve ashâbıyla buluşacağız.

 

Benzer bir şekilde Bilâl-i Habeşî Hazretleri, ölüm döşeğindeyken; 

 

“–Eyvah gidiyorsun!” diye üzüntüsünü dile getiren hanımına şöyle seslenmişti:

 

“–Hayır ben çok sevinçliyim!

 

Kavuşacağım yarın dostlarıma, 

 

Muhammed’e ve ashâbına.”

 

Dünya hayatında O’nun sünnetine ittibâ ederek yaşayan mü’min, öldükten sonra da âhirette O’na kavuşmayı arzu eder.

 

Ne mutlu O’nun sevgisini yüreğinde taşıyıp sünnetine ittibâ edenlere!..

 

Rabbimiz; hamd sancağı altında, bizleri O’nunla buluştursun!

 

Rabbimiz; İki Cihan Sevgilisi’nin sevgisini, gönüllerimize lutfetsin! 

 

Dünya hayatında; cümlemizi, O’nun güzel ahlâkıyla ahlâklandırsın! Âhiret hayatında da cümlemizi, O’nun «şefaat-i uzmâ»sına nâil eylesin inşâallah!

 

Âmîn… 

 

Salât ve Selâm O’nun üzerine olsun…