O GELDİ, YERYÜZÜ ŞEREF KAZANDI

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Bütün bir insanlığa en mükemmel insanlık örneği sunan, son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhisselâm-;

1400 küsur sene önce, Rebîulevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, tan yerinin ağarmaya başladığı bir kutlu vakitte, dünya âlemine teşrif etmiştir. Risâlet güneşi; O, daha doğmadan cihanı nûruyla doldurdu. İşte bu sebeple, O’nun doğduğu gece; yedi kat semâlardan ilâhî nur ve feyizlerin, yerleri, gökleri doldurduğu, «Rahmeten-lil-âlemîn»in rahmetinin, sağanak sağanak mü’min gönüllere aktığı, mânevî ışıltıları olan bir mübârek gecedir. Dolayısıyla O’nun «Mevlid»i yani doğumu; yalnızca müslümanlar tarafından değil, bütün insanlığın kutlamasına değer bir sevinç günü olmalıdır.

 

Yaratılıştaki ilk nur, O’nun nûrudur. O’nun nûru, ilk insan ve ilk Nebî olan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın yaratılışından önce yaratılmıştır. Cenâb-ı Hak; O’nu, kendi nûrundan yaratmış ve âlemleri de, O’nun nûrunun hürmetine yaratmıştır. Kâinat; âdeta en muhteşem mücevheri içinde taşıyacak olan bir mahfaza gibi, O’nu beklemekte idi. Ve nihayet Rebîulevvel ayının 12. gecesi; O eşsiz nûr-i Muhammedî, dünyaya teşrif edince, yeryüzü O’nunla şeref kazandı. O’nun nûru, âlemlere ışık oldu.

 

Âlemler, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hürmetine yaratıldı. Rahmet dolu hidâyet yağmurları, O’nun pak varlığıyla, insanoğlunun kalbine yağdı. Son Nebî Peygamber -aleyhisselâm-; gerçek mânâda yüreklerde hatırlandı, idrakler derin bir ilham ve iştiyakla yüce Yaratıcı’ya açıldı, Kitâb-ı Kerim, O’nunla hakkıyla kavrandı. Kuytu karanlıklar, zifirî geceler, bed câhiliyye, hep O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nûruyla, aydınlık hilâle dönüştü. Doğmak bilmeyen şafaklar, Efendimiz -aleyhisselâm- ile geleceğin ufku ve umudu olarak doğdu. Ve topyekûn insanlık; O’nun kâinâta teşrifleriyle, insan olma şerefine erişti.

 

571 yılında Nur Peygamber’in doğmasıyla, âlemler nûra gark oldu. Kutlu şehir Mekke; O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğumuyla, nurlu bir sabaha uyandı. O’nun geliş muştusunun sevinciyle; yedi kat semâda melekler, yerde cemâdat, nebâtat eşsiz bir güzelliğe büründü. Ufukta, en hikmetli felâh göründü. Kalplere misli görülmemiş, semâvî bir sevda ateşi yürüdü. Nefesler tutuldu, akıllar durdu. 

 

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geldi…

 

Yürekler, O’nun ilâhî davetini almaya hazırlandı.

 

Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın hakikat nurları, insanlığın idrak ufkuna doğunca, her şey O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in getirdiği hakikatlere göre şekil aldı. Bu mukaddes dâvâ uğruna serden geçildi. O -aleyhissalâtü vesselâm-; bir uyarıcı, bir müjdeci, bir davetçi ve bir şâhit olarak dünyaya teşrif etmişlerdi. Kâinâta sığmayan Allah -celle celâlühû- sevgisi, ufacık kalplerde hikmetle yerini aldı. Bir mübârek çağrı başladı. Bu çağrı; Hakk’a, hakikate davet çağrısı idi. Kutlu yolun kutlu yolcuları, bu kutlu çağrıyı yarış hâline dönüştürdüler. O kudsîler; Hakk’a ve O’nun eşsiz Hak davetçisinin uğruna, en değerli neleri varsa ortaya koydular. Mallarını, mülklerini, en yakınlarını, tatlı canlarını hiç çekinmeden Nûr-i Nebî uğruna fedâ-yı cân ettiler. Bu bir insanlık savaşı ve ebediyet mücadelesi yarışı idi. Dînin, îmânın, duânın, ibâdetin nuru; yüreklere sağanak sağanak rahmet olarak yağdı. Sîneler «Allah!.. Allah!..» nidâlarıyla dalgalandı; ruhlar her an şükrederek Hakk’a yöneldi; gönüller aşk-ı Muhammedî ile alevlendi. İnsanlık, sevgi ve rahmet kapılarını ardına kadar açtı… Ve artık bu yarış durdurulamazdı ve durdurulamadı.

 

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in insanlığa ulaştırdığı «Hakk’a ve hayra davet» ilâhî mesajı, zamanla bir nur şûlesi oldu. Günahlar, sapkınlıklar, çirkinlikler, kötülükler o eşsiz güzellikler karşısında çözülüverdi. Yüreklerde; kin, nefret ve düşmanlıklar eridi, nefisler dizginlenme yoluna girdi. Kalbi lüzumsuzca işgal eden her ne varsa, bir bir yok edilerek, orada münbit bir îman çerâğı yakıldı. Sevdanın merkezi, kalp ve gönüller oldu. Dünyaya bahar geldi. Hayat, cennet kopyası bir yaşama mekânı oldu. Gözyaşları şefkat hâlesiyle çağladı, sîneleri dağladı, duâ duâ yakarışlar, Arş-ı Rahmân’a arz edildi. Diller seher vakitlerinde; «Hû… Hû…»lar ile lâl kesildi. Semâ bile bu vecde bîgâne kalmadı. Rahmetten, hikmetten; dileyenler nasiplendi. Bütün bu ilâhî muhabbetler; hep O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in getirip insanlığa takdim ettiği, yüce hakikatlerle idrâk edildi.

 

O’nun dünyaya teşrif etmesiyle, «güzel ahlâk» tamamlandı. Amel-i sâlih işlemenin ehemmiyeti, tatlı dil, güler yüz ve yumuşaklığın önemi, muhabbetin-sohbetin-dostluğun lüzumu, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile kavrandı. Affetmenin, karşılıksız vermenin, fakir fukarâya sahip çıkmanın bir insanlık vazifesi olduğu, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatıyla daha iyi anlaşıldı. O; nezih tavırları, cömertliği, edebi, iffeti, cesareti, doğruluğu ile bütün bir beşeriyete, en güzel misal oldu. Devrin esirleri, köleleri hürriyetine kavuştu; babaları tarafından diri diri toprağa gömülen kız çocukları, artık ölmekten kurtuldu. Konu komşuya hürmetle davranıldı, insan hukukuna saygı gösterildi, kul hakkı çiğnememeye varan muhteşem davranış modelleri işlendi. Neticede her kötülük, her yanlışlık; O’nun gelişiyle izâle oldu, iyiliğe dönüştü. 

 

İYİ Kİ DOĞDUN YÂ RASÛLÂLLAH…

 

Nebîlerin Serveri, Âlemlerin Efendisi, Cenâb-ı Hakk’ın Sevgilisi, müslümanların şaşmaz Rehberi, tüm insanlığın kurtarıcısı Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm- karanlık bir çağa doğdu. O devirde; cehâlet, zulüm, ahlâksızlık had safhadaydı. Dünya, çeşitli problem ve sıkıntılarla kaynıyordu. O’nun doğumu, hayır adına mübârek bir başlangıç oldu. 

 

O doğdu, karanlığa ışık geldi. Selâmet ve nur şebnemleri insanlığın yüreğine aktı. O’nun doğumu, insanlığın kurtuluşuna basamak teşkil etti. O’nun doğmasıyla, tüm insanlığa, fazîlet ve erdemlerle dolu bir devir açıldı. 

 

Problem bizde, çözüm O’nun getirdiklerindedir. Dert bizde, derde derman O’nun bize sunduğu vahiy hakikatlerindedir. Aslında yalnızca müslümanların değil, bütün insanlığın; son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın tebliğ ettiği mukaddes hükümlere ve O’nun sünnetlerini anlamaya ve yaşamaya şiddetle ihtiyacı vardır. Bugün, gidişler ve dönüşler de yalnızca O’na olmalıdır. 

 

Karanlık dünyamıza ışık getiren O Işık Rehber, iyi ki gelmiş aramıza ve bu can bu tende olduğu müddetçe, hep O mübârek Nebî’nin izinde olacağız Cenâb-ı Hakk’ın izniyle inşâallah… Şu hakikat bilinmelidir ki; bizleri yüce Yaratıcı’ya muhabbete götürmeye sebep, Efendimiz -aleyhisselâm-’a olan muhabbetimizdir. O kutlu Nebî’nin muhabbeti, hem insanlık için hem müslümanlar için biricik yürek sığınağıdır. Yürekler, o güzellikler şâhikasının ismiyle huzura kavuşur. O’nun varlığının nûru; tüm kâinâta ithaf edilmiştir. O’nun mübârek ism-i şerifleri; gönüllerin nakışı, yüreklerin sürûrudur. O; ebedîlik tahtına oturmuş, çok özel bir kıymettir. O’nun muhabbetini yüreklerinde taşıyanlara ne mutlu! Bu vesileyle mü’minler, gazab-ı ilâhî ve azâb-ı ilâhîden kurtulurlar. Kalpler O’nun sevgisinin feyziyle parlar, yüzler ışıldar. Nerede bir nur ve nerede bir güzellik varsa, O’nun nûrunun ve güzelliğinin akisleridir. O olmasaydı, hiçbir şey olmaz idi. Âlemde ne varsa, hepsi O sebeptendir. O hâlde O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i sevmek, inanan için en mecburî bir vazifedir. O’na muhabbet, insanlığın kendisine yükleyebileceği en zirve sevgidir.

 

Bütün insanlık; kâinâta gelmiş, geçmiş ve peşinden bir daha gelmeyecek olan O eşsiz Peygamber’e çok şey borçludur. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in varlığıyla, insanlık; Hakk’ı, hakikati ve en doğruyu bulmuştur. 

 

İyi ki doğdun yâ Rasûlâllah! İyi ki bize Peygamber oldun! Dünya ve âhirette tut elimizden, bizi hiç bırakma! 

 

Sonsuz salât ü selâmlar O eşsiz Nebî’nin üzerine olsun.

 

Şefaate erişmek niyâzıyla…