MAZLUMUN ÂHI UNUTULMAZ…

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

 

19 Haziran Amerika’da köleliğe son verilme günü olarak kutlanıyor. Köleleştirmeyi zihinlerinden çıkaramayan bir anlayışın bu günü kutlaması, örtbas etmek istediği suçlar için perdeden başka bir şey değil aslında. 

 

Avrupa’nın kölelik tarihi; nasıl bedava ham madde ve iş gücü elde edilir sorusunun cevabı niteliğinde. 

 

İslâm güneşinin doğduğu dönemde Arap Yarımadası’nda kölelik yaygındı; köleler, hürlerle arası kesin çizgilerle ayrılmış bir sosyal sınıftı. Efendinin kölesi üzerinde mülkiyet hakkı vardı. Yani köle bir mal olarak görülmekte idi. Bu da efendiye kölesi üzerinde mutlak tasarruf yetkisi veriyordu.İslâm, her zaman köleliği ortadan kaldırmaya yönelik adımlar attı. Efendimiz, bir hatayı telâfi etmek isteyen kimseye öncelikle köle âzâd etmeyi işaret etti. 

 

1444’te ilk Afrikalı esirlerin Portekiz’in başkenti Lagos’a getirilip satılmasından sonra, birçok Avrupa ülkesi bu işe girişti. 400 yıl boyunca devam eden bu zulüm süresinde; 12 milyon kişi köylerinden toplandı, esir edildi ve köle olarak satıldı. Bu kadar insanı taşımak için, 45 binden fazla sefer düzenlenmişti. Balık istifi taşınan insanlardan 2 milyonu ise yolda can verdi. 

 

Canını kurtaranlar ise, her gün ölümü isteyecek bir eziyete ve işkenceye maruz kaldılar. İlk gün tıraş edilir ve damgalanırlardı. Zaten evraklarda, kıymetleri atlara eş tutuluyordu. 

 

Açlık grevi yapıp canına kıymak isteyen olursa, dişleri kerpetenle sökülür ve yemek zorla ağzına tepilirdi. 

 

Batı dünyasının birçok merkezi, esir edilen Afrikalıların emeği ile yükselmiştir.

 

İngiltere; servetinin büyük bir kısmını köle ticaretine borçludur, bu yolda 2 buçuk milyon Afrikalıyı esir etmiştir. Herkesi geçip, zulümde birinciliği almıştır. 

 

1700’lere gelindiğinde ise iyice yaygınlaşmış; köle ticareti, birçok ülke için büyük bir kazanç kapısı hâline gelmişti. 

 

İLK ADIM

 

Afrika’nın batı sahilinde, 30’dan fazla toplama merkezi bulunmakta idi. Bunlardan en önemlisi olan «el-Mina» adında kale benzeri bir yapıydı. Köylerden zorla çıkarılan insanlar, buralarda toplanır ve gemilere bindirilip geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarlardı. Prangalarla ayaklarından birbirine bağlanan insanlar, gemilerin altına sıkış tepiş yerleştirilirdi. 

 

Vicdan sahibi hiçbir kimsenin kabul edemeyeceği bu zulüm çarkı içinde, birçok tezat noktalar da vardı.

 

el-Mina’nın orta kısmına büyük bir kilise yapılmıştı. Ahmak insanlar, güya hem ibâdet ediyor hem de Afrikalı insanlara en ağır zulümleri uygulamaktan geri durmuyorlardı. 

 

Annesinden, vatanından, akrabalarından doğup büyüdüğü yerden ayrılan insanlar; derin bir umutsuzluğa sürükleniyordu. 

 

Ahlâk tanımaz Avrupalılar onlara karşı her türlü tecavüze yelteniyordu.

 

EN BÜYÜK TOPLU CİNAYET

 

Surinam Güney Amerika’da bir ülke. Bölge insanı, Hollanda’yı zengin etmek için yıllarca çalıştırıldı.

 

1737’de Neusten isimli bir köle gemisi; yüklü bir hâlde ilerlerken, kıyıya yakın bir bölgede fırtınadan dolayı önünü göremez ve kuma saplanır. Su almaya başlayan gemiyi onarmaya çalışırlar, fakat mümkün olmaz. Kaptan;

 

“–Gemiyi kaybettik. Yükümüzü de kaybettik…” der. 

 

Gemide tam 664 Afrikalı esir vardır. Geminin alt kısmında sıkışık bir hâldedirler. Gemi hızla su alırken, Kaptan şu tâlimatı verir:

 

“–Kölelerin bulunduğu kısma açılan kapakları çivileyin ve üzerine oturun!” 

 

Kurtulma ihtimali olan 664 insan, orada göz göre göre boğulur. Daha sonra mürettebat gemiden ayrılır. İnsan canı bu kadar ucuzlamıştır… 

 

KAHVE, ŞEKER ve ÇİKOLATA

 

Kahveyi düşünmeden, kölelik dünyasını ve köle ticaretini anlamak mümkün değildir. 1700’lerin başında, kahve Londra’da çok ilgi gören bir içecek hâline geldi. Gitgide kahve talebi arttı. Acı olduğu için, şekerle tatlandırılıp tüketiliyordu. Kahvenin yetiştirildiği yerden hasat edilip; Avrupa’da piyasaya verilmesi, kölelerin emekleri ile mümkündü. 

 

Avrupa’da kullanılan şeker de Brezilya’dan getiriliyordu. Binlerce Afrikalı, şeker hasadı yapmak için Brezilya’ya götürüldü. Beyaz renkli bir gıdâ olan şeker, siyâhîlerin kâbusu hâline gelmişti.

 

Günde 16-18 saat, haftada 7 gün çalışan bir şeker işçisinin vücudu; 8-10 yıl içerisinde çöker, neticede can verirdi.2 

 

Şeker kamışını sıkmak için bir mekanizma kurulmuştu, toplanan ürün büyük merdâneler arasından geçiriliyordu. Çalışan köle; eğer elini makineye kaptırırsa, onu kurtarmak düşünülmez, makine asla durdurulmaz, eli sıkışanın kolunu, bu işle vazifeli bir adam pala ile keserdi. 

 

Osmanlı’da köle bir metâ olarak görülmez, mensubu olduğu ailenin dînî ve sosyal faaliyetlerine katılır ve bir arada yaşardı. Gelen misafirler ile tanışma esnasında;

 

“–Süt kardeşimiz!” 

 

denilerek tanıtılır ve o nisbette kıymet verilirdi.

 

Bugüne baktığımızda kölelik, görüntüde kaldırıldı ama, zihin dünyasında varlığını sürdürmekte. Yabancı olana düşman gözüyle bakan, muhataplarını hakir gören bir anlayış hüküm sürmekte. Bu karanlık anlayış, ancak insanları bir tarağın dişleri gibi eşit gören İslâm güneşi ile kaybolup gidecektir…   

 

________________

 

1 Köle-TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Slaved Belgeseli